Köyümüz nüfus kütüğü 228 hanede Maryalı oğlu Abdurrahman (Köydeki namı Deli Abdurrahman)  olarak kayıtlı olan annem merhumenin dedesi konuşurken alim gibi, çalışırken çok akıllı, ev halkına verdiği emirlerine çok kavi bir ev reisi.

Önce maryalı oğlu lakabı üzerindeki tespitlerimi izaha çalışacağım. Marya diye bir yer Osmanlı topraklarında var mıdır bilmiyorum? Ama bizim köyümüzde birçok ailenin lakabı Vidinligil, Çorumlugil, Kıbrıslıgil, Kırımlıgil, Elkaranlıgil idi.

Daha bunlara benzer birçok lakap olduğunu biliyorum. Bu aileler konusunda maalesef çok bir bilgiye sahip değilim. Ancak, köyümüz arazisinin 5-6 km uzak hududunda köylülerin halen veranalar (virane) diye adlandırdığı eski bir köy kalıntısı var.

Konya Ansiklopedisi’nde okumuştum, Davutlar köyü diye… Köylülerin söylediği ise Kışla köyü ve mevkii. Köyümüzün o civar hududundan geçen Akdeniz’e uzanan İpek Yolu üzerinde batıdan başlayıp İnlice köyü arazisinde Bekece hanı, Kolçayır hanı, Bulumya (Erenkaya) Arkık hanı ve bizim Çileder hanı var. Bu hana ulaşabilmek için Büyük bir akarsu üzerine kurulmuş roma dönemi yapısı olduğu söylenen iki gözlü Çileder Köprüsü geçilerek Hatunsaray yakınlarında Gömse hanı ve buradan iki kola ayrılıp Eksila (Üskisse) May’dan (Kayasu) Bozkır’a ulaşır. Bir kolu da Kavak köyünü takiben devam eden İpek Yolu’na gider. Bu hanlara inen kervanların güvenliğini sağlayan bir köy imiş Kışla ya da Davutlar. Buralara memur olarak diğer Osmanlı beldelerinden gelen aileler vasıtalaşma nedeni ile hanlara inen kervanların özelliği kaybolunca ardından Osmanlı toprakları bir bir kaybolduğu için ülkelerine dönmeyip bizim köyümüze yerleşmişler. Bulundukları arazileri de köyümüz hududuna dahil etmişler. Kendi tahminlerimdir bu bilgiler.

Gelelim Abdurrahman dedemizin hallerine. İki hanımdan 5 oğlan çocuğu olan dedemiz 1268 Rumi, 1852 Miladi doğumlu. İlk eşi Ayşe ninemizden 1280 doğumlu Salih isminde bir oğlu olmuş. Ayşe ninemiz vefat edince köyümüzden Rumi 1275 doğumlu Sümbül Eminesi adlı gözleri hafif arızalı olan ninemiz ile evlenmiş. Bundan sonra aile sümbüller olarak anılmaya başlamış köyde. Sümbül Emine ninemizden, Rumi 1301 Miladi 1885 doğumlu Ahmet amcamız, Rumi 1304 Miladi 1888 doğumlu Abdullah dünyaya gelmiş. Ardından 1310 Rumi 1894 miladi doğumlu olan benim anne dedem Mevlüt dünyaya gelmiş, anne körlüğünden dedeme de intikal eden irsiyetten dolayı gözleri arızalı olun Kör Mevlüt hoca denirdi. Son 5. çocuğu olan 1317 Rumi 1901 Miladi doğumlu Hasan amcamız dünyaya gelmiş.

DİREĞİ DOLAŞ YAT…

Abdurrahman dedemiz bu çocukları ile yaşarken bazı katı kurallar koymuş evinde. Oğullarına akşam erken yatın sabah erken kalkın, işinize bakın dermiş. Bizim köy evlerimizde evin girişine salon değil çardak deriz. Burası geniş olur, binayı üst kirişleri ayakta tutan iki üç tane direk vardır. Dedem çakmaklı 15, 20 santim uzunluğunda bir dolma tabancayı daima yanında taşıdığı için yatmaya giden oğullarına oturulan evin kapsını kapatmadan hadi “Çık direği dolaş yat” dermiş. Üçüncü oğlu Abdullah çok cesur bir gençmiş. Köy bekçiliği yaptığı için köyler arası zuhur eden arazi kavgalarında diğer komşu köylülerin korkulu rüyasıymış adeta. Bir gün dedem Apalak (Bizim köyde Abdullah’a kısaltarak Apalak deriz) “oğlum haydi direği dolaş yat” der. Apalak cevval babasının görmediğini zannederek direği dolaşmadan yatacağı odaya girerken Deli Abdurrahman yanında taşıdığı Çakmaklı tabancasını ateşler. Apalak amcamı kolundan yaralar. O kıvranırken “Ağlan ya gara Apalak babanın sözünü tutacaksın yatağına yatacaksın, istesem seni sırtından da vururdum, ama ikaz için koldan az yaraladım” deyip yarasını tımar etmiş.

