Şehzadeler otağısın,

Ülkenin er yatağısın,

Yeşilırmak havzasısın,

Adın çok güzel Amasya

Eren evliyalar var sende,

Ferhat ile Şirin aşkı sende,

İki cana bir bedende,

Sevgi verensin Amasya.

Merkez ile beraber yedi ilçedir,

Karadeniz bölgede cennet köşedir,

Gizemini koruyan güzel şehirdir,

Seni gezmeye geldik şirin Amasya.

Sıfır beş diye okunur plaka kodu,

Er yatağı diye anılır Amasya’da ordu,

Bir Karadeniz şehri, kültürü Anadolu,

Elmalara isim veren şehirsin Amasya.

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin “Yazılacak çok şeyimiz var” sloganı ile 2004 yılından bu yana kaç gezi yaptığınızı kafilede hatırlayan çıkmadı. Katıldığım gezileri hatırlamaya çalışarak benim yaptığımı hesaba göre ise 25’in üzerinde şehre seyahat ettik. Bazı yıllarda iki şehri peş peşe gezerken bazı zamanlarda te şehre gidip döndüğümüz de olmuştur. Hülasa, Suriye gezisi de dâhil olmak üzere benim TYB ile gezdiğim şehirler 30’u aşmıştır. İli kapsamayan ilçe gezilerini bu hesaba dâhil etmiyorum.

Yaklaşık iki yıldır birbirimizle karşılıklı sohbetten, kucaklaşmadan, mahrum kaldığımız, onlarca sevdiğimiz eşimizi dostumuzu kurban verdiğimiz bu Koronavirüs illeti dolayısı ile yüz yüze buluşmalara zorunlu olarak ara veren TYB Konya Şubesi Üyeleri olarak birbirimize ne büyük özlem içinde olduğumuz Amasya-Tokat seyahatinde gün yüzüne çıktı. Dernek Başkan ve yönetiminin tedbirleri elde bırakmamak kaydıyla düzenlediği gezi vesilesiyle bir araya geldiğimizde her ne kadar eskisi gibi birbirimize sarılamayıp, tokalaşamasak da yüz yüze görüşmek bile bizleri memnun etti. Covit19 tehlikesi geçmemiş olmasına rağmen böyle bir gezi kararı alabilmek ve bu kararı kabul ettirebilmek her idarecinin cesaret edebileceği iş değildi. Fakat sağ olsunlar, bizim çalışkan Konya TYB idarecileri; başta Başkanımız Ahmet Köseoğlu ve idare heyeti büyük bir takdiri hak ediyor. Hani, “Niyet hayır, Amel hayır, Akıbet hayır” diye bir söz vardır ya; hamdolsun, ona güvenimiz tamdır.

TYB’nin Konya’da kuruluşundan beri ilk üyelerinden olan ve her zaman bu dernek üzerinden desteğini esirgemeyen ve gezimize katılarak bizleri onurlandıran Milletvekilimiz Ahmet Sorgun beyde bu takdiri hak edenlerdendir.

Okuyup dinlediklerimin etkisiyle adına âşık olup, bir kısmını yazımın başında zikrettiğim uzunca bir şiir söylediğim ama bugüne kadar gezip görme imkânı bulamadığım Amasya’ya seyahat edileceği haberini TYB sekreteryasından Yusuf Özdemir kardeşim bana ilettiği vakit duyduğum heyecan ve sevinci tarif edemem; beklemeden katılacağımı bildirdim. İyi de yapmışım. Ahir ömrümde ülkemin güzelliklerini görmek herkes gibi bana da büyük haz veriyor.

Şiirimde Amasya için neden “Eryatağı” ifadesini kullandığımı da izah edeyim. Ben 1966/67 yıllarında Manisa Doğu Kışla Çavuş Talimgâh Taburunda eğitim çavuşu olarak görev yaparken Amasya’dan bizim İstihkâm ve Keşif bölüğüne çavuş adayları gelirdi. Onların çantalarının üzerinde “Eryatağı” yazısını görünce “Neden böyle yazıyor?” diye sormuştum da “Bizim kışlanın adı Eryatağı” demişlerdi. O gün bu gündür Amasya benim zihnimde Eryatağı olarak devam ediyor.

VADİDEKİ ŞEHİR: AMASYA

Bunca girizgâhtan sonra TYB’nin seçkin üyeleriyle icra ettiğimiz seyahate gelelim. 30 Temmuz Cuma sabahı saat 9.30 da Amasya’ya gitmek üzere Firuzen Tur Şirketinin görevlendirdiği kaptan Mehmet Bey ve firma temsilcisi Fırat kardeşimizin refakatinde Konya’dan yola revan olduk. Gençler bilmez ama Konya-Ankara yolu 20 yıl öncesine kadar bölünmüş yol değildi. Bırakın sere serpe yolculuk etmeyi, önünüzdeki arabayı sollayabilmek adeta cesaret ve şans işiydi. Hamdolsun o günler geride kalmıştı. Bizde Altınekin, Cihanbeyli, Kulu derken adeta su misali Kırıkkale’ye akıverdik. Hatta bendeniz, eskiden sabırsız yahut dikkatsiz sürücüler sebebiyle birçok kazanın yaşandığı Kulu makasını nasıl ve ne zaman geçtiğimiz bile fakat edemedim. Yapanın zekâsına sağlık; dert bükü Kulu makası transit bir yol oluvermiş sayelerinde.

