Milletlerin dünya sahnesindeki önemi, evrensel şahsiyetleriyle belirginleşmektedir. Konya 800 yıldan bu yana pek çok fikir adamına ev sahipliği yapmış, siyasi başkentliğin yanında manevi bir başkentte olmuştur. Selçuklu Devleti'ne başkentlik yapmış olan şehrin, bu özelliğiyle Osmanlı dönemine de manevi ve maddi katkıları olmuştur. Fikir ve kültür zenginliği tüm dünyaya ışık tutmuş ve etkilemiştir.

Sadreddin Konevi Konya'da yetişmiş dünya ölçeğinde bir şahsiyettir. İnsanın varoluş, Allah ve kâinat hakkındaki sorularına akıl, vahiy, bilgi ve keşifle ışık tutan büyük bir değerdir. Mevlana, Şems-i Tebrizi, İbn-i Arabi ve Sadreddin Konevi'nin insan, yaratılış ve eşya hakkındaki görüşleri doğuda ve batıda son derece ilgi uyandırmaktadır.
Konevi başta tasavvuf olmak üzere felsefe, tefsir, hadis ve diğer dini ilimler alanında önemli eserler vermiştir.13.yüzyılda Konya hem Selçuklu başkenti hem de çok büyük şahsiyetleri ağırlayan, onlarla kültür ve düşünce dünyasını derinleştiren bir şehirdir. Konya hakkında Hz. Mevlana'nın dua ve övgüleri bulunmaktadır. Konevi de eserlerinde Konya'dan bahsetmekte ve Konya hakkında “Allah orayı himaye etsin” diye hayır dualarda bulunmaktadır. Konya böyle yüksek şahsiyetlerin ve hayır dualarının bereketiyle her zaman bir maneviyat ve kültür şehri olmuştur.
Sadreddin Konevi (Ebu'l- Meali Muhammed b. İshak b.Yusuf) Malatya' da doğmuş, (1207-1274) Konya'da vefat etmiştir. İslam düşüncesinin kurucu disiplinlerinden birisi olan tasavvufu “Batıni fıkıh” anlayışından bir metafiziğe dönüştürmüştür. Bu yönüyle İslam düşüncesindeki metafizik geleneklerin yönünü değiştirmiş, tasavvuf ile felsefe ve kelam arasındaki ilişkileri yeni bir gözle yorumlamıştır. Bu nedenle Konevi, İslam düşünce tarihinde dönüm noktası sayılabilecek bir mutasavvıf düşünürdür.
Konevi'nin hayatı hakkında kaynaklarda pek az bilgi bulunmaktadır. Bunun başlıca nedenlerinden birisi, Konevi'nin kendisi, hocaları, yararlandığı insanlar ve kitaplar hakkında pek az bilgi vermiş olmasıdır. Öyle ki, Konevi'nin eserlerinden onun yegâne hocasının İbnu'l Arabî olduğu sonucu çıkarılabilir.
Babası Mecdüddin İshak önemli bir mutasavvıf âlim, Selçukluların idari işlerinde görev alan üst düzey bir yönetici olarak kaynaklarda zikredilmiştir. Mecdüddin sultanların oğullarına da hocalık yapmıştır. Sadreddin Konevi soylu ve zengin bir aileye mensup bir insan olarak iyi bir eğitim almıştır. Devrinin önemli hocalarından dersler almış, öte yandan felsefi ilimlerde iyi bir öğrenim görmüştü. Konevi kütüphanesinde bulunan kitaplar aldığı eğitimin kanıtı sayılabilir. Bu kütüphanede felsefeden mantığa, doğa bilimlerine, Arapça, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf gibi devrin tedris sisteminin en temel kitapları vardır. Okuttuğu ilimlerden birisi hadistir. Mantık dersleri okuttuğu da kaynaklarda zikredilmektedir. Ancak özellikle hadis, İbnu'l-Arabi ile birlikte Konevi'nin özellikle fıkha karşı tercih ettikleri ana ilimlerden birisidir. İbnu'l-Arabi, fıkhın ve kelam ilminin dini ilimlerde yol açtığı bir takım sorunları dile getirmişti. Bunların başında fıkıh ve kelamın oluşturduğu formel yapının, hadis ve ayetlerdeki rahat ve geniş anlatımının alanını daraltmış olmasıdır. İbnu'l-Arabi'nin fıkıh ve kelam görüşlerinde Endülüs kültürünün genel yapısının izleri görülür. Konevi de bu konuda İbnu'l-Arabi ile hemfikirdir.
