Zıtlık etkisi başlıklı yazımda merhamet karşılaştırması yapmış, batı zihniyetinin George Floyd özelinde merhamet duygusunu yitirdiğinden bahisle insanlığa sunabileceği değerinin bulunmadığının altını çizmiştik. Şimdi de biraz iğneyi kendimize batıralım. Bu bağlamda Türkiye’de iştirakleri bulunan yabancı bir şirketin ve bizden bir şirketin krizi yönetme tarzından söz edeceğim.

Şirketin Türkiye bölümü çalışanı bir arkadaşımdan aldığım bilgiye göre, Şirket, pandeminin havayolu sektöründe de yaşanan krizi nedeniyle yüksek maaş alan üst seviye yöneticileri için % 40 oranında,  diğer çalışanların da ise % 30 oranında kesinti yapmış. Yasakların Haziran-2021’de kalkmasıyla beraber kısmi iyileşmeye bağlı olarak bugünlerde çalışanların maaşlarında % 20 düzeltme yapmış. Normalde çalışanların sevinmesi gerekir değil mi? Ama öyle olmamış…Personelden ücretlerdeki artışın şirketlerini zora düşüreceği ve hatta iflasa sürükleyeceğini düşünerek kaygılanan ve geri alınmasını talep edenler bile olmuş. Kriz zamanlarında, Şirket-Personel birbirine sımsıkı sarılarak kenetlenmek suretiyle çıkış yolu arıyorlar.

Diğer bazı sektör şirketlerinde ise kilit personeli tutma, personelin bir kısmını yarı zamanlı çalıştırma, kısa çalışma ödeneği ile devlet desteği alınma yoluna gidilmiş. Yani personel bütünlüğü bozulmuş, personelin bir kısmının kendini değersiz hissetmesi sağlanmış… Bize ait yani milli şirketler olsa da konunun özünde seçkinci/elitist bir anlayışla krizi yönetmeyi yeğlemiş. Burada ise Şirket-Personel ayrılmak suretiyle çıkış yolu arıyorlar.

Kriz zamanlarında iki farklı yaklaşım sergilenmiştir. Birincisinde şirket krizi, personelde duygu bütünlüğü ve kademeli fedakârlık anlayışıyla yönetmeye çalışırken, personelde de şirketini düşünme ve özveri duygusu güçlenmiş. Evet, tam da burada önemle vurgulamak istediğim husus şudur: Fert planından öte aile, çalıştığımız kurum, çatısı altında yaşadığımız Devlet, sağlam bağlarımız olan Millet ve hatta dünya tıpkı gemi gibidir. Gemi yüksek dalgalarla boğuşurken ağırlıklarımızın (personel vb.) bir kısmını atalım, biz niye bu kamaralarda oturuyoruz, kimler lüks kamarada oturuyor kavgasından önce hepimizin içinde bulunduğu gemiyi düşünmek mecburiyeti vardır. Birilerine, bir kesime öfkemiz ya da ideolojik eğilimimiz kesinlikle aklımızın önüne geçerek geminin alabora olmasıyla sonuçlanmamalı… Patronuyla, çalışanıyla kenetlenerek özveriyle, diğerkâmlıkla tüm krizler aşılabilir. Maneviyatımızda, tarihimizde, milli karakterimizde böyle zor zamanları aşmanın temelleri, kodları ve örnekleri mevcuttur.

Yukarıda bahsettiğim örnekteki gibi fırtınalı havalarda geminin yüzmesi için önce yöneticiler (diyelim ki lüks kamarada yaşayanlar)  fedakarlıkta  bulunmalı, sonra diğer çalışanlar…Ve en önemlisi bir kriz dağılmaya, kopmaya sebep olmamalı, birlikte ve ortak bir duyguyla krizde bir duruş sergilenmeli…

Krizi fırsata çevirmek diye moda bir tabir var. Her ne kadar farklı anlamları olsa da kimi depremlerde görüldüğü gibi ev kirası fiyatlarının artması, yardım malzemelerinin satılması vb gibi olaylar ciddi ahlakî çöküşün işaretleridir. Vahim hal, temelden ele alınarak mutlaka çözülmesi gerekir. Her şeyden önce savaş, deprem, salgın hastalık vs. gibi zor zamanlardan çıkış ancak ahlakî yapının üstüne inşa edilecek   birlik ve beraberlik duygusuyla başarılabilir. Aksi, milli güvenlik sorununa dönüşebilir, yani gemi batabilir.

Gemi battıktan sonra hangi kamarada oturduğumuzun, haklı olmamızın, adalet mücadelemizin vs. anlamı olmaz. Dolayısıyla aklı kullanıp her şeyden önce ve her şeye rağmen her olayı bütünlüklü değerlendirmek ve buna göre öncelik ve önemlilik değerlendirmesi yapmak ve gemiyi yüzer vaziyette diri tutmak en başta gelen sorumluluğumuzdur…