Mübarek Ramazan ayının, berekete, merhamete, yardımlaşmaya, mağfirete vesile olmasını Yüce Mevla’dan dilerim. Önceki yazılarımızda depremi okumaya çalıştık. Bu depremin bir milat olması gerektiğinin altını çizdik. Milat, yani hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığının bir dönüm noktası…

Bu dönüşümü kim yapacak? Tabidir ki, aşkın kişiliğiyle halk için çalışan, zihin teri döken bilim, fikir, siyaset insanları, yani aydın insanlar… Yanlış olan bir şeyleri değiştirmek/dönüştürmek için risk alan, çile çeken, her koşulda doğruluktan, dürüstlükten, haktan, tabiattan yana olan serdengeçtiler…      Nasıl yapacak? Emniyet esaslı bakacak olursak yapıların zemini, kolon-kirişleri ve bağlantıları mukavim…Yeterli mi? Hayır! Hem de İnsâni... Yani insan doğasına uygun bir yaşam inşa edecek…

İnsanın tabiatla, diğer insanlarla ilişkisini sağlıklı kuracak… İnsan: toprakla, nebatla, hayvanatla iyi etkileşim halinde yani bu doğal ortamın bir parçası olacak. Temiz bir çevrede yaşamak hakkına sahip olacak. Büyüklerimiz, Dedem Rahmetli hep derdi: “Cümle kapısı olan ev iyi değildir!” diye. Ne kadar da haklıymış.

Burada makbul bir sağlık tanımından bahsetmek yerinde olur: “Sağlık, sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halidir.” Ancak bu tanımda iyilik parantezi açılmalı…İnsanın bedence-ruhça-sosyal yapısal ve işlevsel iyi olması, işte yaşadığı çevrenin doğal bir parçası olmasına, korumasına, güzelleştirmesine bağlıdır.  İnsanı çepeçevre kuşatan yapılar, ruh yapısını: estetik ve sanat düşüncesini de şekillendirir. Dört köşe ve zevksiz yapıların olduğu ortamda büyüyen bir insanın sanat ve estetik derinliği olur mu? Güzel gören güzel düşünür! değil mi?

Eğer insanoğlu, dere yataklarına, tarım arazilerine yapılar inşa ediyorsa, rantla kısa yoldan zenginleşmek genel kabul görüyor, yükseltiliyorsa ve lüks yaşam özendiriliyorsa varılacak yerin iyi bir yer olmayacağı aşikardır. “Para kazanalım, refah yaşayalım da varsın nereden gelirse gelsin, ne olursa olsun” anlayışını terk edelim. Hani, bir kızıl dereli Şefinin (Seattle, 1786-1866) atasözüyle: Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” İfade edildiği gibi iş işten geçmeden artık olanlardan ibret alıp bu yoldan kesin dönelim.

Ahlakla, adaletle, Ar-Ge’yle, fikir ve sanatla, akıl ve bilimle, gayret ve emekle, çevreyi gözümüz gibi koruyarak/güzelleştirerek  gelişelim; refaha, huzura erişelim.

“Biz dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan emanet aldık.” sözünü her daim hatırımızdan çıkarmayalım.