Yakın arkadaşım Prof.Dr. Serpil Önder yurtdışına çıkmak için hemen her fırsatı değerlendiren dolayısıyla da bu konuda oldukça tecrübeli bir kişiydi. Seyahatleri genellikle bilimsel toplantılarla ilgili olsa da o yaz İtalya’da NATO'da görev yapan kayınbiraderini ziyarete gitmişti. Geri dönüp anılarını bize anlattığında ben bir iç geçirmiş ve “Keşke birlikte gitseydik” demiştim. Serpil hanımın annesinin de İtalya’yı görmek genç kızlık hayali olunca Serpil Hanım dayanamayıp bizim için bir İtalya seyahati ayarladı. Zaten Bari şehrinde konumuzla ilgili bir sempozyum da vardı. Dolayısıyla bu seyahat için hazırlanmaya başladık. Serpil hanım için de “Biz rehberimizi böyle hizmet içi bir eğitime göndeririz” gibi bir espri geliştirdik. Gerçekten bu seyahat önce Allah’ın sonra tümüyle Serpil Hanımın bize ikramıydı. Arkadaşımız uçak biletlerinden otellere kadar her şeyi öyle planlamıştı ki 2009 yılında her şey dahil 1500 Türk lirasına İtalya’nın beş farklı şehrini (Roma, Floransa, Pisa, Bari ve Venedik) görme şansımız oldu. Daha ucuz olduğu için Çek Hava Yolları ile önce Prag’a daha sonra Roma’ya ulaştık. Uçak konforunda bir eksiklik yoktu ancak hava alanındaki Çek kadın polislerin bize karşı rijit tutumları hala aklımda.

Roma’ya vardığımız zaman hava alanındaki bir kuyrukta beklerken yanımıza İngilizce konuşan ve İranlı olduğunu söyleyen biri yanaştı. Muhtemelen otellere müşteri gönderen birisiydi. Bizim otelimiz hazırdı ama o kişinin başka konularda yardımlarını gördük.

Kaldığımız oteller çok yıldızlı olmasalar bile gayet temiz ve bakımlı idiler. Kahvaltı edip otelden çıkıyorduk. İtalya’daki kahvaltıların en belirgin özelliği çeşitli meyvelerden hazırlanan kompostolardı. Dışarıda genelde bir şey yemiyorduk. Zira restoranlar çok pahalıydı. Bu yüzden küçük sandviçlerle idare ediyorduk.

Roma tek kelime ile muhteşemdi. Şaşırtıcı ve muhteşem! Şehircilik anlayışı ve tarihe saygı gözden kaçacak gibi değildi. Üstü açık turist otobüsleriyle dolaşırken defne ağaçlarının yüzünüze vuran dallarının arasında her meydanda gördüğünüz yepyeni bina ve heykellere şaşırmamak mümkün mü? Kolezyum ve diğerleri şehrin tam ortasında en iyi şekliyle korunmuş durumda. Vatikan, melekler köprüsü, Cem Sultan’ın esir tutulduğu kale hepsi dün yapılmış gibi ve hepsi hayatın ortasında bir adım ötenizde...

Sanat şehri Floransa devasa köşklerle kaplı. Müzelerinde ise bir hayli sıra beklemeniz gerekiyor. Bu görkemli şehirdense beni küçük Pisa şehri daha çok etkiliyor. Bu şehrin üniversitesini de görme fırsatı elde ediyoruz.

Pisa’dan sonra büyük hedefe Venedik’e yönleniyoruz. Tam bir rüyalar şehri: kanalları, daracık sokakları, limanı ile iki gün boyunca gezmelere doyamıyoruz. Cam ustalarından eşe dosta çeşit çeşit süs eşyaları, anahtarlıklar aldık. Maskeler vesaire de diğer hediyelik eşyalar arasında yer alıyor. Gondol ücreti çok yüksek olduğundan maalesef tecrübe edemedik ama Venedik’in farklılığı ve güzelliği kesinlikle bu geziye mührünü vurdu. 

 

 

 

 

Son iki günde trenle Venedik’ten güneyde çizmenin topuğunda yer alan ve İtalya’nın en zengin şehirlerinden olan Bari’ye gittik. Sempozyum bu şehirdeydi. Sunumumu yaptıktan sonra yine trenle Roma’ya döndük. Tren yolculuğu sırasında bizi ya da muhatabımızı çok gülümseten olaylarla karşılaştık.

Değerli arkadaşım Serpil Hanım ve onun çok değerli annesi bu güzel gezi için her ikinize de çok teşekkür ediyorum...