Gelenek, bir yerlerde hazır biçimde sizi bekleyen ve sürecini tamamlamış bir formda kenara çekilmiş değildir. Gelenek, her dönemde ve kuşakta, o kuşağın dinamikleriyle yoğurulan, dönüşen ve dönüştüren bir inşa sürecini kapsamaktadır. Geleneğin mutlak manada statik olduğunu düşünmek bir yanılgı olduğu gibi geleneğin mutlak manada dinamik olduğunu iddia etmek de bir yanılgıdır. Gelenek ve geleneksel olanı herhangi birinde, bu iki uçta konumlandırdığımız vakit, ya geleneği korumak için direnmek ya da değiştirmek için geleneğe zarar vermek durumunda kalınmaktadır.
Bizim gibi toplumlarda ise modernleşmeciler, geleneği; öteki, değersiz hatta gelişmemiz için bir engel olarak konumlandırmaktadırlar. Geleneğe, pejoratif yaklaşımda bulunmanın bizatihi modern bir tavır olduğu düşünülmektedir. Oysa gelenekten bağımsız bir ilerleme mümkün değildir. İlerleme, kümülatif bir süreç ise gelenek burada esas unsurdur.
Geleneği icat etmek de bu anlamda mümkün olmayacağı gibi dışarıdan bir icat edilmiş geleneğin yine modernist bir yaklaşımla yukarıdan baskılanmış olacağını söylemeliyiz.
Türk müziğini, Muharrem Ertaş’ı, Neşet Ertaş’ı, Ferdi Tayfur’u ve hatta Itri’yi birer gelişmemişlik örneği olarak görüp bunları dinleyenleri de küçümseyici bir yaklaşımla değerlendirmenin de geleneğe olan düşmanlıktan bağımsız olmadığını görmekteyiz.
Ferdi Tayfur’un vefatının ardından, Ferdi Tayfur gibi isimlerin bu toplumun meselelerini mesele ederek ortaya koydukları parçaların değerini unutmamak gerekmektedir.
‘‘Sen rüyalar aleminde
Yeni aşklar hevesinde
Bense yine uykusuzum
Bir sabahçı kahvesinde’’
Sözleriyle sanatçının Anadolu insanını görüp, onu yansıtmaya gayesinde olduğunu ifade edebiliriz.
“Bana yurdumun bir köşesinde
Bir çadırlık yer verin
Bu bana yeter
İster çöl ortası ister dağ başı
İlk baharı yazı kışı
Bu bana yeter’’
Sözleriyle memleket derdini ve memlekete bağlılığını ifade ettiğini görebiliriz.
Eserlerinde kendimizden bir parça bulduğumuz bu sanatçılara yakın hissetmemizin bir nedeni de eserlerinde gösterdikleri bu incelikten olsa gerek.
Yıllara mukabil ünü ve şöhreti güçlenmiş, geçen zamanda kıymeti artmış ve popülermiş bir sanatçının ya da sanatın pejoratif bir yaklaşımla değerlendirilmesi yanlış okuma yapıldığını göstermektedir. Öyle ki popüler olan değersiz olmak zorunda değildir. Aksine ortak bir gelenek, ortak bir dil, ortak bir muhayyile için uzun yıllar toplumun geniş kitlelerince kabul görmüş değerlerin takip edilmesi ve çalışılması gerekmektedir.
“Bu toprağın insanının yüreğinden süzülen ve bir ‘hal’ durumuna denk düşen, ifadesi imkansıza yakın anlamları, ifade edebilen bir sesin kıymetini bilmemek sanırım hakikate ihanet olur. Yaşam biçimi ile örtüşen öğütlerinin, adeta sazında da aynı samimiyetle vücut bulması gösteriyor ki Neşet Ertaş yalnızca çalan ve söyleyen bir adam değildir. Zannediyorum ki, beslendiği esas kaynağı gizlemese de sahip olduğu edep ve bu edebin dayandığı gelenek gereği; ifşa etmiyor, teşhir ederek kaynağa ihanette bulunmuyordu. Ama her mikrofon uzatıldığın da ise ‘hakikati’ dillendirmekten geri durmuyordu. Her izlediğimde, ulaşmak istediği yüreklere ulaşacak bir mesajı, hiç çekinmeden söyleyişi yüreğimde bir yer edinir. Demiştim başka bir yazımda Neşet Baba’yı anlatmak isterken.
Ferdi Tayfur, Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş, Müslüm Gürses ve diğerleri; toplumun ortak kümede buluştuğu bir yerde bulunmaktadırlar. Bunun kıymetini bilmek durumundayız.
Son olarak Ferdi Tayfur’a Allah’tan rahmet diler, sevenlerine baş sağlığı dilerim.