1961 yılında Almanya’ya geldim. Çalıştığım dolma kalem fabrikası, 1921 yılında Josef Krel adında bir şahıs tarafından kurulmuştur. Sadece 3 işçi ile işe başlamışlar. Benim gelmemden bir ay önce kuruluşunun kırkıncı yılını kutlamışlar. O anda 175 işçileri vardı.

1962 senesinde bir gece ağır bir karın ağrısı ile karşılaştım. Sabah ilk işim doktora gitmek oldu. Doktor apandisit olduğunu hemen hastaneye gitmem gerektiğini söyledi. Ambulans gelecekmiş. Ben evime gitmeye hazırlanırken doktor, “Bekle ben götüreyim. Apandisit patlayabilir” dedi. Arabasını garajdan çıkardı ve beni evime getirdi. Karşılıksız. Bunca yıldır Türkiye’de doktora gidiyorum kimseden böyle yardım görmedim.

Yılbaşında televizyonda dini program vardı. Misafir olduğumuz ev sahibi Katolik kiliselerinin daha şatafatlı olduğunu söyledi. Arkadaşım Hüseyin Gülşen ile gece saat 12’de Katolik Kilisesi’ne gittik. Papazı dinlemeye başladık:

Her kim anne ve babasına saygı göstermezse, Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul etmezse, Allah’ın oğlu olduğunu inkar ederse, kötü ahlaklı olursa, hırsızlık yaparsa, cennet yüzü göremez cehenneme gider diye anlatmaya başladı. Bizim hocaların söylediklerinden tek farkı onlar İsa biz ise Muhammed diyorduk. Ortak yön ise dürüst ve güzel ahlaklı olma tavsiyesi idi.

Zamanla dolma kalem fabrikasından ayrıldım. Ticaretle uğraşıyorum. Sene 1968. Bir gün postahanede eski patronum Josef Krel ile karşılaştım. Selamlaştıktan sonra bir şey sormak istedim. “Ahmet, burası postahane evimi biliyorsun. Ne zaman istersen gel. Kahve içelim” dedi ve “Hemen bugün bekliyorum” diye ilave etti.

O gün akşam evine gittim. Josef Krel önce geçmişini anlattı ve sonra bana döndü: “Benim fabrikamda çok adam çalıştı. Unutamadığım iki kişi vardır. Birisi Sırp bir esirdi, diğeri de sensin. Benim fabrikama geldin. Elinde bir kitap vardı. İşin, gücün kitap okumaktı. Şimdi tüccarsın. Ben emekli oldum. Piyasayı artık iyi bilmiyorum. Sen şimdi benden daha iyi biliyorsun. Türkiye’den işçi olarak geldin. Şimdi iş adamı oldun. Başkasının değil, kendi tecrübenle işini yürüt” dedi.

Şunu da eklemem gerek Josef Krel o havalinin en zengin ve kariyerli kişisiyken bir o kadar da mütevazı bir insandı.

Almanlarda örf ve adettir. Herkes evinin önünü yolun ortasına kadar her Cumartesi süpürür. Evinde bu görevi Josef Krel üstlenirdi. Otomobilini de kendisi yıkardı.

Günün birinde, bir Pazar günü, Hüseyin Gülşen ile Lishtenberg köyüne gezmeye gitmeye karar verdik. Elimizde birer bira şişesi Lishtenberg yolu üzerinde, tam virajda yer alan köy mezarlığı vardı. Biz virajdan gitmeye üşendik. Mezarlığın içinden elimizde bira şişesi ile geçtik. Yola çıktığımızda arkamızdan bir araba geldi yanımızda durdu. Ustaca şöyle sordu: “Çocuklar nereye gidiyorsunuz” Biz de “Lishtenberg” diye cevapladık.

“Ben de oraya gidiyorum. Binin” diyerek bizi arabaya aldı. Ve dedi ki: “Çocuklar siz burada yabancısınız dikkat edin kendinize kötü dedirtmeyin. Zannederim sizin memleketinizde de elinizde bira şişesi ile mezarlıktan geçmeniz abestir ve iyi sayılmaz. Siz de burada yapmayın” dedi. Bunu çok güzel bir üslupla söylemişti.

Söyleyen şahıs dolma kalem fabrikasının sahibi Josef Krel idi. Biz o zaman 26 yaşındaydık. O ise 75 yaşındaydı. Bence adam bizi çok seviyor olmalıydı zira bizi köye bıraktı. Sonra bize fark ettirmeden iki sokak ilerden geri döndü gitti.