1895 yılında İstanbul'un Beykoz ilçesinde dünyaya gelmiştir.

      Tahsil hayatına, babasının kadılıkla görevli bulunduğu Midilli'de atılmış, rüştiyeyi İstanbul, Isparta ve Medine'de okumuş, idadinin ilk kısmını Balıkesir'de okumuş, öğrenimini babasının kadı olarak gittiği Ankara'da 'Ankara Sultanîsi'nde tamamlamıştı. 59 yıl sürecek olan öğretmenlik hayatına böyle adım atmıştı.

      Yasaklarda, Arapça ezan okuttu!

    Sözünün tam manasıyla eriydi. Çok güzel şiir okur, heyecanıyla insanı tesiri altına alıp, sözlerini âdeta muhatabının hafızasına nakşederdi. İslâmî kurumlar birer birer yıkılıp millet iman ve Kur'an'dan mahrum edilirken, O iman, Kur'an ve ezan mücadelesi vermekten çekinmemişti. O, Edremit'te ezanın yasak olduğu devirde oradaki İmam Hatip Okulu'nun müdürü iken, edebiyat dersi yapıyor görünerek Tevfik Fikret'in “Sabah Ezanı” şiirini vesile ederek, Arapça ezan okutuyordu.

“Allah u ekber, Allah u ekber!

 Bir semt-i ulvî güya tabiat,

 Hamuş hamuş eyler ibadet”

     İstanbul'a tayin edilince çeşitli okullarda görev yaptıktan sonra, Haydarpaşa Lisesi edebiyat hocalığı ve İmam Hatip Okulu müdürlüğü yaptı. 1960'da 65 yaşında iken emekliye sevk edildi.

       Elini hasenata alıştır!

     Mahir İz Hocaefendi, zekât konusunda çok hassastı, dünya ve dünyalıklara hiçbir metelik vermezdi. Talebelerinden Prof. Dr. Mustafa Uzun (Hoca), bu konudaki bir hatırasını şöyle anlatıyor:

      Diyanetteki görevime yeni başlamıştım. Mahir Hoca bunu duyunca, “Mustafa, ilk maaşını alır almaz harcamadan bana gel!” demişti. Ben de öyle yaptım, ilk maaşımı aldığımda tek kuruşunu harcamadan doğruca Hoca'ya gittim. Herhalde bir yerlere gidecek, yiyip içeceğiz, diye düşündüm. Gerçi onu da yaptık, ama Hoca'nın bana ilk maaşını alır almaz, “doğruca bana gel,” demesinin asıl sebebi başka imiş! Maaşımı alınca hepsini Hoca'nın önüne koydum. Bana şöyle dedi:

“Hesap et bakalım, yüzde iki buçuğu ne ediyor?”

“Hocam, niye böyle hesap kitap edip duruyoruz? Gideriz bir yere, yediğimizi yer, yemediğimizi cebimize koyar döneriz!”

“Sen şu maaşın yüzde iki buçuğunu şöyle ayır bakalım bir tarafa; yeme içme faslı ayrı bir mesele!”

Hesap ettim, ayırdım!

“Şimdi şu kenara ayırdığın yüzde iki buçuk, maaşının zekâtıdır. Her ay maaşını alır almaz yüzde iki buçuğunu hesapla ve fazla bekletmeden bir muhtaca ver

“Hocam, benim etim ne, budum ne; bana zekât düşmez ki!”

Ben böyle bilgiçlik taslayınca, Mahir Hoca şöyle ki:

   “Evlâdım, sen memur adamsın, ayın birinde maaşını alırsın, on beşinden sonra biter. Nisab-ı şer'i falan kollarsan, belki ömrün boyunca zekât veremezsin, Hâlbuki memleketimizde bir sürü muhtaç insan var. Onların nisap beklemeye tahammülleri yok! Bekletirsen zaten veremeyeceksin. Onun için elini zekâta, hayır ve hasenata ilk maaşından itibaren alıştırmaya bak!”

