Su taşıyıp satarak geçimini sağlayan bir sakanın zahmetten çember gibi beli bükülmüş, sırtı yük çekmekten açılmış kıpkızıl yara bere içinde, adeta ölümünü bekleyen bir eşeği vardı. Arpa nerde, kuru ot ve samana hasret kalmış, açlıktan iskelete dönmüştü. 

Bunca zayıflık ve sırtındaki yaralara bakmadan sahibi onu demir şişle işten bırakmıyordu. 

Bir gün sarayın at bakıcısı İmrahor bu eşeği görüp acıdı. Sahibiyle eski dost olduğu için selam verip:

-Bu eşek niye dal gibi iki büklüm oldu? Diye sordu. Sahibi:

-Yoksulluğumdan, hata bende. Ağzı dili olmayan zavallı mahluk saman bulamıyor ki, dedi. İmrahor:

-Sen bir kaç gün onu bana bırak, padişah ahırında bakayım, kendine gelip kuvvetlensin, dedi. 

Yoksul adam bir deri bir kemik zavallı eşeği merhametli dostuna verdi. O da götürüp sarayın ahırında bir köşeye bağladı. 

Eşek burada bakımlı, semiz, güzel ve pırıl pırıl temiz tüylü Arap atlarını görüp hayret etti. Her gün ayaklarının altı süpürülüp sulanıyor, saman serpip kurulanıyor. Arpa ve samanları tam vaktinde geliyordu. Atların bu itinalı tımarını görünce hal diliyle başını kaldırıp Allah'a:

-Yüce Rabb'im, ben eşeksem yaratanım sen değil misin? Ben niye böyle sırtım yara içinde, aç, perişan ve zayıfım? Uzun geceler açlık ve yaralarımın acısından ölümümü istiyorum. Atların ise yedikleri bir tarafta yemedikleri öbür tarafta, halleri ne kadar mükemmel. Bütün bela ve sıkıntı bize mi mahsus? Derken aniden bir savaş çıktı. Hemen ahırdaki atlara eğerleri vurulup harbe götürdüler. Savaş hengâmında atlara ok, mızrak ve hançerler saplandı. Yaralanan atlar geri çekilip ahıra bakıma alındı. Halleri perişandı. Veteriner ve nalbantlar geldiler. Yaralı atların ayaklarını iplerle bağlayıp yere yatırdılar. Hançerlerle vücutlarındaki yaralar açılıp içindeki temrenler çıkarılıyordu. 

Eşek bunları görünce:

-Ey Allah'ım dedi. Ben yoksulluk içinde süre geldiğim rahat ve afiyete razıyım. Bu yemden de bu iğrenç yaradan da uzak olayım, dedi.

Afiyet isteyen dьnyayı terk eder. 

Allah'ın emrine uyarak helal rızk aramak farzdır. 

Cenab-ı Hak “Allah'ın ihsanını dileyin” diye emretti.

Can veren ekmek de verir. 

Allah Resulь, kanaat hazinedir, buyurdu. Herkes gizli hazineyi elde edebilir mi? Haddini bil, fazla yüksekten uçma ve bela çukuruna düşme. (Mesnevi, c.5,s.197)

 

 

KALB HUZURU OLMAYAN NAMAZ NAMAZ DEĞİLDİR

 

Bildiği kadarıyla inancında titiz biri bir gün bir topluluk yerinde rastladığı ilmine hürmet edilen âlim bir müftüye merak edip:

-Hocam, namaza duran biri namaz kılarken yüksek sesle ağlarsa namazı bozulur mu? Diye sordu. 

Müftü efendi cevap verdi:

-Dökülen gözyaşına bağlı. Yaş niçin dökülmüş, neye ağlanmış? Eğer gözyaşı yapılan hata ve günahlardan pişmanlıkla akmışsa namaz bozulmaz, hatta daha makbuldür. “Kalb huzuru olmayan namaz namaz değildir” buyruluyor. Ama bedenin bir rahatsızlığı veya evlat hasreti yüzünden ağlamışsa namazı bozulur. Çünkü namaz Hazret-i İbrahim'in oğlunu kurban etmesi gibi oğlu ve bedeni terk etmektir. Nemrud'un ateşine atılmaktır.                                                                 (Mesnevi, c.5,s.105-106)

 (Yaşar Çalışkan,  Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)