İNEK İLE EŞŞEĞİ YEMLEME

Artık çocuklar büyümüş yuvadan uçmuşlar, Sümbül ninem ile Abdurrahman dedem edi bidi, karı koca evdeler. Nineciğim bir gün çok rahatsızmış, dedeme demiş ki “Hay goca çok hastayım. Ne olur ahırdaki inek ile eşeğe bir yem verip gel eşek dayanır ama inek nazik olur açlığa dayanamaz” der. Dedem kazak herif, başkasından emir almayı sevmez ama “Haydi bir öğün vereyim” der gider malları yemler gelir. Ama ne var ki, akşam olacak, ninem yine ağır hastadır, dedeme bir daha yalvarır, “Goca, malları bir daha sulayıp yemleyiver” deyince Rahmeti deli dedem hışımla kalkar ahıra iner.

Bizim köyümüz büyük bir tarihi Hüyük üzerinde kurulu olduğu için Her evin altında ya bir derince kuyu, ya da bir mağara mutlaka vardır. İşte o hışımla inen dedem ineği kesip kuyuya atıverir. Eve gelince, nineciğim “Yemledin mi malları herif biraz geç kaldın?” deyince “Garı eşek dayanır dedin ona yem vermedim, inek de artık yem istemez onu da kesip kuyuya atıverdim. Sabah yem isteyecek yine bana buyuracaksın, ben emir almam bu yaştan sonra” diye çıkışır.

Böyle bir dedenin torunlarıyız ama onlar gibi de kazak değiliz, kılıbık da olmadık. Amcalarımdan Sümbül ninemden olma Ahmet amcamız Konya’da medrese de okuyor,  Apalak amcam Mevlüt dedem Hasan amcam köydeler, aile kalabalık. Çanakkale harbi çıkar her evden bir kişi askere alacak devlet. Mevlüt dedem gözden arızalı, Hasan amcamız yaşı küçük Salih Amcam vefat etmiş ilmiye sınıfında Ahmet var, köy bekçisi cesur Apalak var. Apalak şehre gelir Ahmet ağasına “Ağa Çanakkale harbi çıktı her evden şimdilik mutlaka bir kişi askere alıyorlar, sen İlim tahsil ediyorsun Mevlüt arızalı, Hasan küçük, benim de bir kızım var. Sen oku eve mukayyet ol ben asker olayım” der.

Medreseli Ahmet Gardaşım “Apalak sen şahadetin ne derece bir ulvi mertebe olduğunu bilir istersin de ben okurken bilmez miyim? Sen kal ben gideyim askere. Sizler evi idare edin” der. Bu sözü hazmedemeyen Apalak emmim hemen köye döner, hanımını çocuğunu alır “Gardaşlarım, ağam benim askere alınmamı istemedi. Sizler başınızın çaresine bakın anamı üzmeyin. Ben İlyasbabatekke köyüne kaynatamın evine ayrılıyorum. Oradan askere gideceğim” der göçer ve oradan asker olur. Ardından ilmiye sınıflı ağabeyi Ahmet amcam da gider art arda siperlerde savaşırlar. Apalak amcam, Ahmet amcamın iki manga önünde şahadet şerbetini içer. Ahmet amcam o acıyla saldırır düşmana. Ne var ki o da daha bir kurşun atamadan bir şarapnel parçası ile çenesinden ve kolundan yaralanıp toprağa gömülür.

Harbe ara verilip ölüler toplanırken güç bela ses verir ve diri olarak çıkarılır, geri hizmette tedavi olur. Tebdili havaya göndermek isterler, ama o itiraz eder, “Binlerce kardeşim şehadete erdi, ben de bir can kardeşimi şehit verdim. Düşmana bir kurşun bile atamadım ben orduya hizmet edeceğim” der, harp sonuna kadar orada mutfakta görev yapar.

Çanakkale’den köyümüze gazi olarak dönen tek kişidir Ahmet amcamız. Ben ondan anamın akrabası olduğundan hem de talebe okuttuğu için din eğitimi aldım. Daha o yaşımda Çanakkale harbi ile ilgili bazı yerleri Ganlıdere, Sargı Yeri, Ölü Teskeresi, Anafartalar Morto koyu, gibi isimleri öğrendim. Köyde vefat yılı olan 1959’a kadar yüzlerce Kuran-ı Kerim ve namazlıklar için talebe okuttu, Çolak İmam namıyla. Allah rahmet eylesin.