SEYYİD HARUN VELİ HAZRETLERİ

        Seyyid Harun Hz. Muhammed (SAV)'in torunlarından On İki İmamdan Musa Kazım'ın oğlu Harun Keramet'in torunudur. Anne tarafından ise soyu Veysel Karani'ye dayanmaktadır. Seyyid Harun'un amcası da Horasan emiri  olup onun vefatından sonra Seyyid Harun Horasan emirliğine getirilmiş, daha sonra kendi isteğiyle emirlik görevini bırakmıştır.

     Onunla ilgili bilgiler vefatından(v.1320) 234 yıl sonra 1554 yılında kardeşi Seyyid Bedreddin soyundan gelen Şeyh Musa oğlu Abdülkerim tarafından kaleme alınan Makalat-ı Seyyid Harun adlı eserde bulunmaktadır. Yard. Doç.Dr.Şerafettin Yıldız tarafından sadeleştirilen eser hem Mevlana Müzesi Kütüphanesi hem de Konya Yusuf Ağa Kütüphanesinde bulunmaktadır.

    Esere göre Seyyid Harun Horasan bölgesinde Sünni adil bir emir iken büyükbabası Musa Kazım oğlu Harun Keramet ile Horasan Şahı olan büyük amcasının mezarlarını sık sık ziyaret ederdi. Bir gün ziyaret esnasında gaipten “ Ey Harun! Rum'a (Anadolu'ya) çık. Karaman vilayetinde Küpe Dağı derler bir dağın doğu tarafına şehir yap. O şehrin halkı salih kimselerden ola, şaki olanların akibetleri hayır olmaya” diye bir ses duyar.

    Bu sözler her kabir ziyaretinde tekrarlanınca Seyyid Harun adamlarını toplayıp onlara başından geçenleri anlatır;

- Ben varlık aleminden vazgeçtim. Bana beylik gerekmez. Kendinize başka bir bey bulun! der. O zamanda genellikle bey emirlerden olurdu. Seyyidlerden birini bey yaptılar. Seyyid Harun Sultan, varlık alemini terk etti. Hüda yoluna yönelip nice ilahi sırlara erişti.

     Seyyid Harun Peygamber Efendimizin “Dünya sevgisi her kötülüğün başıdır, dünyayı terk etmek ise ibadetlerin başıdır” hadisiyle amel ederek servetini fakirlere dağıtıp kendini Allah yoluna adadı. Duasıyla dertlilere derman, gözsüzlere fer oldu.

    Bir süre sonra yine aynı sözleri duydu. Fakat Karaman ili ile Küpe Dağının nerede olduğunu bilmediği için halvete girip Allah'a dua ve niyazda bulundu. Heyecanla dergâhtan çıktı! Gökyüzünde bir bulut gördü.   Kendisine bağlı dervişlerine “Hemen hazırlanın, gidiyoruz.” dedi. Kendisini seven müritlerinden evli olanlar aileleriyle, bekârlar ise tek başlarına yol hazırlıklarına başladılar. Kafilede Seyyid Harun'un kardeşi Seyyid Bedreddin, Mahmut Seydi, Akça Baba, Nasipli Baba, Haydar Baba, Ali Baba, Gök Demür Baba da vardı. Kafilenin tümü kırk kişiydi.

       O zamanda Bağdat'ta İmam Cafer-i Sadık soyundan Emir Alaaddin adında ulu bir şeyh vardı. Birçok kerametleri görülmüştü. Seyyid Harun'un kafilesinin bir başka kafile ile birlikte yola çıkmaları ilham olundu. Şeyh Alaaddin'i ziyarete giden kafile önde, üzerlerinde bulut ile Seyyid Harun'un kafilesi bir mil arkalarından yol aldılar. Bağdat'a bir-iki mil kalınca Şeyh Alaaddin ilahi bir kudretle bunu bilip müritlerine “Kutbu aktab geliyor, hazır olun, karşılayalım” dedi. Şeyh Alaaddin Seyyid Harun'un eline sarıldı. Orada bulunanlar da Şeyh Alaaddin'in yaptığı gibi eline sarılıp öptüler.

