Mahmut ağam İstanbul’da Sütlüce Un Fabrikası’na ustalık öğrenmek için gitti. Sene 1954. Ben ise Karaman’a Ali ağamın yanına geldim. Kır Mahalle’de Hasan Lebleci’ye ait bir değirmen vardı. Orayı tamir edip çalıştırmayı düşünüyoruz. Fakat ben köyden gelmişim, elektriği yeni görüyorum, makineyi yeni görüyorum.

Ali ağam her şeyimi tenkit ediyor, her şeye bir bahane buluyor. İştahım gayet iyi çok yemek yiyorum diye karısına işaret edip “Ayşe, Ahmet bizim hepimizin yediğini yiyor” diyordu. Çok utanırdım. Böyle böyle Kır Mahalle’de bir seneden fazla çalıştım. Kazandığım paraları Ali ağama veriyordum. İyi olan işlerin müsebbibi o, iyi olmayanlarınki ise bendim.

Değirmeni monte ettik. Elektrik bağlandı. Karaman Belediyesi Elektrik İşletmesi’nde Sezai Göçmen müdür yardımcısıydı. Geliyor değirmeni çalıştırmak için şalteri açıyor ve bütün sigortalar yanıyor. Adamlar sabit fikirli “Olmaz” deyip kesiyor. O zamanlar şebeke zayıf, motor ilk hareketle çok cereyan çekiyor. Elektrik motorunun özelliğini ne elektrikçi Sezai biliyor ne de Ali ağam biliyor.

Ali ağam alçak bir ses tonuyla “Sezai Bey yarın bir kez daha deneyelim” dedi. O da kabul etti. Bana söz hakkı vermiyorlar. Ben de kafamda bazı planlar kuruyorum.

O zamanlar reostalı motorlar moda idi. Motorların kolektörüne de cereyan veriliyordu. Bir de trafo vardı. Onu sıfırladıktan sonra ağır ağır yükseltiyordu. O gece bu durum benim rüyama girdi.

Sabah erken gün doğmadan değirmenin kapısını açtım. Rüyamda gördüğüm şekilde kolu komüne basılı şekle getirdim. Reostayı sıfırladım. Motor o kadar rahat çalıştı ki ben bunu beş altı kez tekrarladım.

Saat sekiz sıralarında geldiler. Sezai Bey Ali ağama “Ali bey bu son deneme, yoksa elektrik hattını yakarız. Zannedersem motorda bir arıza var” demeye başladı.

Ben kendime büyük bir güvenle “Siz gelin ve karışmayın. Bakın makine nasıl çalışacak” dedim. Zaten her şeyi hazırlamıştım. Yalnızca düğmeye basmak lazımdı. Öyle yaptım. Motor ağır ağır devreye girdi. Tabi ki çok şaşırdılar. Her zamankinin aksine Ali ağam yarım gün kadar beni methetmeye devam etti.

Sezai Göçmen’den öğrendiğim şuydu: Bir kilovat nedir diye sordum. O da “Bir kilovat bin vat, bir beygir yedi yüz otuz altı vattır” diye izah etti. Bir beygir gücünün çektiği cereyanı bana öğreten Sezai Göçmen’dir.

O günden sonra değirmende müşterilerin unlarını öğüttüm. Ali ağamın dostu, ortağı olan dişçi Mustafa bir gün değirmene geldi. Ben değirmenin taşını dişiyorum, yalnızım. Değirmen taşı en az 400 kg. dişçi Mustafa 16-17 yaşımda bu işi yalnız başarmama hayran kaldı ve şöyle dedi: “Bizim değirmende koca koca üç dört kişi bu işi beceremiyor”.

Günün birinde Yugoslav yapısı helezonun şalteri bozuldu. Ali ağam bunu görünce veryansın etti. Bana ağzına geleni söyledi. Ne aptallığım kaldı ne serseriliğim “Bırak onu yenisini alırım” dedi. O gittikten sonra ben o şalteri tamir ettim. Helezonu çalıştırdım. Şalteri söktüm. Ali ağamdan çok korkuyorum nihayet geldi. Yeni şalter bulamamış “Eskisini tamir edebilir misin” diye sordu. Ben de zaten tamir ettiğimi söyledim. Söktüğümü duyunca yine kıyamet koptu. Sen bana sök demedin mi dememin de faydası yok. Her durumda suçlu bendim. Şalteri geri takıyorum.

Müşteri gittikçe artıyordu. 10 gün 10 gece durmadan çalıştım. Ağam bana yardım etmedi. Ben de yanıma Değirmenci Kemal diye birini aldım. Bu kez bu kavga sebebi oldu. Haklı yeri vardı ama sonra ben ayrıldım Kemal kaldı.

Hasan Lebleci’nin oğlu İsmet ile hesap gördüğümde 900 lira para aldım. Ali ağam geldi elimden aldı. O zaman eski garajın yanları 50 kuruş idi. Bana da köye dönmek düştü. O paradan bana bir pantolon ile köylü kundurası aldı. Aldığı pantolonun kumaşı “çulaki” denilen eski çorap parçalarından yün haline getirilen kumaşlardandı. Köye döndük, sonra askere gittim.