Bugün İsmail Detseli sizlere 70 sene öncesinden çocukluk anılarını anlatacak. Okumak istersiniz değil mi?

Ben Konya’nın bir dağ köyünde doğmuşum. Rahmetli anacığımın söylediğine göre doğumum güz mevsiminde olmuş. Bizim çocukluğumuzda kışlar sert olurdu.  Benim de ailem çok fakir olduğu için sağlam giyecek elbisem yoktu, çok üşürdüm ben. Anam şaka yollu takılır, “güz bülücü” derdi.

Yokluk, kıtlık yılları idi. Nasıl desem ayakta ayakkabı yok, sırtta elbise yok, bol katıklı sebze, meyve, güzel yiyecekler yok. Evde ne bulunursa bulgur pilavı, tirit, papara, unlu bulamaç, ayran, yoğurt oda her evde bulunmazdı. Yani yemeklerimiz kuru gıdalardan ibaretti.

Salatalık, domates ve taze sebzeleri baharın ekerdik ancak temmuz ayı ortalarında yetişirdi bostanlarda. Onlara daha tadına doyamadan iki ay gibi kısa bir sürede biterdi kavun karpuz. Ekmek ise bizim köylerde o yıllarda adet değildi.

Köyümüze yaya olarak 3 buçuk 4 saat uzakta olan Hatunsaray köyü kavun karpuzun bol olduğu bir köydü. Bizim köyümüz de orman köyü olduğu için odunu bol olurdu. Bizde merkeplere odun sarar o köyden kavun karpuz değişir gelirdik. Tabi o da tadına doymadan biterdi. Sonraları köyümüzde kır bostanı dediğimiz karpuz kavun ekilmeye başladı da hasretimiz giderildi böylece.

Öyle günümüzdeki gibi her mevsimde salatalık domatesin haricinde portakal, nar, mandalina bulunmazdı. Bunları kış günlerinde babalarımız Konya’ya merkeplerle gelirler de bir iki kilo portakal mandalina alırlarsa bir kere tadardık. Muzu, kiviyi ve diğer meyveleri hiç bilmez, adını bile duymazdık. O yıllarda işler öyle çok öyle zordu ki köylüler yaz günlerinde birbirilerini ancak arazide tarlada bahçede görürdü. Neden mi? Çünkü yaz günleri çok çalışarak kışa hazırlıkla geçerdi. Kış ayları kasım aralık ayları gelince arazi işleri kısmen biter, insanlar ve hayvanların bir kısmı artık zorunlu olarak evlere çekilirdi.

Eskiden karlar yağmurlar bol yağardı. İlk güz aylarında bir kar yağdı mı bahara kadar üç, dört bazen beş ay karla yaşardık. Peki, kışın işler yok muydu? Vardı elbette. Bizim köyün evleri hanay yani iki katlı olurdu. Alt katta ahır samanlık vardı. Yani yazın bizim işimize yarayan hayvanlardan at, eşek, öküz, koyun, keçi gibi hayvanlar yatardı. Bizler de üst katta kalırdık.

Köylülerin işi kışın da bitmezdi. Bilhassa kadınların işi çok olurdu. O yıllarda her evde çeşme yoktu. Sadece çeşme değil, elektrik yoktu, telefon yoktu. 500 haneli köyde sadece 5-6 evde radyo vardı. O evlere de köyün her çocuğu varamaz radyo dinleyemezdi. Çünkü radyosu olan evler zenginlerin evleriydi.

İş çok olur dedik ya koca köyde en yakın eve 200 metre uzaklıkta olan köy çeşmeleri vardır. Karda kışta bu çeşmelerden analarımız ablalarımız testiler ile evlere su taşırlar ahırlardaki malları da bu çeşmelere kadar sürerler çeşmelerin önünde uzayıp giden su kurnalarından (yalak) sulanıp getirilir. Önlerine yemleri samanları verilir, bu en az iki öğün yapılırdı.

Evin erkekleri herkes emsaline (yaşıtlarına) göre gece sıra oturması (barana) kurarlar, akşam yemeğinden sonra oturmaya giderler, kadınlarla çocuklar evlerde kalırdı. Biz çocuklar bazen analarımıza nazlanır hatta yalvarırdık “Ne olur anacığım biz de bir komşuya oturmaya gidelim” diye. Kabul ederlerse biz de sevdiğimiz güzel mesel (masal) anlatan, hiç kimseyi kırmayan komşu kadınlara gitmeyi yeğlerdik. Buna mecburduk. Herkes sevdiği yere giderdi. Bir eve iki üç defa art arda gitsen kızar, ayıplarlar diye anacığım öyle kimseyi bıktırmaz rahatsız etmezdi. En çok gittiğimiz yakın akrabamız ya da yakın komşularımız olurdu. Öyle dili tatlı nineleri olan evlere oturmaya gitmek bizim için çok zevkli olurdu. Kadınlar kızlar kimi yün eğirir, kimileri çorap, kimileri kazak örer, hepsi birer el işi ile meşgul olurdu. Kimisi yazdan özel hazırlanmış kuru ekin saplarından sele örme işi ile uğraşırlardı. Buna mecburdu köy insanı. Yakında dünür gelen olursa bizde adet çoktu, erkek ve nakışlı kadın çorabı, buğday (ekin) sapından örülmüş seleler, dürü olarak istenirdi. Oğlan evi bunları yazın yapma imkânı bulamaz işten güçten, ancak kış geceleri bu işler daha uygundu. Onlar kendi aralarında bu işleri bazen yarışarak bile çabuk bitirmeye çalışırken biz çocuklar da kendimize göre oyunlar oynardık. Ev meseli (masal) diye bir nevi bilmecelerle eğlenirdik. Köyde hısım akraba veya komşulardan bir hane halkını şöyle sorardık: Bir evde bir avrat, bir herif, iki oğlan, üç kız oturuyorlar. Bilin bakalım bu hane kim? Cevapları doğruyu buluncaya kadar devam eder, ardından bir daha sorardık. Misafiri olduğumuz evin büyük ninesi veya anası bize çocuklar gürültü etmeyin de ben size bir mesel söyleyivereyim dedi mi işte o zaman dünyalar bizim olur, sevinçten havalara uçardık.

