Bir önceki makalemi, depremden önce yazmış ve “her şeyden önce “bize bir şey olmaz” düşüncesi derhal terk edilmeli, “olacağı varsa olur” anlayışına geçilmelidir.” cümlesi ile bitirmiştim. Aslında “olacağı varsa olabilir” dolayısıyla tedbir alınmalı şekli daha uygun.

Ülkemiz bir deprem ülkesi ve bu gerçekle yaşamak zorundayız. Depremde, -kuşkusuz bu da önemli olmakla birlikte - reaktif yani, deprem olsun sonrası için afet yönetiminde: enkaz kaldırmada, çadır-battaniye tedarikinde vs. hazırlıklarımızı yaptık değil; proaktif yani, deprem olduğunda kimi ülkelerde olduğu gibi ya hiç hasarsız yada çok az zararla atlatabilmek sonucuna matuf yaklaşım benimsenmelidir. Bu nasıl olur: risk değerlendirmesi ve gerekli tedbirlerle kabul edilebilir seviyeye indirilmesiyle… yani  risk yönetimi, plan ve koordinasyonun önceden ve önleyici  maksatlı doğru uygulanmasıyla… Bunun sonucu ne olur: Depremler olur, ancak binalar, altyapılar  yıkılmaz, insanî trajediler meydana gelmez… Hep söyleyegeldiğimiz: Önlemek, hasarları onarmaktan çok daha az maliyetli ve daha insanîdir.

Deprem, bir mukavemet testi gibidir. Yani dayanımımızı test eder. Bu münasebetle her yönden sağlam-iyi olmayı gerektirir. Yani: ahlakî, içtimaî, hukukî, ekonomik, eğitim, bürokratik, teknik, milli…Bunlardan birindeki ciddi zafiyet zincirin en zayıf halkası olarak belirir ve depremin sonucuna tesir eder.

Depremlerdeki can-mal ve çevre hasarı  bir sonuçtur. Bilindiği gibi, hiçbir olay tek bir nedene bağlı olarak oluşmaz. Hataların meydana gelmemesi için bir çok kalkan/bariyer kurulur. Buradaki deliklerin aynı anda birbirini görmesi ile yıkım meydana gelir. Sözgelimi: mevzuat,  izin, denetim, alış-veriş, işçilik, malzeme, pazarlama, toplumsal ahlak vs. ve kullanıcıya kadar… bir çok resmi-gayri resmi zincir halinde imza-rıza söz konudur. İşte  bunların hepsinde çeşitli nedenlerle oluşan delikler birbirini görürse, geriye bir sarsıntı-deprem ve  yıkım, acı, gözyaşı kalır.

Deprem bir travmadır. Toplumların tarihinde önemli kırılma anlarıdır.  Uzun bir rehabilitasyon süreci gerektirir. Sosyal dayanışma ve yardımlaşma ile bu süreç daha kolay ve hızlı atlatılabilir. Deprem sonrası, tüm ihtilaflar ve hissiyatlar bir yana koyulmalı; yaraların sarılmasında birlik ve beraberlik sağlanmalıdır. İşte burada, insanın his ve arzularını aşıp makul hareket edebilme olgunluğuna/yeterliliğine ulaşması gerekir.

Travmalar aynı zamanda bir milat olmalıdır. Bu travmalar sonucu, değişim demiyorum dönüşüm sağlanmaz ise daha elim ve daha yıkıcı olanları beklenebilir veya sırada demektir.

Söz konusu bu sonuçlardan alınması gereken tüm dersleri alıp, travma neticesi gerekli dönüşümleri sağladığımız takdirde depremin mukavemet testinden geçmiş, bu gerçekle yüzleşmiş oluruz ve kesinlikle yıkılmaz güçlü bir bina, altyapı, ekonomi, sosyal, ahlakî, eğitim vs. ve nihayetinde devlet ve toplum yapısına kavuşuruz.