“On üçüncü asır sonlarında doğru, biri Konya'da, diğeri Eskişehir civarında iki büyük ruh kahramanı yükselir. Mevlâna ve Yunus Emre... Bunlardan birincisi yüksek tabaka, ötekisi halk tabakası üzerinde asırlarca devam eden bir saltanat kurarlar.”

Gerçekten de mukayeseli bir çalışmayla bunları incelediğimizde aynı çağda yaşamış bu “iki ruh kahramanı”nı birbirinden ayrı düşünmek imkânsız görünmektedir. 

Ortak noktalar

1-)Bu iki isim arasındaki ilk ortak nokta çağdaş oluşlarıdır. Mevlâna (1207-1273), Yunus Emre(1240- 1320) tarihleri arasında yaşamışlardır. Yani Mevlâna'nın vefatında Yunus 33 yaşında, Yunus'un doğduğu zamanda ise Mevlana 33 yaşındadır. İlginç bir tevafuku oluşturan bu durum her iki ismi aynı çağın insanları olarak görmemizi gerektirmektedir.

2-)Diğer bir ortak noktaları ise her ikisinin de mutasavvıf-şair olmaları, diğer mutasavvıf şairlerde olduğu gibi şiiri duygu ve düşüncelerini halka aktarmada bir vasıta, bir form olarak görmeleri fakat bunu çok sanatkârane yapmış olmalarıdır! Tek farkı birinin Türkçe, diğerinin Farsça ile söylemiş olmasıdır ama bu farklılık bu müşterekliği elbette ortadan kaldırmaz. 

3-)İkisi de vahdet-i vücut anlayışına bağlı birer sufidir. Bilindiği gibi XII. ve XIII. asır, Anadolu'da tarikatlar asrıdır. Bu süreç içerisinde tarikatlar üzerinde en çok etkili olan isim Muhyiddin İbni Arabi(1165-1240)'dir. 1204 yılında Konya'ya gelen M. Arabi, Anadolu'da vahdet-i vücut anlayışının yayılmasına vesile olmuştur.

Bu anlayışın ondan sonraki en önemli ismi elbette ki Mevlâna'dır. Dolayısıyla bu anlayış yankısını önce Mevlâna'da bulur. Böylece Moğol zulmünün kasıp kavurduğu Anadolu'nun Konya şehrinde Muhyiddin İbni Arabi'den sonra bir Mevlâna rüzgârı esmeye başlar. Böylece Konya, bir ilim ve irfan şehri olarak onun nefesiyle yeni bir cazibe merkezi olur. Burada inancın, sevginin, barışın, kardeşliğin sesi yükselir. Üstelik oldukça evrensel bir söyleme dönüşerek, coğrafya, ırk, dil, din farkı gözetmeyen bir sestir bu. 

4-)Peki, bu benzerlikler, her iki ismin tanışıp görüşmelerinin de bir sonucu olabilir mi? Bu kimi araştırmacılara mümkün görünmektedir. Çünkü halk, Yunus'u ne kadar ümmi bir şair olarak görmek istese de, onun belli bir tahsil süreci geçirdiğini şiirlerinden çıkarmaktayız. O, irfan yolundan önce ilim yolunda yürümüştür. Üstelik bu durum, yani ilimden irfana geçiş de bu yoldaki her isimde görebileceğimiz bir durumdur.

Yunus, tahsilini muhtemelen Konya'da yapmıştır. Çünkü Konya'nın o çağda Kayseri ile birlikte böyle bir ilim merkezi olma hüviyeti vardır. Konya medreseleriyle, dar'ül-huffazlarıyla, dar'ül-hadisleriyle, hankâh ve zaviyeleriyle ünlü bir yerdir. Bu durum, Yunus'un tahsilini Konya'da yapmış olma ihtimalini güçlendirmektedir. Durum böyle olunca da Yunus'un Konya medreselerindeki öğrenimi sırasında aynı şehirde bulunan Mevlâna'dan; Mevlâna'nın da meclisine gelen Yunus'tan habersiz olması düşünülemez. Dolayısıyla Yunus, ilim tahsilinden sonra irfan sularına kulaç attığında en yakınında bulunan isim olarak Mevlâna'yı bulmuştur.

Bunu nerden mi biliyoruz? Şüphesiz, bu konuda elimizde somut belgeler yok. Ama doğrusu bu anlamda bir belgeye de fazlaca ihtiyaç olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü şairin eserinden daha büyük belge olmaz. Öyleyse Yunus'un şiirleri bu anlamda bir belge olarak pekâlâ görülebilir. Buna göre Yunus, şiirlerinde Mevlâna meclisinde bulunduğunu bizzat kendisi söylemektedir:

Mevlâna sohbetinde saz ile işret oldu

Ârif manaya daldı çün biledir ferişte(h) 

Yunus'un Mevlâna'ya duyduğu muhabbeti; Mevlana da Yunus'a karşı duymuş “görklü nazar”ıyla Yunus'u mana âlemlerinin derinliklerine indirmiştir:

Mevlâna Hüdavendigâr bize nazar kılalı

Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır

Beyti ancak böyle hususi bir yakınlığın söyletebileceği bir beyit olsa gerektir. Nitekim bu beyitlerden hareketle Abdülbaki Gölpınarlı, Tuncer Gülensoy Mehmet Önder, Beşir Ayvazoğlu gibi pek çok araştırmacı Yunus'un Mevlâna ile görüşmüş olabileceğinden söz etmektedirler.