     Seyyid Harun ile Şeyh Alaaddin önde, halk arkalarında şeyhin dergâhına vardılar. Şeyhin müritlerinin haddi aşıp “Sultanım, sen Cafer-i Sadık neslinden bir kutbu alim iken neden bu kişiye kendini teslim ettin? demeleri üzerine Şeyh Alaaddin şöyle dedi:

     - Bu sözleri bir daha duymayayım. Bu insan ulu bir kişidir. Rabbani bir ilham ile padişahlığı terk edip kutbu aktab olmuştur. Allah'a şükür Hak Teala bunun dizdarına bizi yetiştirdi.

 Seyyid Harun ile Şeyh Alaaddin 40 gün halvete girip münacata vardılar. Şeyh Alaaddin, Seyyid Harun Veli'ye şeyhlerin izlediği yol hakkında bilgi verdi. Tarikat usul ve erkânını öğretti. Aba ve asa verip esmalar telkin etti!Daha sonra Şeyh Alaadin konuğunu Bağdat'ın çıkışına kadar götürdü. Bu sırada gökyüzündeki bulutu fark edince “Hak Teala sana zaten kılavuz kılmış” deyip Seyyid Harundan izin istedi. Orada vedalaştılar. Şeyh Alaaddin Bağdat'a geri döndü.

Sonra evliyâlar otağı, ilim ve irfân yatağı Konya'ya vardılar. Bir süre önce vefât eden bu beldenin büyük âlimi Hoca Ahmet Fakîh'e; “Sultânım! Senin dünyâya vedâ etme zamânın yaklaştı. Ne olur, yerine birisini bıraksan. Size halef olup, bizim rûhumuzu terbiye etse.” diye yalvarmaları üzerine; “Yakın zaman içinde Acem taraflarından bir velî gelir. Onun adı Hârun'dur. Alâmeti, sağ elinde beyaz bir ben vardır. Beni isteyen onda bula.” buyurdu. Seyyid Hârun Konya'ya vardığında uzun süre câmide Allahü teâlâya ibâdet etti. Bu duruma çok hayret eden Konyalılar, bu zâtı merak ettiler. Seyyid Hârun Velî olduğunu öğrenince, Mevlânâ Ahmed Fakih'in vefât etmeden önce kendilerine tavsiye ettiği zât olduğunu anladılar.                                                           “Ey dostlarım! Yola çıkalım, gideceğimiz yer yakınlaşmış gibi görünüyor.” dedi. Yola çıktılar.Hatunsaray köyünde kardeşi Seyyid Bedreddîn'in hastalığı şiddetlenerek vefât etti. Oraya defnettiler.Kabrinin bulunduğu yer, “Körpe Seyyid ” ismiyle meşhurdur..

         Kâfile yoluna devâm ederek Çukurçimen civârında bir yerde konakladı. Burada su yoktu. Kâfiledekiler kendi kendilerine; “Ah bir su olsaydı, ne olurdu?” diyordu. Seyyid Hârun Velî'ye bu durum Allah Teâlânın izni ile mâlum oldu ve onlara; “Size su mu gerek!” dedi. “Evet.” dediklerinde, asâsını yere sapladı. Allah Teâlânın izni ile bir su fışkırdı. Hârun Velî kaynağın yanına küçük bir mescid inşâ ettirdi. Bir süre sonra kâfile yoluna devâm etti. Bulut gittikçe yere yaklaştı. Hârun Velî; “Ey yârenlerim! İnşâallah menzilimiz yakın olsa gerek.” dedi. Bu arada bir tepeyi aştıklarında kendilerine rehberlik eden bulutun, ovanın batı kısımnda yer alan bir dağın eteğinde durduğunu gördüler. Hârun Velî'nin emri üzerine orası konak yeri oldu. Fakat Hârun Velî buranın Küpe Dağı olup olmadığında şüpheli idi. Burası bugün Karaviran nâhiyesi olarak bilinen yerdi. Hârun Velî burada içindeki şüphenin giderilmesi için kırk gün Allah Teâlâya yalvardı.

         Beyşehir bölgesinde Eşrefoğlu hüküm sürüyordu. Ona gidip; “Efendim! Velvelid şehri harâbelerinin güneyinde Horasan'dan gelmiş birisi şehir kuruyor. Taşlar koyun gibi o zâtın istediği yere yükselip konuyormuş.” dediklerinde, öfkelenen Eşrefoğlu hemen iki adam gönderip, onu buraya getirin diye emir verdi. O adamlar gelip bütün olanları görünce cezbeye gelip âşık oldular. Geri dönmeyi akıllarına bile getirmeden canla başla çalışmaya başladılar. Onların geri dönmemesine kızan Eşrefoğlu, bu sefer on kişi gönderdi. Onlar da Hârun Velî'nin yanına gelip durumu görünce, içten bir bağlılıkla bağlanıp geriye dönmediler. Eşrefoğlu yedi kere adamlar gönderip, bir netice alamayınca, asker toplanması için emir verdi ve; “Gidelim onun yaptığı işlerin hepsini yıkalım.” dedi. Fakat daha sonra gördüğü olağanüstü haller sebebiyle birçok vakfiyede bulundu ve ona gönülden bağlandı.

