Atıma binip gideyim mazamaz

Her yiğit sevdiği yinen gezemez

Sıfat kocar ama gönül kocamaz

Şimdi gönlüm bir yosmaya düşkündür

Değerli okurlarım şöyle yeni yetişen genç kardeşlerimize bakıyorum da gerek köylerde olsun gerekse de şehirde eski yaşamları eskiden yapılan oyunları düğünleri ve geçmiş yaşamlar nasıldı diye kültürümüzü merak edip hiçbir soruşturma ve geçmişe heves etme yok. Yeni çıkan teknolojik aletler cep telefonları televizyonlar internetle dünyadan haber veren tabletler genç neslimiz yavrularımız elimizden çekip alıverdi. Yahu “Baba veya Anne eskiden düğünler nasıl olurdu? Düğünlerde, bayramlarda neler yapardınız? Kış gecelerinde ne gibi eğlenceler düzenlerdiniz? Gençler, orta yaşlılar nasıl vakit geçirirdiniz? Düğünlerde ne gibi oyunlar yapılırdı ne gibi çalgılar çalınırdı? Konya’mıza ait hangi türküler ve şarkılar icra edilirdi? bir anlatır mısın” demek şöyle dursun bir ata evladına;

-oğlum-kızım eskiden şöyle oyunlar oynardık, şöyle masallar dinlerdik, filan demeye başlasın;

-Ooo bırak Baba, Anne! Canım eskiden öyle imiş, sen şimdiye bak! Benim eskiyle işim yok, rahatım iyi şöyle telefonla! Deyip azarlayıveriyor.

Şimdi zamanımızın çocukları körebe, yağ satarım bal satarım, çelik çomak, bandık, taşları atıp diğer dikili taşı vurmaya çalışılan tana, harman biş, aşşık, oyunları gibi oyunları oynamıyorlar. Buz üstünde düzgün dökülmüş beton üzerinde Konya pırlağı döndürüp uğundurmuyorlar. Küçükten büyüğe hepsi internetçi oldular. O bilinmeyen, bulunmayan örfümüze âdetimize uymayan öldürücü vurucu kırıcı insanlıktan iyilikten yoksun sanal oyunlarla kendilerini avutuyor. Sonra da birçoğu haşin, gaddar birer fert oluveriyorlar. Orta yaşlılar ve hatta büyükler de artık o gece eğlencesi olan yüzük saklama oyunlarını oynayıp ardından esprili part (nükteli şiirsel deyim) çağırıp gülüp eğlenmiyorlar. Daha daha tura oyunu oynayarak, kendilerini döverek gülüşüp oynaşmıyorlar. Onlar da kendilerini televizyona ve internete mahkum ettiler!

Geçenlerde Meram’a doğru yürüyerek şöyle bir gezi yaptım, oralarda eski yeşil ve sakin Meram’ı düşünerek fazla oyalandım sanırım bir mekanda çay içtim, akşam namazından sonra yine tabanvaylarla eve doğru gelirken Durunday, Yorgancı, Lalebahçe, Selbasan, civarlarını adımlayıp geliyordum. Bu arada bu yörede 35 yıl önce geçen eski günlerimi de hatırlıyor iç çekiyordum. Evin birinden öyle bir müzik sesi geliyordu ki sormayın. Yukarda yazdığım dörtlükte Karacaoğlan’ın (sıfat kocar ama gönül kocamaz) şiirini hatırladım. Evin az uzağına eskiden bolca sular akan bir ırmak kenarına oturdum, o eski Konya müziğini Konya mızrabı eşliğinde meşhur Çuhacıoğlu peşrevi ile girilerek Konya ağzı ile söylenen ağır-aksak türküler…

“Güver ekinim Güver su gelir bendi döver (cemilem)

Ardıç arasında biter zambaklar adarya kirazına benzer dudaklar türküsünü.

Enginli yüksekli gayalarımız. Gam ilen yoğrulmuş mayalarımız aman aman,

Ardından budadım bağları yemedim üzüm kaynatın pekmezi, gelecem güzün türküsü ve Sabah erken güneş vurur duvara allı gelin senin kocan avara”

diyerek manalı türküleri çalarken sazlar inleyince içim bir hoş oldu.

Aklıma 60-65 yıl önceki meramın Lalebahçe’nin Dutlu Kırbağları’nda üzüm hasadı, ardından kemre (Sığır Tezeği) yakılarak pekmez kaynatmaları aklıma geliverdi. Yavaşça kimseler duymadan sessizce oradan uzaklaşırken 1961 yılındaki köyümüzden bir düğün ve anıyı hatırladım. Bir düğünün samah gecesi çalgılar çalıyor, gençler kaşıklarla oynuyor, gecenin geç saatleri, bir arkadaşım;

-“Seni dışarıdan bir çağıran var İsmail” dedi.

Çıktım 70’lik bir ihtiyar amcamız müziğe düşkün bana yavaşça şöyle diyordu.

-“Ismaylım, çalgıcı Apdal Aliye söyle kemane ile bir yeşil ipeği çalsın sende türküsünü çığır şu kapı kıyısında dinleyeyim sonra evime yatmaya gideceğim…” deyince ben

-“Emmi ben türküyü söyleyemem” dedim.