İbnü'l-Arabî, bir menkıbede Endülüs'ten ayrılarak Anadolu taraflarına gelişini Konevî'nin terbiyesiyle irtibatlandırır. Rivayete göre İbnü'l-Arabî'nin, Endülüs'ten ayrılışının kendi isteğiyle olmadığı anlaşılıyor. Bunun bir sebebi olduğunu hissediyor ve bunu öğrenmek istiyordu. Cenab-ı Hak'tan bunu sual edip şöyle der: 'Niçin bu sefere çıkmam takdir edilmiş bunu öğrenmek istiyorum, öğrenmeden de gemiye binmem.' Bu sual üzerine kalbine bu konuda bir bilgi aktarılmıştır: Endülüs'ten ayrılmasının nedeni Sadreddin Konevî'yi terbiye etmek ve onun eğitim işini üstlenmektir. Bunu öğrenince gemiye binmeye karar verir ve Endülüs'ten bir daha dönmemek üzere ayrılır. Abdurrahman Cami Fususu'l-Hikem şerhinde bu olayı aktarır, Konevî Menakıbname'sinde ilk anlatılan menkıbe budur. Rivayetin doğru olup olmadığını tam olarak bilemesek de, sonuçta İbnü'l-Arabî'nin hayatındaki en önemli eserin bizzat Sadreddin Konevî'nin kendisi olduğunu hesaba katarsak, yaşanan hadiseler, bu menkıbeyi doğrulamıştır.
Öyle anlaşılıyor ki Sadreddin Konevî'nin günlük yaşantısı şu olayla değişir. O günlerin Konya'sında son derecede zengin bir şahıs vardı. Malı ve mülkünün sayısını kendisinin bile tam olarak bilemediği derecede varlığa, sayısız koyun sürülerine sahip idi. Bu zata "Hâce-i Cihan (Cihanın efendisi, ağası) derlerdi. "Hoca-i Cihan" diye de anılırdı. Malı, mülkü böylesine çok olduğu halde "Hâce-i Cihanın büyük bir derdi vardı. Çünkü tek evlâdı olan oğlu Sara hastası idi. Biricik evlâdını bu dertten kurtarmak için çok para harcadı. Göstermedik hekim, tabip, uygulamadığı ilaç kalmadı. Ama bunların hiçbiri şifa veremedi, onu derdinden kurtaramadı. Fanî dünya onu da bu şekilde imtihan ediyordu. Ama evlât acısı ile imtihan, imtihanların en zoru, en büyüğü idi. Bu sebeple Hâce-i Cihan onca varlık ve zenginlik içerisinde mutlu ve mes'ud olamıyor; gece ve gündüzler bir baba olarak onu ızdıraptan ızdıraba sokuyordu. Onca zenginliğine rağmen elinden bir şey gelmiyor; sayısız mal ve mülküne rağmen canı gibi sevdiği biricik evladının derdine çare bulamıyordu.
Günlerden bir gün Hace-i Cihan'a, Şeyh Sadreddin Konevî'ye başvurmasını tavsiye ettiler. O da Şeyh'e gelerek, büyük bir acı ve hürmetle yoğrulmuş bir halde, derdini açtı: "Dûnyada bir oğlum var. Bir derde uğradı. Efendimizden, Allah'ın yardımıyla bu çaresiz kalmışa bir çare bulmanızı dilerim."
