Tüketim Toplumu Doğulmaz, olunur ve olduk da. Evet, tarihimize baktığımızda biz tüketim toplumu olarak doğmadık çok şükür ama bugünkü geldiğimiz nokta şüphesiz bu gerçeği bize göstermektedir. Tüketim toplumu derken neyi kastediyorum? Hemen hemen aslında tüketilen her şey, boşa geçirilen zamandan tutunda gereksiz yapılan harcamalara ve boşa akıtılan suya kadar aklınıza ne gelirse. Değişen bu toplum içerisinde hayata tutunmak ve bu tüketim toplumunun bir ferdi olmamak için kendimce mücadelemi vermeye çalışıyorum. Bugünde sizlere bu konu hakkında karınca kararınca bir şeylerden bahsedeceğim.
Kaynakların sınırlı, ihtiyaçların sınırsız olduğu bir dünyada gerçekten ne kadar farkındayız ihtiyaçlarımızın? Diğer bir deyişle bir şeyler satın alırken göz önünde bulunduruyor muyuz gerçek ihtiyaçlarımızı? Aslında bütün gerçek burada saklı! Çünkü toplumda çoğu bireyin mutluluğunun yegâne sebebi! Bu gerçek ile beraber eğer bir birey farkındaysa ihtiyaçlarının ve hayatını bu şekilde sürdürür ise hayal kırıklıkları ve mutsuzluk yaşamaz. Gerçek mutluluğu maddede aramaz. Dolayısıyla ihtiyaçlarını tespit eder ve zamanını iyi kullanarak israf etmeden yaşar. Onun hiç umurunda olmaz pahalı elbiseler, ayakkabılar, markalar çünkü bilir ki bunların hepsinin bir satış oyunundan başka bir şey olmadığını. Maalesef bizim toplumumuz da bu gibi oyunları bir hayat tarzıymış, bir sosyal statü göstergesiymiş gibi gösterilerek bizim bu zaafımızdan yararlananlar var. İstediği markayı alamayıp öz güven eksikliği hisseden, mutlu olamayan milyonlarca insan var. Dikkatimi çeken bir örnek; Okullarda öğrencilerin giymiş olduğu ayakkabılara ya da genel olarak gençlerin giymiş olduğu ayakkabılara baktığınızda hep bir marka yazar ayakkabının üstünde. Genç aslında o ayakkabıyı giymez o markayı giyer. Çok da pahalı olmasına rağmen ailesini ikna etmeye çalışır o ayakkabıya sahip olabilmek için.
Diğer bir örnek ise ve benim çok zoruma giden hatta bizlerin zoruna gitmesi gereken bir örnek. Yakın zamanlarda bir arkadaşım cep telefonu aldı ve bende sordum ne kadar verdiğini ve nerenin malı dedim. Kendisi; iki bin dört yüz tl ve Tayvan malı dedi . O anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Neden biliyor musunuz? Tayvan dediğimiz ülke yirmi milyon nüfusu olan ve küçük bir ada ülkesi ama markasını bizim ülkemizde inanılmaz fiyatlara satabiliyor ve bizlerde alıyoruz. Bu çok ciddi bir durumdur neden biz bu şekilde marka çıkaramıyoruz? Neden hala bilgiye, argeye gereken önemi vermiyoruz? Neden fazlasıyla beyin göçü veren bir ülkeyiz?
Bunun gibi örnekleri fazlasıyla sıralayabiliriz ve en kötüsü de bu markaları hayatımızla o kadar birleştiriyoruz ki bu da insanları birbirlerini bu markalar aracılığıyla yargılamasına sebep oluyor. Örneğin bindiği arabanın markasına kullandığı telefonun markasına göre insanlar yargılanıyor. Dolayısıyla kişi bu yargılanmadan kaçınmak için borca giriyor, stres yapıyor ve imkânlarını zorlayarak bu tüketici toplumuna ayak uydurmaya çalışıyor. Sonra koskoca dünyayı kendisine dar ediyor. Bizde durum böyle ve şimdi sizlere bir anımı paylaşacağım. Bundan üç sene önce 2012 yazında belirli bir süre Amerika'da kaldım ve o zaman dikkatimi çeken bir ayrıntı; Kaldığımız bina on iki daireden oluşan site içerisinde bir apartmandı. Gözlemlediğim ayrıntı şu ki dairelerin içinin hiçbirinin içerisinde çamaşır makinesi yoktu. Bizim dairede de yoktu. Halbuki biz eşyalı olarak tutmuştuk. Tabi çevreyi biraz gezdikten sonra gördük ki apartmanın altında bir çamaşırhane vardı. Dört tane çamaşır makinesi ve iki adet kurutucu oradaydı. Tabi biz çok şaşırdık ama o zaman anlamıştım bu bir tasarruftu. On iki tane çamaşır makinesinin göreceği ihtiyacı orada insanlar dört tanesi ile hallediyordu ve evlerde hem yer kaplamıyor hem de aileler çamaşır makinesi alabilmek için sıkıntı yaşamıyordu, çünkü bu makineler apartmana aitti. Sonuç olarak bu ihtiyacı oradaki insanlar çok ekonomik bir şekilde halletmişlerdi. Şimdi bu sistemi bizim ülkede hayal edemiyorum. Dikkat edilmesi gereken diğer nokta, Amerika ekonomik gelişmişlik bakımından dünyanın birincisi olmasına rağmen bu şekilde biz ise... Sanırım bu örnek çok şey anlatıyor bizlere.
Üretmeden tüketen, gelir adaletsizliğinin inanılmaz boyutlara ulaştığı ve komşusu aç iken tok yatanlardan oluşan bir yirmi birinci yüzyıl Türkiye'sinde tüketim toplumu içerisinde yaşıyoruz. Gelişimin sadece ekonomik yönden değerlendirildiği, insani gelişimin her geçen gün kan kaybettiği ve zamanların kahve köşelerinde oyun oynanarak geçirildiği bir yer. Küreselleşmenin her geçen gün acımasızca kendini hissettirdiği, sokaklarındaki gençlerinin ümitsizce hayata tutunma savaşı verdiği bir yer. Kendi ülkemizde yabancılaştığımız yer oluyor bazen ve tarihe baktığım zaman kendimi buluyorum. Yazımı Necip Fazıl'ın şu sözleriyle bitirmek istiyorum.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya
Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya