“Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur /                               

Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubûr’’

Dünyaca ünlü Fransa İmparatoru Napolyon Bonaparte, Notre-Dame Katedrali’nde gerçekleştirilen taç giyme töreniyle tarihe önemli notlar bırakmıştır. Bu notların, ortaya konabilmesi için Jacques-Louis David'in sanat direktörlüğünde taç giyme töreni büyük bir tablo haline getirilmiştir. Bu tablo da ince ince işlenen mesajlardan bir tanesi ve belki en önemlisi ise tacı eşinin elinden giymesi ve Papa’nın asık suratıdır. Aşikar biçimde Laik Fransa bu tabloda net biçimde resmedilmiştir.

Fransa Tarihi ve bu tablonun ilgilileri için muhakkak sanatsal ve siyasi açıdan birçok farklı noktanın kıymeti vardır. Ancak resimde arka kısımda gözüken Osmanlı figürünün varlığı ve o figürün tarihimizdeki yeri benim daha çok ilgimi çekmektedir. Resimde bulunan bu kişi  Devlet Kahyası olarak da bilinen, II.  Mahmut döneminde çok büyük güce erişme fırsatı bulan Halet Efendidir. Gerçek ismi Mehmet Said olan Halet Efendi’nin, devlet içerisinde yapıp ettikleri bugüne de ciddi ışıklar tutmaktadır. Hırsın ve fitnenin devlet kademelerinde yer almasının, ne kadar büyük kayıplara yol açabileceğini görmek açısından, Halet Efendi’nin hayatına bakmak önemlidir.

Yeniçerilere rüşvet vererek askeri bir gücü arkasında tutan Halet Efendi, kurduğu haraç düzeniyle de büyük bir gelir elde etmiştir. Öte yandan Halet Efendi’nin yine valiler üzerinde kurduğu rüşvet sistemiyle de ciddi bir idari güç elde edebildiği bilinmektedir.

Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın idamında kurduğu entrikalar ve çıkardığı fitne neticesinde Osmanlı Balkanlar’da büyük bir otorite kaybı yaşamıştır. Boşluğu fırsat bilen Rumlar, isyana kalkışmıştır. Sonraki yıllarda Halet Efendi’nin, Rumlarla ve İngilizlerle işbirliği ortaya çıkacaktır.

Devrin Şeyhülislamı Halil Efendi’nin hakkında çıkardığı fitne ve başına gelenler ise yine Halet Efendi’nin fitnelerinin boyutunu göstermektedir. Kendisini eleştiren Halil Efendi’yi sürgüne gönderen Halet Efendi, karısıyla tartıştığı için azledilmiş Şeyhülislam’ın karısına da bir fitne kurarak kadını idam ettirmiştir. Bunu duyan Halil Efendi ise felç geçirmiştir.

Padişah’ın gözünden düşmesiyle ise Konya’ya sürülen Halet Efendi, Padişah’ın emri ile idam edilmiştir. Gövdesinin Konya’ya defnedilmesinin ardından, kellesi İstanbul’a Padişah’ın huzuruna götürülmüştür. Gövdesi Konya’da kalan Halet Efendi’nin kellesi İstanbul’da gömülmüştür.

Halet Efendi’nin uyukladığı sırada oradan geçen Kazasker Mustafa Behçet Efendi’nin, işaret ederek ‘’uyandırmayın fitneyi!’’ demesi, fitnenin ne kadar büyük bir bela olduğunu da göstermektedir.

Ölüsünün ardından;

     “Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubûr’’

Sözlerinin halk arasında söylenmesi bir fitnecinin ölümünün kabir ehline bile sabır dilettireceğini göstermektedir.

Halet Efendi örneğinde olduğu gibi özellikle devlet işlerinde fitne, tahmin edilemeyecek kayıplara ve düşünülemeyecek dramatik haksızlıklara sebep olmaktadır. Fitne kelimesini dilinden düşürmeyenlerin ise genellikle fitnenin sahipleri olduğu zamanla anlaşılmaktadır.

Kendilerini Halet Efendi’de olduğu gibi gücün yanılgısıyla, yenilmez, tartışılmaz ve yıkılmaz bir konuma yerleştirenler; başkaları için çıkarttıkları fitneyi, fitne olarak görmezler. Çünkü güç onlardadır ve bu hakka sahiptirler. Ancak buna maruz kalan kişinin fitneye karşı çıkmasını da fitne olarak yaymayı da kendilerine hak bilirler. Aynı Şeyhülislam Halil Efendi’de olduğu gibi.

Fitne, koca bir yapıyı yok edebilecek kadar tehlikeli ve kaçınılması gereken bir hastalık olarak değerlendirilebilir. Ancak fitnenin kurumsallaşması durumunda, fitneden kaçınmanın zorlukları oldukça fazladır. Kurumsallaşmış fitne, yayılmacı bir kanser hücresinden farksızdır.

’İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır. Fitne çıkarmaya yeltenen kişi kendisini o fitnenin içinde buluverir.’’ Hadisiyle yazımıza son verelim.