-“Hadi len! Ben senin yeşil ipeği söylediğini eşittim, gırma beni” deyince

-“Hay hay olur emmi yanlış yamalak söyleyeyim” dedim.

Kemancı Ali ağaya bu isteği iletince hemen kalkıp kapıya koştu ve oy gadasın aldığım Memet ağam;

-“İçeri gelsene yahu ne deyi girmen içerii” dedi.

O da Ali yaşıma uygun endeşim (Yaşıma uygun kişi) yok, hadi tek keman ile isteğimi yap, fazla çalgı, dümbelek karıştırma dedi, kapının kıyısına çömeli verdi. O çaldı ben de söyledim.

Yeşil ipek bükerim

Derdim kime dökerim

Bu dert senden hatıra

Ahretecek çekerim.

Yeşil ipek dokudum

Sen yanımda yokudun

Gönderdiğin mektubu

Gözyaşımla okudum

Öldürdün beni

ve devamını tamamladık.

Türkü bitti bana işaret etti “gel” diye yanına vardım gözleri yaşarmıştı merhumun;

-sağ ol Ismaylım, ağzına sağlık

deyip gidişini hatırladım. Biz de şimdi onun yaşına gelmişiz. Genç iken bazı meclislere girme cesaretimiz yoktu. Gonyalı toplantı erbabının sözü varmış densiz gençler için. (Âli irfan meclisinde ne arar bu hergele. Tut kolundan at dışarı at dışarı kapıları sürgüle) Yukarda bahsettiğim Konyamıza has oyunlardan biride ilimizle özdeşleşmiş olan Konya kaşık oyunları idi. İşte bu güzel oyunlar bazı ilçelerimize has bir oyun gibi lanse edilse de Konya’mızın bütün yörelerinde ilçelerinde köylerinde her genç delikanlımızın çobanların heves ettikleri bir oyun idi. Nasıl heves etmesinlerdi, bir düğün olurda köylerinde veya bir başka köye düğüne davet edilirlerse orada arkadaşları çalgıların çengilerin hızlandığı bir ortamda hadi kalk bir oyna deseler bilemez ise ayıp olacağını kendisine karşı bir suç sayardı. Onun için dağlarda çobanlar akşamları baranalar da gençlerden biri elindeki değneği saz yaparak bakır sahanı darbuka yapıp yöreye ait oyun havalarının ritimlerini bildiği şekli ile ağzından dilinden çıkardığı seslerle çalardı. Arkadaşları ise ellerine özel olarak topladıkları taşları avuçlarının içine yerleştirerek oynamaya başlayıp kendilerine has oyun içinde yaptıkları figürlerle bu oyunları kendileri mutlaka öğrenirlerdi. Sonra da bir düğünde dernekte iyi oynadığını bilen bir arkadaşının diğerlerine işaret etmesi ile ısrar ederek hadi bir oyna demeleri (zaten bekliyor) ile onun ne kadar bu işte başarılı olduğu meydana çıkardı. Sonrada artık o genç yöresinde dillere destan kaşık oyuncusu oluverirdi. Müzisyenleri yoran kaşık oyuncuları vardı. Bizim gençlik yıllarımızın bu tür önemli isimlerini köylerden ve köyümüzden saymaya çalışsam sayfalar almaz. Bu kaybolmakta olan folklorumuzun devamını acaba kimler getirecek diye gelecekten endişeliyim. Geçmiş 1955-60 lı yıllardaki köyümüzün meşhur kaşık oyunu oynamayı iyi bilenleri. Ve mutlaka her düğün de bunlar arkadaşları olan o düğünlerin vazgeçilmez kaşık oyunu ustalarıydılar. idi. Örneğin bizim yeni yetiştiğimiz yıllarda en meşhur eski oyuncularıydılar. Civar köylerimizden (tulassa) Kayalı köyünde bu işi en güzel Kürtler halayını çekerken, Lazlar horonunu teperken göçmen diye adlandırılan vatandaşlarımız ise kendilerine göre çalgı ve oyunlarını sergiliyor. Daha ülkemizin mozayığı olan diğer vatandaşlarımız kendi kütlülerini unutmadan kaybetmeden devam ederlerken. Bizim İç Anadolu’ya has bilhassa Konya’mızla özdeşleşmiş Konya kaşık oyununun ilelebet unutulmayıp gelecek kuşaklara taşınmasını canı gönülden arzu ediyorum. Hele şu canım eski Konya türküleri var ya, zaman zaman gerek ulusal yayın yapan gerekse bölgesel yayında olan televizyonlarımız hiç olmazsa haftada bir gün Konya’mızın kıyıda kenarda bu işlerle uğraşan profesyonel ve amatör Konya havalarına gönül vermiş gençlerine program yaptırıp, daha çok gençler yetiştirilmesini arzuluyorum; Konya ve Konyalılar adına. Eğer bu yapılmaz ise bu türkülerin ne çalınış şekli ne özel olarak vurulan Gonya mızrabı ve türkülerin sözleri unutulup gidecek. Bu da Konya kültürüne vurulmuş büyük bir darbe olacaktır. Yoksa o yeni çıkmış olan vıttırı vızık, anlamı yok arkası yok, önü yok, kalıcı değil geçici türküler ve oyun havaları bizim havamızın özünü icra edemezler. Konya kültürü millidir ve daima milli olarak devam etmeli vesselam.