Genellikle bilimsel konuları, toplum meselelerine üzerinden okumanın çok anlaşılır ve faydalı olduğunu düşünürüm.  Yine yaşanılanlar üzerinden liyakat meselesini bu yazıda ele alacağım. Aslında bu olaylarla  liyâkatin önemini çok net anladım.

İlkinde, köy evinde doğalgazla kullanılan bir fırınlı ocağın tüp gazla kullanılması için enjektörlerinin değiştirilmesi gerekiyordu. Çevreden bu işten anlar diye Se… isminde Usta çağrıldı. Usta, enjektör değişimi için ocağı sökmeye başladı. Bir türlü işi bitiremedi, tepeden tırnağa yoruldu, ter içinde bitkin düştü ve nihayetinde ocağı yerinden sökerek aldı götürdü. Aradan, epey bir zaman geçti, talep üzerine getirdi. Ancak, yine istenilen gibi olmamıştı, zira yemek kaplarının üzerine alev isi bırakıyor ve kapların altı is karası oluyordu.  Üstüne üstlük “Bundan başka olmuyor” dedi ve yüklü bir miktar da tamir ücreti aldı. Doğrusu, yapılan işin ihtiyacı karşılamasını saymazsak bu kadar canhıraş bir çalışmaya az bile.

Neyse, baktık olmayacak problemli fırınlı ocağımızı, kullanılmış başka bir fırınlı ocakla değiştirdik. Yine aynı dönüşüm  işlemini  yapmak için başka bir Usta çağırdık. Çok değil, Ustamız, 15 dakika içinde gerekli işlemleri yaparak  düzgün çalışan fırınlı ocağımızı teslim etti ve tatlı bir sohbetle ikram edilen kahveyi afiyetle içti ve önceki ustanın neredeyse yarısı bir ücret talep etti ve aldı. İşin ehli olunca, hani derler ya, tereyağından kıl çeker gibi diye, aynen öyle…

İkincisinde , Kâtip Çelebi’nin buna benzer bir hikayesinden bahsedeceğim. Malum Kâtip Çelebi 17. Yüzyılda yaşamış, büyük bir filozoftur. Hikaye şöyle: Bir kimse, uzunluğu ve genişliği yüz arşın olmak üzere, bir tarla üzerinden  satış yapmış ancak  teslim sırasında uzunluğu ve genişliği ellişer arşın iki tarla vermek istemişti.  Aralarında anlaşmazlık olup bir kadıya vardılar ki hendese bilmezdi: "Hakkı budur" diye hükmeyledi.  Sonra hendese bilen bir kadı bulup davayı dinlettiler; "Hakkının yarısıdır" dedi. Böylece adalet yerini buldu. Bilgisizliğin  adaletsizliğe de sebep olabileceğini bu hikayede gayet açık görüyoruz.

Gelelim neticeye… İşte yaşanılanlardan ve geçmişteki hikayelerden çıkan ders: Başta belirtelim: Her türlü vasıf bir liyâkat konusudur: Ailevî: Babalık-annelik , eşlik, evlatlık vs. İctimaî: Komşuluk, dostluk vs. Manevî: Müminlik, kulluk vs. İdeoloji: Sağcılık-solculuk vs.  Meslekî: Mühendislik, doktorluk, ustalık vs. , liderlik, yöneticilik … vs.  Eğer liyâkatta  (bilgi + kabiliyet+ ahlakî ) yeterliliği yoksa kişi başta kendine, temsil ettiği mesleğe, davaya, ideolojiye ve her türlü değere ,    iş yaptığı / ilişkide bulunduğu  herkese zulüm/ ihanet  eder.  Yüz liralık işi iki yüz liraya mal eder ; yaptığı işten/sözleşmeden, liderliğinden/yöneticiliğinden/ temsiliyetinden  kimse hayır görmez.  Her meslek için de böyledir. Bu nedenle atalarımız boşuna söylememiş: “Yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” diye… Liyâkatın, çeyreği, yarımı, yüzdesi yoktur; tam olmak zorundadır.  Marifet,  liyâkatli olmayanı, iş işten geçtikten sonra değil, önce anlamak da…