Cuma Namazımızı Kırıkkale TOKİ Konutlarına nazır bir camide eda ederek yola devam ettik. Neşeyle devam eden yolculuğumuza Çorum’a bağlı Sungurlu topraklarında yol üstü nesih bir mekân olan Mavi Ocak tesislerinde kısa bir mola verip hem yorgunluk çayımızı içtik hem de tesisin arkasındaki güzelliği terennüm ettik.

Saat 17.30 sularında Suluova ilçesinden geçerken sağlı sollu birçok besi çiftliğini ve ekilmiş, biçilmiş, yahut hasat edilmeye hazır tarım arazilerini görünce bölgenin ne mümbit topraklara sahip olduğu kanaatine vardık. Saat 18.00 sularında Amasya’ya vasıl olduğumuzda sağımızda ve solumuzda kale duvarı gibi yükselen iki dağın Amasya’yı nasıl bir kaderle hemhal ettiğini de gördük.

Saat 18.00’de şehre girişimizde bizi AK Parti’nin Amasya Milletvekili Hasan Çilez ve Ak Parti İl Başkanı Mehmet Akif Kesmekaya karşıladı. Ziyaretimizden sonradan haberdar olmuşlardı ve ısrarla bizi misafir etmek istediler. Ancak bizim gerekli rezervasyonlarımız yapılmıştı. Onların güler yüzlerini ve samimiyetlerini görmek bile bir güzel ikramdı bizim için. Daracık Amasya caddelerinden ağır ağır süzülerek karşı dağın yamacındaki otelimize doğru yukarı çıktık. Şimdi Amasya önümüzde gergef gergef işlenmiş bir kilim misali serilmişti. Saat 18.30’a varmıştı. Şehre girişimizle otele varışımız arsında yarım saat fark oluşması ilginçti.

Kartal yuvasını andıran otelimizde herkes odalarına yerleştikten sonra terasta yorgunluk çayı eşliğinde nadide tabloları kıskandıran bir şehir manzarası bizi bekliyordu. Otele ait büyük havuzdan Yeşilırmak’a, oradan karşı dağın eteklerindeki Kral Kaya Mezarlarından zirvedeki Amasya kelesine muhteşem canlı bir tablo ile yüz yüzeydik. Doyumsuz bir temaşa… Sarp dağın zirvesindeki kale de dağın böğrüne oyulmuş kaya mezarları yüzlerce yılın sırrına barındırıyordu. Şehir topyekun adeta bir sanat eseriydi.

Tur yetkilisi Fırat kardeşimiz “Sabah saat 07.00’de kahvaltı servisinin başlayacağı” bilgisini verince herkes buna göre planını yaptı. Dostlar ile çay içerek yaptığımız sohbetler ve ardında saat 20.30’da Amasya manzarasına nazır salonda

akşam yemeğimizi aldıktan sonra isteyen istirahate çekildi kendine güvenenlerde gecenin serinliğinde muhabbete ram oldu.

Sabah namazını kıldıktan sonra gözüme uyku girmedi. Anlaşılan tertemiz oksijen kâfi derecede dinlenmeme vesile olmuştu. Seherde Yeşilırmağın iki yakasındaki sessiz şehri seyre daldığımda “Acaba bu şehir bu kesif dağların arasındaki vadiye ne amaçla kuruldu?” diye düşünmeden edemedim.

Kahvaltıdan sonra oyalanmadan otobüse binip bu defa bir kartal misali süzülerek şehre doğru indik. Bu sırada gönlümüzü yakan hadiseden haberdar olduk. Konya’mız, 7 kişinin öldürülüp evlerinin yakıldığı vahşi bir cinayetle Türkiye’nin gündemine gelmişti. Bedenimiz Amasya’da ruhunuz Konya’da gibiydik.

Rehberimiz öğretmen Orhan Akdeniz kafilemize dâhil olduktan sonra bir gezi planlamasına dair bilgiler verdi. Adına türküler yakılan Ferhat ile Şirin’in aşkını bilmeyen yoktur. Bizim de ilk durağımız Ferhat ile Şirin Müzesi oldu. Orhan Bey, Ferhat ile Şirin’in halkımız tarafından da bilinen hikâyesini anlattıktan sonra hikâyeye konu olan 12 kilometre mesafeli o uzunca ve sert kayaları keserek açılan suyolunun bir kısmını yürüyerek efsaneyi yâdettik. Hikâyenin sonunda rehberimizin anlattıkları bana ninelerimizden dinlediğim Arzu ile Kamber hikâyesinin bir versiyonunu anımsatınca bende bunu paylaştım.

