Görgülü, dağlarının zirveleri bol kar tutan, dağ eteklerinde çiğdem kekik biten, seherlerde keklik öten, baharda mis gibi kokan bir dağ köyüydü. Zümreler ailesi, bu köyün erkek evladı olmayan ailelerinden biri idi. Aileyi bir arada tutan geleneksel aile bağlarına olan tutkunluktu.

Evin hanımı tutumlu bir kadın, baba da çalışkan bir ev reisi… Tek bir tatsızlık var gibi evde, o da bir oğlan çocuklarının olmayışı… Ama ailenin dört kızı var, onlar da pek hamaratlar.

1950’li yıllardı. Bu ailenin variyeti yerindedir. Anne kızları ile evin işlerini yaparken, baba İzmir, İstanbul gibi büyük şehirlere gider. Kendine has bilgi ve becerileri ile ticaretle uğraşır, yüklüce para kazanır. Bazen senede bir, bazen iki senede bir gelir ama yüklü para ile gelir. Böylece ile bireylerinin de refah düzeyi yüksektir. Ama köyün usulüne de uymak lazımdır. Evlerinin ihtiyacı olan iki merkep iki öküz, bir iki inek, dana ve sekiz on koyun ve keçi aileye katkıda bulunur.

Hayat böyle devam eder. Tabi köyde tarla bahçe de vardır ya. Onun da işlenmesi lazımdır. Dağ köylerinde, toprağın işlenmesi o yıllarda başlı başına bir eziyet. Beyi gurbette rızk peşinde iken köyde Gürcü kadın, kocasının gönderdiği harçlıkları biriktirir. Kendisinin gidemediği, uzaklardaki tarlaları bir yakın akrabasına veya ihtiyaç sahibi bir köy sakinine yevmiye verip sürdürür. Ekinini ektirir. Kızlarından birini yanına alarak karasabanı, pulluğu sarar merkebe, öküzlerini önüne katar gider. Yavaş yavaş sürer, eker gelir. Bu işleri hep yevmiye verip para ile yaptırsa hem kocasının gönderdiği para yetmez hem de tembel diye köyde kınanır. Gürcü kadın bunun bilincindedir.

Gurbetle köy arasında gidip gelmeler devam eder. Yalnız Kazım ağa için son yıllarda bir değişiklik meydana gelmeye başlamıştır vücudunda. O da bilmez bunun ne olduğunu… Bol bol yediği halde karnı doymak bilmez. Bir taraftan yer bir taraftan da “Ne o len goca Kazım doymak bilmiyon oburlaştın mı yoğsam?” der. Sonra da gülümseyerek “Hadi canım sen de, sen böyle değildin” der, kendisini teselli etmeye çalışır.

Bu sefer aşırı bir tatlı yeme isteği belirmiştir vücudunda. Tatlıya karşı aşırı bir istek duyuyordu. O sene de köye geldi. İki ay kadar köyde kaldı. Biraz değişiklik olsa da, aynı hastalığın henüz vücudundan gitmediğini hissediyordu.

Bir gece hanımı Gürcü’ye durumu anlattı. O da “Bırak canım, yaşımız ilerliyor elbette vücudumuzda böyle değişiklikler olacak. Biz çocukluğumuz da öyle bol şeker tatlı mı gördük? Yokluk vardı kıtlık vardı. Onun hırsından olabilir. Aklına kötü şeyler getirme. Bak büyük kızımızın gelinlik çağı da geldi. Köyden dünür gelenler var ama senin temelli gelmeni bekliyorlar, bir de güz mevsiminin gelmesini…”

Bizim oralarda güzün işler toparlanır, ondan sonra kız isteme faslı başlar. Söz alınan kızların düğünü de kış içerisinde olur. Çünkü yazın işlerin yoğunluğundan köylerde düğün yapılmaz.

Kazım Efendi “Ekini, harmanı şöyle birez kolaylayayım” diyerek köye gelmişti. Tekrar İstanbul’a işinin başına dönecekti. Daha fazla gecikirse birçok müşterisini kaybedebilirdi. Bunun bilinci ile işleri çarçabuk toparlayıp İstanbul’a döndü. Hanımına da “Kızı istemeye falanlardan gelen olursa; ‘Nasip, babası bilir’ de ama falanlardan gelen olursa usulünce sav, o zamanımız değil, deyiver” diye de tembihledi.