        Bu sırada Ilgın'da ikâmet eden Dediği Sultan isimli Horasan'dan gelmiş velî bir zât vardı. Talebeleri ona; “Efendimiz! Velvelid iline büyük bir velî gelmiş. Çok kerâmetleri görülmüş, onun fazîlet ve şerefi halk arasında dillere destan olmuş. Herkes ondan bahsediyor.” dediler. Dediği Sultan da; “Öyle ise o mübârek zâtı ziyâret etmek bize borç oldu. Hemen onun ziyâretine gitmeli.” buyurarak yanına iki talebesini alıp yola çıktı. Çiğil Dağına geldiklerinde, önlerine bir ayı çıktı. Kendisine itâate geldiğini anlayan Dediği Sultan, hemen ayıya bindi. Çivril Dağlarına geldiklerinde, Allah Teâlânın izni ile bu ziyâret Hârun Velî'ye mâlûm oldu ve talebelerine; “Dediği Sultan bir ayıya binmiş bize ziyârete geliyor. Gelin biz de o mübârek zâtı karşılayalım.” dedi. Hârun Velî'nin talebeleri; “Efendimiz! O zâtın bir ayıya binerek gelmesi bir kerâmetidir. Bu kerâmeti sâyesinde, içimizdeki îmânsızların îmâna gelmelerini kuvvetle ihtimâl etmekteyiz. Bunun üzerine Hârun Velî işâretle bir taşı gösterdikten sonra; “Yâ Allah!” deyip taşın üstüne bindi. Taş, Allahü teâlânın izni ile yürümeye başladı. Bu halde giderlerken, Ilıca köyünün doğu tarafından Dediği Sultan'ın ayı üzerinde geldiğini gördüler. İki velî karşılaştıkları zaman, birisi ayıdan, biri de taştan indi. Bu durumu gören kâfirlerin çoğu müslüman oldu. Bu karşılaşma tam öğle vaktinde idi. Hârun Velî; “Cemâatle öğle namazını kılalım. Herkes abdestini alsın.” dedi. Fakat abdest almak için orada su bulamadılar. Hârun Velî asâsını toprağa batırdı. Allah Teâlânın izni ile bir pınar çıktı. Herkes, günümüzde Dediği Sultan Pınarı ismiyle bilinen o pınardan abdest aldı. Hârun Velî, Dediği Sultan'a imâm olmasını söyledi. Dediği Sultan; “Siz varken ben imâm olamam. Ben ümmiyim.Zahiri ilimleri bilmem. Ricâ etsek de siz kıldırıverseniz.” dedi. Öğle namazını Hârun Velî'nin arkasında edâ ettikten sonra, yürüyerek şehre girdiler. Şehri dolaştıktan sonra Hârun Velî'nin husûsî ibâdethânesinde üç gün sohbet ettiler. Dediği Sultan bir müddet kaldıktan sonra Ilgın'a döndü.

      Seyyid Hârun Velî'nin hastalığı günden güne ziyâdeleşince, talebelerine; “Ey yârenlerim! Artık biz âhirete gidiyoruz. Öldüğümüz zaman beni ibâdet yerim olan buraya defnediniz. Üzerime bir türbe yapınız. Hepiniz haklarınızı helâl ediniz.” deyince, herkes gözyaşı dökmeye başladı. Hârun Velî onları îkâz etmek için; “Siz bana niçin ağlıyorsunuz. Ben hayâtım boyunca, sevdiğim ve rızâsını almaya uğraştığım mukaddes dostuma gidiyorum. Sizleri de O'na emânet ediyorum.” dedikten sonra Kelime-i şehâdet getirerek 1320 (H.720) senesinde rûhunu teslim etti. Allah rahmet eylesin. Amin.

1) Makâlât-ı SeyyidHârun Velî                                                                     Muhammed ACIYAN
2) Seydişehir Evliyâları                                                                                [email protected]

                                                                                                                     Kültür Dünyamızdan