Malum, Amasya Elma’nın anavatanı sayılır. Müze civarındaki çay bahçesinde de Amasya ya özel son derece lezzetli elma çayı yapıyorlar. Yorgunluk atarken bunun da tadına varıp yolumuza devam ettik. Bu sırada Orhan Bey fırsatta istifade edip genel şehir bilgileri verdi. İlin nüfusu ilçelerle birlikte 380 imiş. Gelirin büyük kısmı elma, kiraz v e bamya üretiminden sağlanıyormuş. Ne tuhaf değil mi; belki ülkemizde en çok bamya tükenen şehir de Konya olmalı!

Arkeoloji Müzesinin de çok zengin bir eser koleksiyonuna sahip olduğunu gözlemledik. Asırlar önce buralarda yaşamış olan Amazonların ölülerini gömmek için topraktan yaptıkları küpler ve mumyalanmış bazı cesetler et ve kemik halinde fanuslar içerisinde müzede sergileniyor. İbretle seyrettik.

Sıra şehrin merkezinde 1485 tarihin Sultan İkinci Beyazıt’ın annesi için yaptırdığı medrese, cami, orijinal şadırvan ve cami ile yaşıt olduğu söylenen içleri kovanlaşmış çınar ağaçlarını görmeye gelmişti. Hayranlıkla gezdik.

Beyazıt Camii avlusunda Orhan Bey enteresan bilgiler de verdi. Caminin giriş kapısının sağında ve solunda insan boyunda iki tane yuvarlak demir vardı. Orhan Bey bunları elleri ile çevirerek döndüklerini gösterdikten sonra “Amasya deprem bölgesidir. Eskiden buralarda çok deprem olurmuş. Ecdadımız depremden sonra binanın sağlamlığını test etmek için bu demirleri koymuş. Depremden sonra bu demirler rahat bir şekilde döndürülebiliyorsa caminin depremden etkilenmediği anlaşılırmış” dedi. Osmanlı’nın ilimde geri kaldığını söyleyenlerin kulakları çınlasın!

Caminin giriş kapısının üzerinde sizi bir baykuş figürü karşılıyor. Dikkatsiz bakışla gülmese de bilhassa fotoğraf kadrajında çok belirginleşiyor. Caminin yapılma hikâyesi de ilginç. Sultan Beyazıt Han hocasına, “Cami yaptırmayı murad ettiğini söyleyip nereye yapmasının uygun olacağını sorunca” mübarek “Ben yüksek bir yerden ok atayım, nereye düşerse cami oraya yapılsın” der.

Yeşilırmak kenarındaki Şehzadeler Gezi Yolu, şehzadelerin büstleriyle donatılmış. Bizim gibi daha birçok kafile ile burada harman oluverdik. Tarihi köprüden nehrin öte yakasına geçtik. Sıra gezinin belki de en zor bölümüne gelmişti. Orhan Hoca tecrübesiyle “Buraya kendine güvenenler çıkabilir” dedi. Bendeniz de merakımı yenemeyip tahta merdivenleri ağır ağır adımlayarak, otelimizden bir sanat harikası gibi görünen kaya mezarlarının yolunu tuttum. Büsbütün bu kaya kim bilir kaç sanatkâr tarafından kaç zamanda oyulup da mezar haline getirildi. Üstelik mezarın üç yanında ve üstünde de tamamıyla bir ark açılmıştı.

Kaya mezarlara çıkanlarla çıkmayanlar öğle namazı vaktinde Beyazıt Camii havlusunda toplandı. Namazları eda edip aperatif öğle yemeğiyle karnımız doyurduk. Zira vakit kıymetliydi ve daha yolumuz uzundu. Yeşilırmağa nazır yalı konaklarını, her taşı tarih kokan cami ve minareleri izleyerek, saat kulesinden, hükümet binası ve tarihi belediye binasından geçerek Seyyid Mir Hamza Nigâri Hazretlerinin Türbesine ulaştık. Amasya’nın manevi iklimini de terennüm ettikten sonra “Herksin kendine ait bir aksiyonu olsun” diyerek serbest zaman verildi. Biz de Mustafa Güden ile nezih bir çay bahçesi bulduk ki, demliğin de taze zamanıydı; yorgunluğumuza birebir geldi.

İkindi namazını müteakiben ayrılık vakti da hasıl oldu. Fakat nedense bir türlü hareket edemedik. Biraz sonra anladık ki, Amasya Milletvekili Hasan Çilez Bey kafileye yolluk olarak kiraz ikram etmek istemiş. Kasalarla kiraz getirildikten sonra saat 18.00 sularında şehzadelerin ruhuna Fatihalar yollayarak iki dağın arasındaki şehirden ayrıldık.

DEVAM EDECEK