Yolculuğun ilk akşamında yaylaya ulaşılır, hızlıca yerleştikten sonra bulgur pilavı yapılır, yanına ayran çırpılır, yeni sağılmış keçi sütüyle de sofra tamam edilerek akşam yemeği yenirdi. Kalacaklar yerleşirken yolculukta onlara refakat edenler de dönüş yolunda merkeplerine kışlık odun yükleyip köyün yolunu tutardı.

Kalanlar için yayla hayatı başlamıştır. Çoban akşam omzuna kepeneğini alıp sürüyle otlağa çıkar, şayet gece sürü yorulursa münasip bir yerde duraklayıp yatırırdı. Yaz aylarında gece davar gütmeye biz “Örü” derdik. Gece otlaması hayvan için çok faydalıdır. Zira koyun ot seçmez, bulduğunu yerdi. Yorulan sürü bir veya en çok iki saat yatarak dinlendikten sonra bağırcak atarak sürüyü kaldırırdı.

Bilmeyenler için bağırcağın ne olduğu da anlatalım; çoban koyunun birisini başkoyun seçip koluna bağlar. Sürüyü yatırdıktan sonra o da bir kenarda kepeneğinin bürünerek dinlenir. Çoban sürüyü hareketlendirmek istediğinde kolundaki bağı çeker ve başkoyun ayağa fırladığında diğerleri de onu takip ederdi. Bağırcağın bir başka iyiliğine gelince; çoban derin uykuya dalıverirse, başkoyun hareketlendiğinde bağırcak çobanı da çekip uyandırırdı. Sürüde başkoyun olmak da böyle bir şeydir işte. Çoban ve sürü istirahate çekildiğinde onların canı fedakâr koyun köpeklerine emanettir.

Sürülerin yaylada koca meşelerin dibinde yatak denilen yerleri de olur. Sabah yaylımdan dönünce önce oraya yatırılır. Sabah erkenden sıcak yatağından kaldırılan küçük çocuklar da sürünün ufağı oğlak ve kuzu sürüsünü otlatıp getirince ayrı bir yatağa yatırır. Şimdi sıra evin hanımındadır. O elinde bakraçlarla gelip sürüden sütü sağarken çoban uykuya dalmıştır. Sağım sırasında memelerde yavrular için bir miktar süt bırakılır. O anı adeta ezberleyen yavrular hanım bakraçlarla analarının yanından ayrılırken onlar da analarının yanına koşuşturur. Ana sütünü alan kuzular ayrılıp kendi yerine sürülür.

Evin hanımı yemeği hazırlayıp çobanı doyururken gece için de azığını hazır eder. Gün biterken çoban sürüye giderken evin hanımları da evin işine döner.

İki güne bir sütlerin pişirilmesiyle yoğurt yapılır, soğuk sulardan sabah erkenden turfan kurulur. Yaylada elektrik yoktur ama sular çok soğuktur, elini beş dakika suda durduramazsın. Yaz aylarında bir turfandan 6-7 kilo sadeyağı, şehirlilerin deyimiyle tereyağı çıkar. Buz gibi ayran olur kazanlara dökülüp, bekler. Sonra temiz ve özel keseye dökülerek yağlı peynir olur. O gün çobanın yemeği bol sadeyağı sürülmüş ekmek ve yanında soğuk ayrandır. Fakir gibi durduğuna bakmayın pek bir lezzetli olur.

Karnını doyuran çoban uykuya yatarken mırıldanır;

Gece durmaz dolanırım dağları,

Hazır buldum sadeyağla ayranı,

Çok severim hoş kokulu yaylamı,

Gülleri mis kokan yaylalar dağlar.

Sürüyü ağdırdım karşı yamaca,

Nefes verdim elimdeki kavala,

Mest olurum yaylada suya havaya,

Canıma can katan yaylalar dağlar.

Bir de davara tuz verilme işi vardır. Çoban sırtına 25-30 kiloluk tuz çuvalını alıp, tuzla denilen yerdeki geniş ve bir masa üstü gibi düzgün taşların bulunduğu yere yürüdüğünde sürü çoktan ikramı anlamıştır ve çobanın peşine takılır. Meleşerek çobanın peşinden koşar ve tuzlada taşlara serilen tuzu iştahla yalayıp gıdasını alır. Doyan ve tuzdan içi yanan hayvanlar çeşme önlerindeki oluklara koşar. Dağda otlayan bütün davar, sığır ve sair hayvanlara yaz baharda 15 günde bir tuz verilmesi çok önemlidir. Tuz sayesinde hayvanların hem sakatatları sağlamlaşır hem de otlama iştahı yükselir. Bundan dolayı köylerde hayvan sahipleri ve çobanlar sürü tuzlama işine çok önem verir.

Yaylağın hanımı hem süt, yoğurt, yağ işlerini yapar hem de temizlik ve daha nice işlerle uğraşır ama yine de yaylanın verdiği zevkle onun da gönlü şendir, bir şeyler mırıldanır;

Sürülerim gitti dağlar gezmeye,

Yeşil otlar bulup çiğdem yemeye,

Sabaha ablasına bol süt vermeye,

Seni yaşamanın şimdi zamanı yaylam.

