Türkistanda yetişen alperenleri vasıtasıyla Anadolu'da dünyanın farklı bölgelerinde İslam'ın yayılmasına vesile olan mutasavvıfların büyüklerinden bir tanesi de Hoca Ahmet Yesevidir. Ahmed Yesevî hazretleri, Türkistan bölgesinde, “Hoc'ahmed, Pir-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hazret Sultan, Hace Ahmed, Kul Ahmed Hace” gibi unvanlarla tanınır. Kendi adıyla anılan Yesevîyye tarikatının esaslarını belirlemiştir.
     “Divân-ı Hikmet” isimli eseriyle Arap ve Fars dilini bilmeyen sıradan Türkistanlılara, çevrede yaşayan bütün Türk topluluklarına Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyeyi, Türkçe yazdığı şiirleriyle aktardı ve öğretti. İslâmın akıllara ve kalplere yerleşmesinde adetâ nurdan bir köprü oldu.
    Ahmed Yesevî, bugünkü Kazakistan Cumhuriyetinin güneyinde yer alan Çimkent şehri yakınlarında bulunan Sayram kasabasında dünyaya geldi. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında vefat ettiğine dair bilgiler gözüne alınarak, 1093 yılında doğduğu kabul edilmektedir. 
   Babası Sayram kasabasında yerleşmiş ünlü bir âlim olan İbrahim Şeyh, annesi ise Ayşe (Karasaç) Ana olarak bilinir. Kaynaklarda İbrahim Şeyh'in Hazret-i Ali'nin (r.a.) oğullarından Muhammed Hanefî'nin neslinden geldiği kaydedilir. Annesi ve babasına ait türbeler Sayram Kasabasında olup, bu türbelerin Ahmed Yesevî tarafından yaptırıldığı rivayet edilir. Şeyh İbrahim'in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmet Yesevî, ilk eğitimini yedi yaşında itibaren babasından aldı ve bu eğitimi babasının vefatına kadar devam etti. Bu sıralarda, Arslan Baba adlı meşhur bir mutasavvıf vardı. Bu zât babasının vefatından sonra onun eğitimini üstlendi ve aynı zamanda manevî babası da oldu. 
     Kaynaklara göre Arslan Baba, Yesi'ye gelerek daha küçük bir çocuk olan Ahmed'i bulmuş, yanında bulunan Hz. Muhammed'e (sav) ait bir emaneti ona vermiş ve terbiyesiyle meşgul olup irşad etmişti.
    Baba Arslan hazretlerinin vefatından sonra, onun manevî işaretiyle Buhara'ya giderek Ehl-i Sünnet âlimlerinin en büyüklerinden olan Yusuf-u Hemedânî'den manevî ilimleri tahsil etti. İcazet alıp talebe yetiştirmekle vazifelendirildi. Bu sırada Ahmed Yesevî henüz 27 yaşındaydı.
      Ahmed Yesevî, şeyhi Yusuf Hemedânî'nin vefatından sonra dergâhın sorumluluğunu üstlenen üçüncü halef olarak, bir süre Buharâ'da hizmete devam etti. Buharâ' sufîlerine rehberlik hizmetinin ardından, şeyhi Yusuf Hemedânî'nin verdiği bir işarete uyarak, irşad makamını Nakşibendiyye tarikatının yıldız isimlerinden Abdülhalık Gücdüvanî'ye bırakarak Yesi'ye döndü ve buraya yerleşti.         