Menkıbelerde Yunus Emre ve Mevlâna

a-Mevlâna-Yunus Emre birlikteliği ve yakınlığı Mevlevi menkıbelerine de konu olmuştur. Bunlardan birisi şöyledir: 

“Yunus'un Konya'da bulunduğu günlerde bir gün yine uzun uzun Mesnevi sohbeti yapılmış. Ardından da ona Mesnevi'yi nasıl bulduğu sorulmuş. Yunus cevaben “Uzun yazılmış. Ben olsaydım: “Ete kemiğe büründüm /Yunus diye göründüm” derdim olur biterdi.” demiş. 

b-Şu menkıbe de Mevlâna'nın Yunus'a verdiği değeri göstermesi açısından önemlidir:

“Genç Yunus Emre, Konya günlerinde sık sık Mevlâna'nın yanına gider, bir zaman kaldıktan sonra geri döneceği zaman Mevlâna, onu kale kapısına kadar giderek uğurlarmış. Mevlâna'nın müritleri, bu duruma şaşıp kalırlarmış. Bir gün sükutu bozarak, bunun sebebini sormuşlar. O da “İlahi menzillerin hangisine çıktımsa, bir Türkmen kocasının izini önümde buldum. Onu geçemedim.” 

c-Bir başka menkıbe ise şöyledir:

“Yunus, Hz. Mevlâna'nın büyük oğlu Sultan Veled ile arkadaşlık etmiş, her ikisi de Mevlâna'dan ders almışlardır. Mevlâna vefat edince Yunus pek perişan olmuş, ardından içli göz yaşlan dökmüş, tesellisiz, ışıksız bir ömür sürmeğe başlamış. O günlerde Mevlâna'nın mübarek merkadi üzerine bir türbe yapılıyormuş. Yunus, İnşaatın gönüllü ırgadı olmuş, sabahtan akşama kadar omuzunda taş, tuğla taşıyarak vecd içinde çalışıyormuş. Bir seher vakti, erkenden baş mimar inşaatı kontrole gelmiş, birde ne görsün, bir işçi yerden bir tuğla alıyor ve (Allah -Hakk) diyerek yukarı fırlatıyor. Tuğla havada bir kaç devir yaptıktan sonra kubbede yerini buluyormuş. Mimar hayretler içinde kalıp biraz daha yaklaşarak: Kimsin sen? diye sormuş. Bu sırada o işçi yerden aldığı tuğlayı yukarıya fırlatmış bulunuyormuş. Fakat her ne hikmetse bu tuğla yerine varmadan yere düşüp parçalanmış. Böylece Yunus'un kerameti meydana çıkınca artık oralarda kalmayarak Konya'yı terk etmeye karar vermiş. Sultan Veled'i ziyaret edip, elini öpüp ayrılacağını bildirmiş. Sultan Veled de O'na “ Git Yunus Git... Sen artık türbe değil de gönül binaları yap, diyerek uğurlamış.”

Bu menkıbedeki, bir yandan Yunus'un Mevlâna ile yakınlığını göstermesi, bir yandan da Sultan Veled'in, Yunus'un tarihi misyonunun farkında olan biri olarak ona “ Sen bina değil gönüller bünyâd et! Haydi yolun açık olsun,” diyerek onu irşat görevi için Konya'dan uğurlaması oldukça manidar bir hadisedir. Öyle ki bu söylencedeki uğurlama cümlesiyle Yunus'un ebedi hayat felsefesini özetleyen: “Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için/Gönüller dost evi için, gönüller yapmaya geldim” söyleyişiyle birlikte düşününce işin sır perdesi aralanmış olur.

d-Dahası var elbette! Mehmet Önder'in verdiği bilgilere göre 25 yaşından 33 yaşına kadar yaklaşık 8 yıl Konya'da kalan Yunus Emre, Tabduk yoluna bundan sonra düşer. Bektaşi menkıbesi onu Hacı Bektaş yurdundan Tabduk yurduna gönderse bile, Mevlevi söylencesine göre Tabduk'un yanına Konya'dan sonra gidilir. Yunus, bu gidişte bile Konya günlerini ve Mevlâna sohbetlerini unutmaz ve daha sonra Mevlâna'nın vefatı üzerine duyduğu elemi onun çevresindeki uluların da isimlerini zikrederek bir dörtlüğünde şöyle dile getirir:

”Fakih Ahmet Kutbeddin

Sultan Seyyid Necmeddin

Mevlana Celaleddin

Ol Kutb-ı Cihân kanı”

Bugün bu iki büyük ismin o asırda olduğu gibi yine misyonlarıyla bu asırda da fikirleri bütün canlılığıyla insanlığın gündemindedir. Yani kader şartları bugün de onları inanç temelli yeni bir medeniyetin inşasında insanlığın önüne birer ışık olarak tekrar çıkarmıştır. Yani bu durum da uluslararası, çağdaş birer isim olmaları onların benzeşme noktalarından biri olarak görmek gerekir. Bu yüzden ikisi arasındaki münasebetleri bir daha hatırlamanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Onların gerçek Allah, Peygamber ve insanlık sevgisine dünya herhalde her zamankinden çok muhtaç! 

Selam ve muhabbetlerimle!

Muhammed ACIYAN

Kültür Dünyamızdan