Gece çoban dağda kavalını çalar,

Kamıştan çıkan ses bağrımı deler,

Çan sesini duyan kuzular meler,

Kuşlar türkü söyler yaylalar dağlar.

Zaman akıp gider. Zira sayılı gün çabuk tükenir. Mevsim dönerken otlar azalır, köyde bekleyen işler çoğalır. Artık mevsim güze dönmüştür. Yayla inip kış hazırlığı başlamalıdır. Bu merhalede hısım akrabalara yardımlaşmak üzere haber ulaştırılır.

Yayladan inişler çıkışlardan daha muhteşemdir. Eyerli atlar hazırlanır. Yaylayı yaylayan gelin veya yayla hanımı köye dönüşe yakın zamanda dığan tavasında yağlı yayla güdüğü yani tava ekmeği ile taze kaymaktan bolca höşmerim yapmıştır. Sadeyağının lezzeti bir ayrıdır, mis gibi kokar, türüm türüm tüter. Yayla eşyaları merkep ve katırlara yüklenir.

Dönüş için hanımlar, “ağır esvap” denilen milli elbiselerini giyer, başına da al bağlar ki bu kırmızı eşarptır. Üzerine, yöremizde “Hicaz Hönkarı” diye adlandırılan poşusunu bürünüp ata binen yayla hanımları erkekleri kıskandırırcasına at koşturur. Köyün yayla yollarında ve köye girişlerde ellerinde sahanlar ile karşılamaya gelen her kadına ayrı ayrı tabaklarda höşmerim ve bir güdük ikram edilir.

Artık çoban dağdan gelmez, zira sağım bitmiştir. Artık sürü dağda yayılacaktır. Çobana iki günde bir azık yollanır. Hayvanların göğüslerinde biriken sütlerde bir hanım tarafından sağılıp göğsün soğulması sağlanır. Çoban da son güze, yani Kasım ayına kadar dağlarda sürüsünü bulduğu otlaklarda ve etlendirir. Ta ki Koç katımı dedikleri zaman köye iner ve sürüyü bir başka bir ağıla götürür. Koç katımından 5 ay sonra Mart sonudur. Artık koyunlar keçiler 150 gün hamilelik sonunda kuzulamaya başlayacaktır. Sürü çobanı ve delikanlıları bu sırada saya gezmesine çıkarlar. Bundan maksat hem kendileri için köylüden yağ, bulgur, kuru kayısı, kuru üzüm gibi şeyler toplamak hem de döl tutacağını yani oğlak ve kuzuların doğmaya başlayacağını hatırlatmaktır. Gece köy içine çıkarken kollarında çok büyük birer koyun çanı vardır. Kuvvetlice sallayıp çan sesiyle ortalığı inletirler. Saya’nın sözlerini bilen gençlerden birisi, “Heyyyyy” diye seslendikten sonra deyişi sıralar;

Saya saya sallı beyim,

Dört ayağı nallı beyim,

Saya geldi duydunuz mu?

Selam verdi aldınız mı?

Hey yengeler yengeler!

İnci dişli yengeler,

Kalem kaşlı yengeler,

Aya ne kaldı ne kaldı?

Elli günümüz kaldı,

Elli günü geçelim,

Sürüden sağmalı seçelimi

Dürr dedim meledi,

Önüne koydum yaladı,

İlmeğinin beği var, (İlmek atılan başkoyun)

Çömleğinin yağı var, (Böreğinin de denir)

Onu sağan gelin ablaların,

Çangıldaklı çunguldaklı kolu var. (Bilezik)

Elindeki çanı kuvvetlice sallayıp “Haydi bekletmeyin bizi, getirin hediyeleri” diyerek meramını anlatır. Evlerden artık ya biraz sadeyağı ya biraz bulgur ya da bir yiyecek getirilir ki bazen de damdan üzerlerine bir leğen bulaşıklı veya sıcak su serpilir ki sayacılar kaçar ve gülüşmeler olur. Bu da oyunun geleneksel bir cilvesidir.

İlk doğumu yapan koyun ve ya keçi dağda çoban önünde doğum yapmış ise çoban yavru ile ilgilenir onu akşama kadar korur. Akşam kucağında veya torbasında taşıdığı yavruyu sahibine teslim eder. Sürü sahibinin bu sırada çobana verdiği hediyeye Honça denir. Bu sırada söylenen bir deyiş daha vardır;

Yağmur yağar, baharda hava sert eser,

Ana meme vermezse kuzusu küser,

Yavrular analarının ardından meler,

Derelerde coşar bak selimiz bizim.

Ağıllarda artık bahar oldu ağalar,

Açıyor çiğdemimiz gülümüz bizim,

Üçer beşer kuzu oğlak doğuyor işte,

Çoğalıyor koyun keçi sürümüz bizim.

Ağıllarda yavru doğumu tamamlandığında mevsim dönmüş yeni bir yayla hayatı başlamak üzeredir.

(Yazı da geçen manilerin tamamı İsmail Desteliye aittir.)