Önceki yazımda bir haberden mülhem örnek bir uygulama gördüğüm için bir okulun fabrikalarla yarışarak piyasaya ürün arz ettiğinden bahsetmiştik. Yazımda da vurguladığım gibi eğitim sadece iktisât ve istihdam meselesi değildir. Bu yazımda ele aldığım üzere maârif kavramı, eğitimden daha kapsayıcı olduğu için başlığı maârif olarak değiştirdim.

Eğitimci ve/veya eğitim bilimci değilim. Ancak, yüksek eğitim tedrisatından geçmiş ve üç çocuğunu bu eğitim sistemine dahil etmiş bir velinin seyir defterine düşülmüş bir not olarak bu yazıyı okumanızı istirham ederim.

Halk arasında böyle bilindiği için “eğitim” diye isimlendirdik. Ancak “maârif” daha kapsamlı bir tanımlamadır. Eğitimi, öğretimi, kültürü içine alır. Peki, eğitim ve öğretim arasında ne fark var? Eğitim, terbiye etmektir; yani makbul, toplumun iyi gördüğü alışkanlıkları kazandırmaktır. Eğitilen pasiftir/edilgendir, cümle içinde nesnedir ; ne yapacağını öğrenir ancak niçin yapacağını öğrenmez; pek sorgulama kapasitesi yoktur. Öğretimde (tâlimde) ise öğretilen aktiftir, düşünüşünde, hâl ve hareketlerinde kalıcı davranış değişikliğini isteyerek, sorgulayarak yapar ya da yapması beklenir.

Her zaman öğrenci yerine talebe kelimesini yeğlerim. Zira, talep etmek kökünden gelir. Neyi, niçin kimden istediği hususunda bilinci ifade eder. Bu meyanda bilgiyi, beceriyi hakikaten talep eden talebeler var mı? Veya oranı ne ? Bahsi diğer…

Çocuklarımın çeşitli eğitim safhalarında veli toplantılarına katılırdım. Muhtelif derslerin öğretmenleri, çocuğunuzun dersteki katılımı, ilgisi ve notu üzerine üç beş kelam ederlerdi. Diyelim, dersten iyi not almış, yada değil, bu ne anlama gelir anlamazdım. Zira, kalıcı bir iyileşmeyi ifade etmez, not ve değerlendirmeler öğretmenin gözlemlediği süreyi kapsadığı ve analiz içermediği gibi, öğretmenin nev-i şahsına münhasır bir değerlendirme olmaktan öteye gitmez. Üstelik, bu toplantılarda veliler ile belirli bir iyileştirme hedefi için işbirliği teklifi de yapılmazdı. Hiç unutmam, Sarıyer’de Anadolu Öğretmen Lisesinde okuyan oğlumun yine böyle bir veli toplantısında edebiyat öğretmenine “Hocam, kalıcı olması hasebiyle hiç olmazsa birkaç şiir ezberleme ödevi verin de çocukların hayatında edebiyata dair bir iz kalsın, sadece ders geçmesin çocuklar” demiştim. Hoca ertesi gün oğlumun bulunduğu sınıfa Fuzûlî’nin ölümsüz eseri “Su Kasidesini” ezberlemeleri ödevini vermiş. Oğlum bu tür düşüncelerimi de bildiği için “Baba sen gitme veli toplantılarına… Başımıza iş çıkarıyorsun “ demişti.

Evet, tüm eğitim sürecinde, neyi kalıcı hale getirebildik; ne bilinç ürettik, hayatta karşılaşacağı hangi problemlerin en uygun çözümünü öğrettik… Ve en önemlisi başta kendine, sonra ailesine, milletine, tarihine ve istikbaline karşı bilinçli ve sorumlu insanlar yetiştirebildik mi? Bunun derdiyle, aşkıyla yandık, piştik mi? Yoksa “ kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede” türünden büyütülmüş çocuklar mı meydana getirdik; bir Milli Eğitim Bakanımız gibi "Şu mektepler olmasaydı, ben bu maârifi ne güzel idare ederdim" mi dedik ; yahut her yıl 24 kasımlarda öğretmenlerimize methiyeler düzerek mi olayı geçiştirdik!