Gitti İstanbul’a gitmesine de, gözü arkada kalmıştı. Çünkü en büyük kızı yirmisine varmıştı. Arkasından da öbürleri geliyordu. “Şu işleri biraz toparlayayım, olmazsa; bir başkasına birkaç seneliğine işi devredeyim. Birkaç yıl çocuklarımın başında kalayım. Bu gurbetlik benim de çocuklarımın da canına tak etti” diyordu.

Bunları düşünerek yattı, sabah erkenden kalktı, işine gitti. Öğleyin işi bitiyordu. Köye gidince işi çoğalmış, o gün biraz fazla sürmüştü sanki. Yine de ikindiye doğru evine gelmişti. Evi, birkaç köylüsü ile paylaşıyordu. O gün erkenden evde olmalıydı. Akşama tüm köylüler gelecek, köyden haberler soracaklardı.

Aslın da hep yemeğini kendisi yapar yerdi. Zaten sebze meyvenin de bol zamanıydı ama o bazen yemek yediği ve köftesini çok beğendiği Köfteci İhsan’ın ufacık köfteci dükkânına giriverdi. Bir haylide acıkmıştı. “İhsan bana iki porsiyon köfte” dedi “Hay hay abi” dedi İhsan. Zaman geçmek bilmiyordu. Köfteler gelince alel acele yemeye başladı. Köftenin yarısını yemişti ki hemen İhsan’a seslendi, “İhsan bana iki porsiyon daha köfte at” dedi. “Tamam” dedi İhsan. O iki porsiyonu yerken yine seslendi “İki porsiyon daha” dedi. Bunun üzerine İhsan durumun vahametini anladı ve koşarak dışarı çıktı. Kazım ağanın bir tanıdığına rastladı “Gel Çavuş ağa Kazım ağam var benim dükkânda, altmış köfte yedi daha istiyor, bir şey olacak başımdan al götür şunu” dedi.

Çavuş ağa geldiğinde Kazım ağa yere yıkılmış kendinden geçmiş, üzerine de kaçırmıştı. Çavuş ağa ile İhsan acele ederek Kazım ağayı bir doktora götürdüler. Muayeneden sonra o zamanlar az bilinen şeker hastası olduğunu öğrendiler.

Bundan sonra Kazım ağa İstanbul’da tutunamadı, işini bir başkasına geçici olarak devretti ve köye döndü. İşi geçici olarak devretmişti devretmesine ama onun İstanbul’dan son dönüşüydü bu. Kendisi de bunun farkında idi. Çünkü dizlerinin dermanı yavaş yavaş kesiliyordu.

Köyüne döndü. Köy hayatı devam ederken, büyük kızını gelin etti, arkasından onun küçüğünü… Evde iki kızı bir de Gürcü hanımla kendisi kaldı. Eski saltanatı da sona erdi. İstanbul’da çalışmaya pek cesareti de yoktu… Burada kıt kanaat idare edeceklerdi kendisi ufak tefek çalışıyordu ama işte öylesineydi.

Bir sabah kalktı, güz mevsimiydi… Ekinler ekiliyordu… Köye çok uzak bir yerde büyükçe bir tarlaları vardı. Buraya dört gün ekin ekmeye giderlerdi öküzlerle… Hanımına “Pulluğu, boyunduruğu hazırla, tohumu koy, bugün Karadiken’e ekin ekmeye gideceğim. Ortalık dönüyor yağar yaş olmadan orayı ekelim, orası bize bir harman yapar” dedi. Gürcü kadın kocasının dediğini yaptı fakat kocasının durumunu da pek iyi görmüyordu. Onun için telaşla “Herif bugün beraber gidelim, benim de sana yardımım olur. Sen tohumu saçarken ben öküze eşeğe bakarım” dedi ve kocasını ikna etti. Beraber tarlaya gittiler o gün ekin ektiler amma Kazım ağa öküzleri dinlendirince yatıyor, uyuyordu. Hatta bu arada çift sürmenin yabancısı olmayan Gürcü kadın, kocasını kaldırmaya kıyamadı, kendisi de biraz çift sürdü.

