Vehhabilik, 18.yüzyılın ilk yarısında Hicaz bölgesinde Necid doğumlu Temim kabilesine mensup Muhammed bir Abdülvehhab'ın kurduğu bir mezheptir. 1744'lı yıllarda Suud Abdülvehhab ailesinden Deriye şeyhi Muhammed bir Suud ile birleşti ve eski Selefilik mezhebini yeniden yorumlayarak Vehhabilik adında yeni bir mezhep kurdu. Suud'u bulunduğu bölgenin hâkimi tayin etti ve bir kanun hazırlatarak oğullarının da aynı görevi devam ettirmelerini sağladı. Kendi düşüncesi doğrultusunda hareket etmeyen herkesi kâfirlikle suçladılar, canlarını ve mallarını helal saydılar. Sünni olan ahaliyi Vehhabi inancına zorladılar, kabul etmeyenleri öldürdüler ve mallarını yağmaladılar. 

Peki, nedir Vehhabilik? Vehhabiliğe göre Peygamberimiz zamanında peygamberimizin uygulamadığı, yapmadığı her şey bidatti. Kur'an-ı Kerim'in ilk akla gelen anlamını kabul ediyor; yoruma, akıl yolu ile kıyas çıkarmaya izin vermiyordu.  Hz. Peygamberi ve evliyaları vesile ederek dua edenleri ve kabir ziyaretinde bulunanları kâfir addediyordu.

İngilizlerin teşvikiyle yerli ahalinin daha çok desteğini sağlayan Muhammed bin Abdülvehhab 1745- 65 seneleri arasında Necid bölgesinin tamamına, Asir ve Yemen'in içbölgelerine hâkim oldu. Görüşlerini kabul ettirmek için Mekke ve Medine'de bulunan Sünni âlimlere adamlar gönderdiler ve halkı Vehhabi yapmaya zorladılar. Müslüman âlimler onların fikirlerini çürütecek kitaplar yazdı ise de Vehhabileri yolundan döndüremediği gibi Sünni halka karşı da onların düşmanlıklarını arttırdı.

Abdülvehhab, 1765'te Muhammed bir Suud'un yerine geçen Abdülaziz bin Muhammed'le işbirliği yaparak zekat ve öşür toplamak bahanesiyle gittikleri köy ve kasabalarda Sünni halkı tazyik etmeye, vermeyenlerin kimilerini öldürüp kimilerinin de mallarını zorla ellerinden almaya başladı. Abdülvehhab'ında oluruyla 1765'te hilafetini ilan eden Suud, Osmanlı devletine isyan etti.

Osmanlı Devleti, Doğuda İran, Batıda Avusturya ve Rusya ile savaştığı için Vehhabi meselesiyle başlangıçta ilgilemedi ve Vehhabiler iyice güçlendi. 1811 yılında Sultan II. Mahmut Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'yı Vehhabileri tenkile memur etti.  Mehmet Ali Paşa, oğlu Ahmet Tosun Paşa'yı gönderdi. 1812-13 yıllarında Abdüaziz ve oğulları yakalanarak İstanbul'a getirildi ve idam edildi. 1821 yılında ikinci Vehhabi isyanı ise yine Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından bastırıldı. Daha sonra Mısır Valisi'nin isyanı, Osmanlı-Rusya ve Avusturya gibi devletlerle savaşlardan dolayı bu olayla yeterince ilgilenilemedi. 150 yıllık bir mücadeleden sonra Vehhabilik Hicaz bölgesinde yaygınlaştı. Abdülaziz'in soyundan gelenler 1920'li yıllarda İngilizlerin desteği ile devletini kurmuş ve devletin resmi mezhebi de Vehhabilik olmuştur.

Konya Türk Ocağı'nın 12 Nisan Cumartesi toplantısında Vehhabilik ve Selefilik konuşuldu. Konuşmacı Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Sıddık Korkmaz'dı. Korkmaz, Bugün İslam dünyasının çok büyük sıkıntılar yaşadığını, bir kısmının esaret altında inlediğini, bir kısmının da emperyalist ülkelere karşı mücadele verdiklerini söyledi. Bir Müslüman olarak hepimizi derin üzüntülere gark eden bu sıkıntıları aşmak için yapılacak olan en önemli şeyin bu coğrafyada yaşayan Müslümanların ilmi yönden kalitelerini artırmak olduğunu dile getirdi. Kaliteyi nasıl artırabileceğimize dair bir anekdotu bizimle paylaştı. Anekdot şöyle: 1960-70'li yıllarda memlekette din adamı açığı vardı ve Diyanet İşleri Başkanlığı usulen bir imtihan düzenleyerek medreselerde, Kur'an kurslarında tahsil gören çocukları imam ve müezzin olarak görevlendirdi. İmtihanı bir komisyon yaptı. İmtihana girecek çocuklara; “hazret-i Köroğlu evliyadan mıdır, asfiyadan mıdır?” sorusu yöneltiliyor. Molla sorunun başındaki hazreti kelimesine takılarak “evliyadandır” der ve sınavı kaybeder. Dışarıda arkadaşları merak ederler, “ne sordular” diye etrafını sararlar. Molla da verdiği cevabı söyler. Arkadaşları;” Yahu, sen Köroğlu'nun şaki olduğunu bilmez misin de evliyadandır cevabını verdin “ derler. Mola da “ Bilmesine bilirdim; ama başındaki hazret kelimesi beni yanılttı “cevabını verir. Korkmaz Hoca, bu anekdota binaen, biz insanlarımızı ne kadar çok bilgili kılarsak onların da yaşam kalitesini o kadar güçlendirmiş oluruz, dedi.

