Hamaset ile hakikat, gerçeklik ile slogan bazen birbirlerine çok yakın dururlar. Hamaset zannedilen hakikatler, slogan zannedilen gerçeklikler olabileceği gibi kimi zamanda hakikatin görünürlüğünü ortadan kaldırmak ve gerçekliği saklamak için kasıtlı olarak bunlar karıştırılabilir. Öte yandan kimileri hakikati ve gerçekliği savunmak adına hamaset yaparak, slogan atmaya başladıklarında en çok zararı onlar verir.
15 Mart 2011’de Şam’da muhalif gösterilerin başlamasıyla aradan geçen 13 yıllık sürecin sonunda Beşar Esad, Suriye’yi terk etti. Bu süreçte Türkiye’de devletin ilgili kurumları ve birkaç uzman dışında kimsenin böyle bir gündeme hazırlıklı olmadığı görüldü. Türkiye açısından 13 yılda en önemli gündem ve siyaset maddeleri arasında bulunan Suriye’de böyle bir tarihi olayın gerçekleşmesi önem arz etmektedir.
Hazırlıksız yakalanan aktörler, hamaset ve hakikat arasında sıkışarak; Türkiye’nin ortaya koyduğu çok boyutlu siyasi hamleleri ve hedefleri değerlendirmekten kaçınmayı tercih ettiler. Ya da hamasete sarılarak sahadaki riskleri göz ardı ettiler.
Dış politika ve uluslararası ilişkiler bağlamında neredeyse her kesimin takdirle izlediği Dış İşleri Bakanımızın reel politiğe bağlı kalarak, küresel bir aktör olgunluğuyla süreci yönettiği görülmektedir. Uluslararası ilişkilerin girift ve çok aktörlü yapısına hakim bir biçimde süreci ilmek ilmek işlediği de ortadır.
Türkiye’nin bölgede önemli bir aktör olduğunu gösteren adımları ve açıklamalarının yanında temkinli bir tutumla, hamasete geçit vermeyen duruşu; çok boyutlu riskleri barındıran Suriye politikası açısından kritik bir değere sahiptir. Küresel aktörlerin ve uzantılarının Suriye’de nasıl konumlanacağı netleşmeden, Türkiye’nin atacağı adımlar ve temkinli tutumu devam edecektir.
Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanımız İbrahim Kalın’ın Suriye’de verdiği fotoğraflara dair onlarca yorum ve analiz yapıldı. Ancak İbrahim Kalın’ın ‘’Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi’’ adına yaptığı çalışmalara pek değinilmedi.
‘’Bir tarafta dünyayla entegre olmak ve modernleşmek adına kendi varlığına sırtını dönmek, öte tarafta kendi olmak adına her şeyi ötekileştirmek ve küçük milliyetçiliklere hapsolmak, Türk modernleşmesinin sağ ve sol versiyonlarının ürettiği bir sonuçtur. Küreselleşme ve çoğul-modernite çağında Türkiye bu yüklerinden kurtulmaya çalışmaktadır.’’
Akıl ve Erdem kitabında İbrahim Kalın’ın önsözünde yer verdiği bu değerlendirme, esasında sahada verilen mücadelenin geri planının fikri, ilmi, felsefi ve akademik bir süreçten beslendiğinin de ispatı niteliğindedir.
‘’Kökler ile açık ufuk arasındaki dinamik ve çok yönlü ilişkiyi lehine çevirebilen bir Türkiye, iç siyasette ve dış politikada tevarüs ettiği korkulardan ve evhamlardan kurtulacak ve kendisiyle, tarihiyle ve jeokültürel kimliğiyle barışabilecektir. Bu büyük dönüşümün henüz daha başlangıç safhalarında olduğumuzu not edelim.’’
Bu sözlerinde İbrahim Kalın’a ait olduğu düşünülürse dış politika ve istihbarat alanlarındaki paradigma dönüşümlerinin izlerini görmek mümkündür. Bu dönüşümlerin Türkiye’nin ‘’ben idrakine’’ ve ‘’medeniyet’’ söylemine dayandığını söyleyebiliriz.
Sahada her geçen gün denklemler değişse de Türkiye’nin tutarlı biçimde yürüttüğü süreçler onu güçlü aktör konumunda tutmaktadır. Bu güçlü aktör pozisyonunu da Toplumsal bir Muhayyile ile taçlandırarak küresel iddialarının temellerini sağlamlaştırmaktadır.
‘’Türkiye, Türkiye’den Büyüktür ve Dünya Beşten Büyüktür’’ sözleri güncel politiğe sıkıştırılmayacak kadar büyük ve kıymetlidir. Güncel siyaset ve siyasi rekabetin dışında Türk Dış Politikasının paradigmalarını ifade eden bu tezlere sahip çıkarak, bu tezlerin bütün boyutlarıyla tartışılmasını sağlamalıyız.
Güvenlik uzmanlarının, medya kuruluşlarının ve siyasi analistlerin ortaya koyduğu her değerlendirmeyi kıymetle takip edip, artık uluslararası ilişkiler literatürüne katkı sunacak disipline ve uluslararası ilişkilerin güçlü aktörü pozisyonuna sahip olmak zorundayız.
Bundan sonrası için sevinmek ya da üzülmek gibi erkenci hamaset kokan tavırlardan ziyade dengeli biçimde hakikate sarılmalıyız.
‘’Mevcut ikilemlerin yerine ‘’biz ve onlar’’ gibi yeni dikotomiler inşa etmek yerine, moderniteyi de aşan bir varolma ve düşünüş biçiminin imkanlarını araştırdık’’ diyen İbrahim Kalın’ın sözleri, Suriye’nin politik geleceği içinde önemli bir ön bilgi niteliği taşımaktadır.