     İrşad ve manevî rehberlik faaliyetlerini Yesi merkezli olarak sürdürmeye başladı. İbadetle dolu hayatının boş kalan vakitlerinde ise tahtadan kaşık ve kepçe yontuyor, onları satarak geçimini sağlıyordu.
      Ahmed Yesevî, çocukluk yılları da dâhil olmak üzere, tüm hayatı boyunca Sünnet-i Seniyyeye sıkı sıkıya bağlı kaldı.
     Sünnet-i Nebevîye olan bağlılığının derecesini gözler önüne seren bir rivayete göre Ahmed Yesevî, Yesi de 63 yaşına gelince, halvethâne olarak kullanacağı bir yer altı mescidi yaptırdı. Bu mescide dergâhının avlusuna açılan bir merdiven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılabiliyordu. Bu mekânın hazırlığı tamamlanınca talebelerini dergâhın avlusunda topladı ve onlara şöyle seslendi:
“Ey gönül dostları! Allah-u Teâlâ'nın en sevgili kulu olan Peygamberimiz (sav) 63 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım. Artık şu gördüğünüz çilehaneye çekilecek, ömrümün kalan günlerini bu hücrede tamamlayacağım.”
     Ahmed Yesevî'nin yeraltında uzun süren inziva hayatını yaşadığı hücresine ait kalıntılar günümüzde de aynen muhafaza edilmektedir.
    Ahmed Yesevî, hikmetlerinin çoğunda, uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed'in (sav) 63 yaşında vefat ederek yeraltına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Hz. Muhammed'den (sav) daha fazla gezmekten hayâ etmesini göstermiştir.
     Yaklaşık 10 yıl süreyle ahiret ehli biri gibi yeraltındaki çilehanesinde uzletini sürdürdüğü ve 73 yaşında vefat ettiği sanılmaktadır.
    Ahmed Yesevî, Yesi'ye müridlerine İslâm'ın zahirî ve batınî ilimlerini öğretti. Rivayetlere göre dergâhında yetiştirildikten sonra Hind Kıtasından İdil Boylarına, Çin Seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşad göreviyle gönderdiği dervişlerinin sayısı yüz bine yakındı.
     Ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi de, Hoca Ahmed Yesevî'nin soyundan geldiğini Seyahatname'sinde belirtir. Evliya Çelebi, ayrıca gezdiği yerlerde rastladığı Yesevî dervişlerine ait makamları da eserinde kaydetmiştir. Yesevi dervişlerinin meşhurlarından birisi de Nevşehir'e yerleşen Hacı Bektaş-ı Veli idi.
           DİVâN-I HİKMET
    Ahmed Yesevî, tarikatını sülûk adabını talebe ve müridlerine anlatmak için, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle hikmetler söyledi; bu şiirler daha sonra özgün bir isim olarak “Hikmet” adı ile tanınıp “Divân-ı Hikmet” adı verilen eserde bir araya getirildi.
     Divan-ı Hikmet'i meydana getiren ve Ahmed Yesevî'nin yeraltındaki uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevî halleri anlatan hikmetler önemli bir yere sahiptir. Divan-ı Hikmet'ten anlaşıldığına göre, hikmetlerinin büyük bir kısmı, İlahî ilham ile bu mekânda Ahmed Yesevî'nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından kâğıda geçirilmişti.

     Konunun uzmanlarına göre Divan-ı Hikmet'in önemi, İslâmiyet'ten sonraki Türk Edebiyatının Kutadgu Bilig'den sonra bilinen en eski örneklerinden birisi ve tasavvufî Türk edebiyatının ilk eseri oluşundan kaynaklanır. Ancak bu iki özelliğinden daha ileride olan yönü, bu eserin Türk dünyasında meydana getirdiği tesirlerdi. 
      Sovyet Rus yönetiminin hakim olduğu yıllarda Müslüman Türk Cumhuriyetlerinde diğer İslâm büyükleri gibi Ahmed Yesevî de unutturulmağa çalışıldı. Ahmed Yesevî'nin 1917 Bolşevik ihtilaline kadar gerek Kazan'da gerekse Taşkent'te defalarca basılan “Divan-ı Hikmet”in yayınlanması ve neşredilmesi yasaklandı.

    Anadolu'da ve hattâ Rumeli'de İslâm'ın yayılmasında çok önemli bir yeri vardır. 1993 yılının Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı tarafından Hoca Ahmed Yesevî yılı olarak ilan edilmesi ve bu yıl içinde yapılan tanıtım programlarıyla, bir nebze de olsa tanınması ve anlaşılması sağlanmıştır.
      Diğer yandan Fuad Köprülü'nün, Ahmet Yesevî hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışma olarak kabul edilen “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eseri ülkemiz adına övünç kaynağı olarak gösterilebilir. Ayrıca Kemal Eraslan tarafından yapılan “Divan-ı Hikmetten Seçmeler” adlı çalışma, bu eserin tanınmasında önemli bir oynamıştır. 
      Sonuç olarak Ahmed Yesevî, bir manevî kutup olarak, çevresine toplananlara ömrü boyunca nur ve feyiz saçmıştır. Kur'an ve Sünnet çizgisinden, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat ekolünün istikametinden zerre kadar da sapmamıştır. Yetiştirdiği ve irşad ettiği talebelerine de aynı anlayışı, inanç ve gayreti aşılamıştır. Bu yönüyle, gerek yaşadığı süre zarfında, gerekse talebeleri aracılığıyla özellikle Orta Asya'da yaşayan Türk toplumlarının İslâm'ı en doğru ve müstakim çizgide öğrenmelerine, Anadolu dâhil dünyanın değişik bölgelerindeki insanların Müslüman olmalarına vesile olmuştur.

     Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Amin.