Sıddık Korkmaz, Vehhabiliğin kısaca bir tanımını yaptıktan sonra Vehhabilik-Selefiliğe karşı yapılan itirazları dile getirdi. Bu hususta şunları söyledi:

Vehhabilik, bir devlet dini olamadan önce Selefilik adı altında daha önce bir mezhep kurulmuştu. Kurucusu İbni Teymiye'dir. Temim de bu günkü Urfa bölgesine yakın bir bölgede yer almaktadır. Selefilik, İbni Teymiye ve öğrencisi İbnü'l Kayyim el Cezvi tarafından yaygınlaştırıldı ve Irak bölgesinin büyük bir kısmını nüfuz altına aldı.

Selefilik, Kur'an-ı esas alan ve Hz. Peygamber dönemini altın çağ olarak kabul eden bir mezheptir. Bunun dışında yapılan her şey bidattir. Kur'an'ın ilk anlamını kabul eder, aklı reddeder. Mecazı yok sayar. Mecazı yok saydığı zaman dili oldukça kısırlaştırmıştır, çok katı bir tavır sergilemişlerdir. Selefiye, Peygamber Efendimiz döneminde ne yapılmışsa, nasıl giyinilmişse, ne kullanılmışsa onu esas alır, aksi davranışta bulunanları kâfirlikle itham edeler. Mezar ziyaretlerini, türbeleri bidat sayarlar. Onun için Mekke ve Medine'deki bütün mezarlıkları dümdüz etmişlerdir. Hatta Peygamber Efendimizin doğduğu evi bile yıkmışlardır. İnsanların onlara taptıkları düşüncesiyle bu eylemlerini yapmışlardır. Bunda çok aşırı gitmişlerdir. Hatta zaman zaman bizden hacca gidenlerin boyunlarında olan nazar boncuklarını bile “şirk” diyerek koparıp atmışlardır.”

Sıdık Korkmaz, bugün Sudi Arabistan başta olmak üzere İslam coğrafyasının etkisi altına alan Vehhabiliğin, geleneklere karşı çıkarak milletlerin, millî kimliklerinin korunmasında çok büyük tahribatlar yaptığını dile getirdi. Korkmaz; “Afganistan'a giden mücahitlerin, orada yaptıkları ilk iş mezar taşlarını yok etmek oldu. Yine Fransızlara karşı bağımsızlık savaşı veren Tunus ve Cezayir'de de türbeleri, mezar taşlarını tahrip etmek oldu. Balkanlarda da “bidattir” diyerek türbeleri, mezar taşlarını yok ettiler. Halbuki mezar taşları milletlerin hafızasıdır. Yıllarca sömürülen bu ülkeler zaten dillerini kaybetmişler, inançlarından ve kimliklerinden vazgeçirmeye zorlanmışlar, ellerinde bir tek mezar taşları kalmış. Onu da Suudî- Vehhabî mücahitler ellerinden aldı.” dedi.

Doç. Dr. Sıddık Korkmaz'a verdiği değerli bilgilerinden dolayı çok teşekkür ederiz.

Gerçekten bir fikir ile mücadele etmek istiyorsak kendimizi çok iyi yetiştirmeliyiz. Fikir, fikirle çürütülür. Baskı kurduğunuz zaman geçici bir üstünlük elde edersiniz; ama gücünüzü kaybettiğiniz zaman her şey ters yüz olur. Bizler de teknoloji çağında Türk ve Müslüman kimliğimizi korumak, varlığımızı devam ettirmek için kendimizi her türlü faydalı bilgi ile donatmalıyız. Bizleri yok etmek, tarih sahnesinden silmek isteyenlere karşı güçlü olmalıyız. Kültürümüzü, özümüzü, dilimizi, dinimizi ve Müslüman Türk kimliğimizi korumalıyız.