O akşam eve geldiler. Ertesi gün yine gideceklerdi. Çift malzemeleri zaten tarladaydı. Bugün sadece tohum katılacak ve öküzlere yem verilecekti. Başka adama da ihtiyaç yoktu, Kazım ağaya göre ama Gürcü kadın öyle düşünmüyordu. Kocasının yanında mutlaka birisinin gitmesi lazımdı. Onun için kocasına yalvardı, “Ne olur herif ben de gideyim hem çalışır hem de eşirgeniriz (konuşuruz)”…

Kazım ağa “Hayır sen evde başka işlere bak” dedi o gün. Baktı ki olmayacak Gürcü hanım “Hiç olmazsa Ayşe kızımız gitsin seninle öküzlere falan yardımı olur” diye ısrar etti. Ayşe en küçük kızlarıydı. Kazım ağa onu çok severdi onun gitmesine bir şey demedi.

Yol uzundu iki saatte varılırdı, onun için erkenden çıkmışlardı. Yola giderken Kazım ağa dertlendi. Bir of çekti Ayşe “Ne oldu baba bir şey mi var?” diye sordu. Kazım ağa “Kızım ablan; oğlan olsaydı, şimdi ekin ekmeye o gider, ben de evde rahatça otururdum ama olmadı sen oğlan olsaydın sen ekin ekmeye giderken ben de gider sana tohumu saçıverirdim. Sen çift sürerken ben de rahatca yatar seni seyrederdim. Ama felek böyle istedi, eh napalım, buna da şükür, yine de sizler benim canlarımsınız” dedi. Kızı da tebessüm etti sadece…

Tarlaya varmışlardı. Tohumu indirdiler, öküzleri boyunduruğa koştular, yemlediler. Öküzler yem yerken baba tohumu saçtı ve “Bismillah” diyerek öküzleri yürütmek için “hooh” dedi. Elindeki üvendirenin ucundaki çiviyi öküzün arkasına batırır gibi yaptı. Biraz tarlayı sürdükten sonra öküzleri dinlendirdi. Sonra yine kalktı biraz daha sürdü ve öküzleri durdurmak için “doooovah dedi. Boyundurukta bağlı olan öküzleri yemledi. Öğle olmuştu kızı azık çıkınını çıkardı, Allah ne verdi ise yediler. Ya rabbi şükür deyip kalktı. Dizlerindeki dermansızlık gitgide artıyordu. Toprak testiden bir abdest aldı öğle namazını kıldı. Duasını etti… Kızına “Ayşe’m gel şöyle otur da dizine yatayım, biraz uykum var. Sonra kalkar tekrar çifti sürerim” dedi. Yattı ve kızının dizinde düşünmeden edemedi “Be ahmak adam eğer bu oğlan olsaydı dizine yatabilir miydin. Bak hiç itiraz etmedi” diye… “Kız evladı öz evladı” diye boşuna mı söylemiş atalarımız, diye geçirdi içinden…

Akşam oluyordu Kazım ağa uyanmamıştı. Ayşe kız da babasını rahatsız etmek istemiyordu. Hiç seslenmedi. Kendisi de uyuyakalmıştı orada. Artık ortalık kararmıştı. Etraftan kurt ulumaları geliyordu. Uzaktan köylülerin sesleri gece karanlığını yırtarcasına gelmeye başladı: Ayşeeeee, Kazım Ağaaaaaa… Ayşecik gözlerini açtı işin vahametini anlar gibi olmuştu. Ayşe’nin dizinde uyuyan babasının bedeniydi artık. Kazım ağa ruhunu oracıkta teslim etmişti. Ayşe bunun farkına bile varamamıştı.

Gece karanlığında Kazım ağa iki merkebin sırtına kurulan bir ağaçtan tabutla evine dönüyordu. Geçmişe ait dramatik bir yaşanmış bir hikayeyi kaleme aldım. Allah rahmet eylesin kabri cennet mekânı olsun. Bayramınız mübarek olsun. Rabbim cümlemizi sağlıkla tekrarına eriştirsin.