Şeyh Sadreddin onun bu yakınmaları üzerine şifa ile ilgili bazı Âyet-i Kerimeleri ve duaları okuyarak yazar.
Menâkıb-nâmelerde anlatıldığına göre, Hace-i Cihan'ın oğlu Ali Can, Allah'ın izni ile çok kısa bir sürede şifa bularak, yıllardan beri çekmekte olduğu ve kimselerin çare bulamadığı derdinden kurtulur.
Sınırsız emlâkine, hesapsız servetine rağmen o güne kadar büyük bir elem ve hüzün içerisinde yaşamakta ve bütün varlık ve imkânına rağmen biricik evladının derdine çare bulamayan Hace-i Cihan, yavrusunun iyileştiğini görünce çok sevinir. Dünyalar onun olmuştur. Surûr ve meserretini tarife kelime bulamaz.
Bu coşku ile hemen Sadreddin Konevî'ye koşarak müjdeyi verir. Sevincinden ve memnuniyetinden her şeyini Sadreddin'e bağışlamak ister. Ama o, dünya malı ile ilgisinin bulunmadığını ifade ile kabul etmez. Ardı arkası kesilmeyen ısrarlar üzerine onu kırmış olmamak için onun bağışlamayı teklif ettiği konağını, öğrenci ve dostlarına dergâh" olması için kabul eder. Hace, konağı hemen boşaltarak, şeyhe hibe eder. Şimdilerde, Şeyh Sadreddin Camii diye anılan cami ve türbe'nin yeri, o konağın bulunduğu alandır.
Konevî, Şâfi mezhebine mensuptur. Evini dershane ve imaret yaparak öğrenci yetiştiren bir fikir adamıdır. Bilhassa "Hadis" ilmine çok önem vermiştir. Daha çocuk iken babası vefat etmiş ve dul kalan annesi o sırada Konya'da bulunan Şeyhu'l-Ekber Muhyiddin b. Arabi ile evlenmiş olduğu için onun rahlesinde yetişmiştir.
"Müceddid-i Elf-i Sâni" (İkinci bin yılın yenileyicisi) ve "Şeyh'ul-Ekber" (En ulu şeyh) diye anılan üvey babası ve fikir kaynağı büyük mutasavvıf Muhyiddin b. Arabî'nin, Anadolu'daki mümessil ve müvezziidir. Şeyhi'nin ağır ve zor anlaşılan fikirlerini taşıyan derin anlamlı eserlerini bir ölçüde sadeleştirip, daha fazla insanın anlamasına, gerçekleri öğrenmesine yardımcı olmak üzere eserler kaleme almıştır. Bunlara üstadından farklı olan bazı düşüncelerini de yazmıştır. İbn-i Arabî'nin, "Vahdet-i Vücud" görüşünü, diğer mütefekkir ve mutasavvıfların görüşleriyle bağdaştırmaya çalışmıştır. Önemli muhtevaları sebebiyle eserleri büyük alâka görmüştür. Bunlardan "Miftahu'l-Gayb"ına dokuz ayrı bilginin şerh yazmış olması, bize bu konuda bir fikir verecektir. Onun, mürşidi Muhyiddin İbn-i Arabi'nin "Fusûs" isimli maruf ve meşhur eserine nazire olarak yazdığı "Nusûs"'u son derecede önemlidir.

Hasılı Şeyh Sadredddin Konevi, Konya'mızın yetiştirdiği, medar-ı İftiharı, ender şahsiyetlerden bir tanesidir. Böyle büyüklerin kıymetini bilmek, eserlerini tanıtıp dünyaya duyurmak, eserlerini çalanları bulmak evlad-ı Konya'nın boynunun borcudur. Selam ve dua ile!

Kültür Dünyamız

[email protected]