Geçen hafta “En büyük dostumuz Yüce Rabbimizdir.” demiştik. Şimdi de madem böyle bir dostumuz var O'ndan neyi nasıl isteriz” konusunu ele alalım istedik. Bir dost bir dosttan ne ister. Hele bir de dostun sınırsız hazinesi varsa O'ndan her şey istenir. Sizin böyle bir dostunuz olsa ne isterdiniz. İşte Allah'ın Halili (dostu) İbrahim (as), Yüce Rabbisinden şu istekte bulunuyor: "Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; Ey Rabbimiz! Duamı kabul et!"(İbrahim,40) İbrahim (as) için namazı ikame etmesi ve zürriyetinin de namaz kılanlardan olmasını istemesi dünya ve içindeki her şeyden daha değerli idi. Dostunun yanında kalmak oradan ayrılmamak, dostuyla o sıcacık ortamın devam etmesini isteyen İbrahim (as) Rabbinden "Namaza devam edebilme" bahtiyarlığını istiyordu. Çünkü onun için Namaz dostluktu, muhabbetti, dostların dertleşmesi makamı idi. O'nun en büyük korkusu “dostluğu kaybetmekti.”

Acaba bizler dualarımızda hem kendimiz hem soyumuzdan gelenler için "Namazı ikame edenlerden olabilmeyi" hiç istedik mi? Biz hâlâ namazın anlamını öğrenemedik ki. Namazın dostla randevu yerinde buluşma olduğunu, her namaz vaktinde yüce dostun elini uzattığını, kılmayanların uzatılan eli havada bıraktıklarının bilincinde değiliz. Namaz ki; insanın yeryüzünde boyun eğilecek, sözü ve kuralı dinlenecek, kulluk ve ibadet edilecek yegâne zatın Allah olduğunu dünyaya haykırmak ve İlahlık iddiasında bulunan güç odaklarına meydan okumaktır. Takatımız bittiği ve soluğumuz kesildiği zaman O'nun yardımından başka çarenin olmadığına inanmaktır. Allah Teâla; Eğer benden yardım isteyecekseniz Namaz kapısından bana ulaşın diyor: "Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir."(Bakara,153) Ama yardım isteğimiz kabul edilmedi diye hemen küsmeyin. Zira yardım isteğinin birinci vesilesi "Sabır" ikincisi "Namaz"dır. Önce sabrı kuşanacağız. Ayetin sonu da "Allah sabredenlerle beraberdir" şeklinde bitiyor. O halde "Sabır" bir anlamda direnme ve sebat etmedir.  Gerçekleşmesini istediğimiz yardımın geleceğini ama bir anda olmayacağını bilin, çünkü siz sabrınızla da deneneceksiniz. Rabbinizin dergâhında, O'nun kapısında ne kadar ısrarcısın, ne kadar samimisin o da test edilecek. Zira en iyi dost, dostundan herhangi bir şey görmese de, o kapıdan kovulsa da O'nun kapısından ayrılmayandır. Bilir ki hakiki dost onu sonunda yardımsız bırakmayacaktır. 

Dost senin neye ihtiyaç duyduğunu bilir. İbrahim (as) Nemrut'un ateşine atıldığında ne kadar rahattı. “O “Hasbunallah ve niğme'l veki'l” diyebilme rahatlığını elbette Namazına borçluydu. Çünkü Namaz dostluğun, beraberliğin, halvetin en kıymetli anıdır. Zira Nemrut'un ateşine karşı Mülkün Sahibi olan Allah'ın dostunu koruyacaktır. Zaten ateşi de yaratan, ateşe yakıcılığı da veren Allah'tır. İsterse O kâinata koyduğu değiştirebilir. Rabbimiz:  “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” dedik. (Enbiya,69) buyurduğu zaman ateş, mülkün sahibine boyun eğdi, yakıcı özelliğini iptal edip, İbrahim için gül bahçesine dönüverdi.

Ama dost olmak zordur. Dostluk sabır ister. Dostluk sadece lafla olmaz. Sınanmak lazımdır. Sevginin devamı için Rabbimiz çoğu zaman yoklar, kalpte başka sevgiler var mı diye. Onun için İbrahim (as)'ı bekleyen değişik imtihanlar gelecektir. İhtiyarlığına kadar evlat vermeyişi Rabbimizin sevgisindendir. İhtiyarlığında İsmail'ini verince tekrar O'nu İbrahim'den istemesi dostluğunu ispatlaması içindir. Dolayısıyla belâ ve musibet olarak gördüğümüz birçok hadise aslında Rabbimizin kendisine daha çok yaklaşmamızı istemesindendir. Rabbim el açan kulunu daha çok dua edip yalvarması için ona sıkıntı vererek yanına yaklaşmasını ister. Belki bollukta, genişlikte Rabbimizi unutabiliriz. O hem gece yarısı seninle konuşmak ister, hem güneş doğmadan fecr vaktinde.  Rabbimiz kulunu bekler gece namazlarında ve fecrin aydınlığı sabah vakitlerinde! Eğer bir gün Sabah Namazını kaçırdıysak sormalıyız kendi kendimize; biz ne suç işledik ki Rabbim huzuruna bu sabah çıkarmayı istemedi. Dünyalık koşturmalar içerisinde unuttuysak bir Öğle Namazını akşam eve dönünce sormalıyız: Acaba hangi suçumdan Rabbimiz huzuruna gelmeyi bugün bana uygun görmedi demeliyiz. 

Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya da(S.A.V) Namaz Miraç'ta verilmedi mi. Dostunu yanına çağırıp karşısında onunla söyleştikten sonra Ümmetine Namaz hediyesini verdi. Rabbimiz aslında bize Miracın yollarını, huzuruna yükselmenin kapılarını Namazla gösteriyordu.  Kimselere açamadığımız dertlerimizi gelin bizi dostluğuna kabul etmiş Rabbimize açalım. Onun verdiğini kimse vermez. Onun vereceğine de kimse engel olamaz. Dünyada yegâne Galip O'dur. O'nun gücünün üstünde hiçbir güç yoktur. Şimdi etrafımız ateş çemberine alınmış türlü türlü dertlerimiz varken biz üzerimize düşen vazifelerimizi yaptıktan sonra en büyük dosta güvenelim. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) fani dünyadaki vazifelerini bitirdikten sonra huzuruna varma mutluluğunu yaşarken son sözü “En Yüce Dosta! En Yüce dosta!” olmadı mı Dostlar!  En yüce Dost'un öğrettiği dua ile sizi Rabbime emanet ediyorum: “Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. (Dostumuzsun) Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”(Bakara,286) Amin!