Eğer masal söyleyen olmaz ise yine çocuk oyunları oynardık. Sobe… Olmaz, geniş yer ister. Yağ satarım bal satarım… Olmaz, çok gürültülü olur. En iyisi ığım ığım oynamak… “O ne demek” der gibi gözleriniz. Orada beş çocuk var isek oturduğumuz yerde ayaklarımızı orta yere uzatırdık. Ebe olan veya tekerlemeyi bilen şahadet parmağını ağzında oynatarak oooo diye başlar sayardı. “Ene mene engiş dene, lale kökü dilber otu, bakkala buladan baldır pıs.” Parmak hangi ayağın üzerine gelirse o ayak çıkardı. Son ayak kalıncaya kadar bu terlemeler devam ederdi. En son bir ayak kaldı mı onu sayan ebe parmak uçlarından tutar  ve ayak sahibine kız ise yenge, erkek ise emmi keserin kaça der. O da beşe der. Soru soran vurayım mı taşa der, ayak sahibi vur der. Ebe yine sorar demir taşa mı yoksa köfük taşa mı der o demir taşa derse ökçesini yere birkaç defa sertçe vurur. Köfük taşa derse onu biraz daha hafif vurur. Bu oyun bitti mi haydin yeniden uzadın uzadın uzadın der ayaklarımızı uzatır yine oyuna başka bir tekerleme ile devam ederdik.

Sizler şimdi çok şanslısınız, gerçekten şanslı mısınız bilmiyorum. Çocuklar bu oyunlarla büyümüyorlar. Bu büyük kayıp onlar için. Varlık içinde olmaları da şans onlar için. Ben bir defasında ihtiyar ninelerle Konya’ya geldim eşeklerle, şehirli bir arkadaşım bana bir portakal verdi de onu nereden çaldın diye o doğruluk timsali nineler beni epeyce terletmişlerdi.

O güzel orijinal tekerlemelerden bazılarını sizlerle paylaştım. 

Ene mene

Engişdene

Lale kökü

Dilber otu

Tas tus

Bakkala buladan

Baldır pıs

Ooooo

İğne battı

Canımı yaktı

Tombul kuş

Arabaya koş

Arabanın tekeri

İstanbul’un şekeri

Hap hup

Altın top

Gel elimi öp

Şu ayağını çek

Ooooo

Tren yoluna çıktım

Üç gemi gördüm.

Biri a

Biri b

Ortancası

İsmet Paşa

Kalk gidelim

Beşiktaş’a

Beşiktaş’ta

Kız vurulmuş

Altın dişini alalım

Ali beye verelim

Ali bey hasta

Çorbası tasta

Mendili ipek

Kendisi köpek.

Oooo

Iğım ığım

Ilgıdır

Ilgıdırdan

Galgıdır

Sarı gülüm

Sarımsak

Salla beni

Pulla beni

Çek şunu

Oooo

Ene mene dostum

Ben sana küstüm

Çarşıya vardım

Çarşı yok

Pazara vardım

Pazar yok

Bir ekmek aldım

Karnım tok

Acele yedim

Doydum sandım

On ayak saydım

Birini buldum

Ökçesini taşlara vurdum

Oooo

Engene mengene

Ala çuval dengine

Devem gider engine

Sarı yeşil rengine

Bilmem bizimle derdi ne

Ayran kattım çömleğine

Aman çömlek kırılmasın

Sahip ol devem yüküne

Kulpuna köşesine

Varsın Yörük obasına 

BEZİRGÂN İLE KÖYLÜ AYŞA

Ayşa:

Hoş geldin hoş geldin köyümüze Bezirgân başı

Bezirgân Başı:

Hoş bulduk sefa bulduk köyün gözel Ayşası

Ayşa:

Nelerin var yükünde çabucak sayıver bana

Bezirgân Başı:

Ooo çok gıymatlı mallarım var

Top top ipek şallarım var.

Şeker lokum ballarım var

Üzüm de var yükümde, tuzum da var

İnsanlara gülen yüzüm de var

Cin gibi bakıveren iki gözüm de var.

Eee ya senin bunları alacak neyin var köyün Ayşası

Ayşa:

Nelerim yok nelerim yok

Tavuklarımız yumurtladı,

Koyun keçiler oğlakladı,

Anaç tovuğumuz gurkladı,

Yumurtadan piliç çıktı,

Yuvalarımız cik cik oldu

Koyunların yünleri var,

Sağılacak sütleri var,

Sütü sağar yayık yaparız

Sütün yüzü kaymak tutar

Kaymaktan tereyağı çıkar

Yayık ayranımız boldur,

Küpe doldurduk soğuktur

Bezirgân Başı:

Oh gözel Ayşa kızım ne duruyon

Ciğerim yandı ayranı doldur

İçeyim ruhum biraz serinlesin

Bağırınca yer gök inlesin

Ayşa:

Daha bitmedi diyeceklerim

Taze bazlama ekmeklerim

Yanağımın gamzesi var

Gülünce ortaya çıkar

Babamın çok parası var

Evimizin çiçekli bahçası var

Misafire açık sofrası var

Hadi buyur gir evimize

Bereket gelsin hanemize.

Bu güzel dizeler köyümüzde bizim oynadığımız çocuk oyunlarından bazıları idi.