    O gün öyle ıkındım, sıkındım, ama sonradan çok faydasını gördüm Hoca'nın bu tavsiyesinin!

     Siz beni hoca mı zannettiniz?

      Mahir Hoca, Türk, Arap ve Fars edebiyatlarına -bu lisanları iyi bilmesiyle- bihakkın vâkıftı. Çok güzel şiir okur, heyecanıyla insanları tesir altına alır, âdeta sözlerini muhatabının hafızasına nakşederdi. Hatalarına daima herkesin içinde istiğfar ederdi. Âlim olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi, pohpohlanmaktan hoşlanmadı.

      Bir defasında talebelerinin kendisini hayran hayran dinlediklerini görünce sözünü keserek

“Ne o, yoksa sizler bizi hoca mı zannettiniz? Zehebennas, bâkıyyen nesnas!” dedikten sonra, yetiştiği devrin âlimlerinden söz etmeye başladı:

   “İnsan sevapları ve günahlarıyla insandır! Günahın mevcudiyeti kemal için bir nâkısa teşkil etmez. Asıl olan insanın kendini ve haddini bilmesidir. Şunu unutmamalıdır ki; dalkavuklardan hoşlananlarda kemal aranmaz!”

     Her cevabına bir lira!

       Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı bir hatırasını şöyle aktarıyor:

       “Yüksek İslâm Enstitüsü'nün 2. sınıfındaydım. Bir gün beni yemeğe götürdü, sonra Bayezit'ta bir camiye girdik. O sırada rahlenin arkasında kaybolmuş bir küçük çocuk Kur'an çalışıyordu. Hoca, kendisine şefkatle baktı ve yanına oturdu. Camide başka kimse yoktu. Bir müddet sonra bana para verip defter, kalem ve silgi almamı söyledi. Alıp getirdim. Besmele ile deftere Elifba'yı yazdı.  O sırada çocuğa bazı dini sorular sordu. Her cevap alışında bir lira veriyordu. Sonra bu yazdıklarını arka sayfalara yazmasını, bir süre sonra aynı gün ve saatte kendisinin veya göndereceği bir başkasının gelip tashih edeceğini ve doğrular için para vereceğini söyledi. Fakir çocuğun yüzü sevinçle aydınlanmıştı. Mahir Hoca'ya büyük bir minnetle bakıyordu, Camiden bizler de memnun ayrılmıştık!”

       Buraya benim için geliyorsun!

      Edebiyatımıza Tasavvuf, Din ve Cemiyet, Yılların İzi gibi kıymetli eserler kazandıran Mahir Hoca, 1965 -66 yılında Özel Fatih Koleji'nin kurucu müdürlüğü görevinde de bulunmuştu. Ayrıca İlim Yayma Cemiyeti, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı ve Millî Kültür Vakfı'nın da kurulmasında da rol aldı.

    Talebelerinden biri bir hatırasını şöyle naklediyor:

    Yıl 1968 idi! Hoca'nın “Tasavvuf” isimli kitabının yazımı ve yayımıyla ilgili çalışmaları yürüttüğüm için, Feneryolu'ndaki evine çok gidiyordum. Hoca, her gidişimde bana dolmuş ücreti üzerinden gidiş dönüş parası verirdi. Tabi ben böyle şeylere alışık değildim.  Birkaç defa almak istemediysem de o ısrarla:

   “Hayır, sen buraya benim için geliyorsun, bu parayı alacaksın!” demişti. Yine devamla;

   “Tarikat-ı Furkaniye'de esas, insanın nefsi için uygun gördüğünü, kardeşi için de uygun görmesidir!” demişti.

    Mahir İz Hocaefendi, 9 Temmuz 1974 günü vefat etmiş ve Sahra-yı cedit mezarlığına defnedilmişti! Allah rahmetini daim eylesin! Amin.

Muhammed ACIYAN

[email protected]

Kültür Dünyamızdan