KIŞ GÜNDÖNÜMÜ KEÇİ VE BEDELLİ ASKERLİK

 Bugün, Kuzey Yarımküre'de 21 veya 22 Aralık tarihine denk gelen, gündüzün en kısa, gecenin en uzun olduğu gündür. Bugün Kış Gündönümü'dür. 

Uzun kış gecelerinde arkadaş gruplarının oluşturduğu “Barana” adı verilen toplantılarda, bir araya gelip oturmalarda muhabbetin ve sohbetin tadı bir başkadır.

Bu oturmalarda ev sahibi olanlar elinden gelen her ikrâmı yapmaya gayret ederler. Kimi askerlik hatıralarını, kimi okul hatıralarını, kimi av hatıralarını, kimi de yaşadığı ilginç olayları ballandıra ballandıra anlatır. Bazen arabaşı çorbası, bazen çay, sütlü kahve, bazen kuru yemiş ve meyve gelenlere titizlikle sunulur. Hizmette asla kusur edilmez.

Yeme ve içme aralarında yapılan tefsir ve hadis dersleri, okunan siyer ve ilmihal konuları toplantının kalitesini artırır.

Konularla ilgili hayatın içinden, yaşanmış canlı örnekler konuşmalara ilgiyi artırır. Can kulağıyla sessizce dinlenir.

Böyle bir sohbet ortamında dinlediğim şu olayı siz okuyucularımla paylaşmak istiyorum:

“Dört kafadar arkadaş, bir kış günü Konya'dan arabalarına binerler Alanya bölgesine doğru sabah erkenden avlanmak için yola çıkarlar. Gün boyu avlanmaya çalışırlar. Ama o gün nasipleri yoktur ve hiçbir şey avlayamazlar. İçlerinden biri arkadaşlarına,

“Arkadaşlar, bugün şansımız yokmuş, hiçbir şey avlayamadık. Bari şu yakın köye gidip bir keçi alalım, kestirelim, birer but da olsa evimize götürelim, evimize eli boş dönmeyelim” der.

 Arkadaşları bu fikri beğenir. Uzaklardan ışığı yanmakta olan bir eve doğru yönelirler. Gecenin karanlığında zorla da olsa eve varırlar. Kapıyı yumruklarlar. İçerden kırk, elli yaşlarında bir adam biraz endişe, biraz korku, biraz da merakla kapıyı açar ve eve “Buyurun” diyerek ne istediklerini sorar.

Adamlar, köylüden, varsa bir keçi satın almak istediklerini, kestirmek istediklerini söylerler. Köylünün gözleri parlar. Bir keçisi olduğunu,  satabileceğini ifade eder. Yapılan pazarlık sonucu, adamlar keçiyi alır ve kestirirler.

Bu arada köylünün keçiyi keserken ağladığını gören avcılar,

“Hayırdır amca, keçini satmak istemiyor muydun, keçini çok mu seviyordun?” diye sorarlar. 

“Hayır” der köylü. “Onun için ağlamıyorum, Bu sabah oğlum askere gidecekti. Ona yol harçlığı verecek para bulamamıştım. Komşularımdan istedim. Onlar da veremedi. Keçimi pazara götürdüm, satmak istedim satamadım. Ne yapacağımı bilmiyordum? Allah'ım bana yardım et diye sabahtan bu yana dua ediyordum. Şimdi siz geldiniz ve bu keçiyi satın aldınız. Allah'a şükürler olsun. Allah duamı kabul etti. Artık askere gidecek oğluma yol parasını ve harçlığını verebileceğim” diye sevincinden gözyaşı döktüğünü açıklar.

Dört kafadar av hastası arkadaş, köylünün niçin gözyaşı döktüğünü öğrenince ellerini ceplerine sokarlar. Çıkardıkları paraların bir kısmını köylüye uzatırlar ve bu paraları askere gidecek oğluna vermelerini söylerler. Kestirdikleri keçinin sadece butlarını alarak gece yarısına doğru, tekrar yola çıkarlar.

Arkalarında bıraktıkları köylünün hüzün gözyaşları, sevinç gözyaşlarına dönüşür. Gidenlerin arkasından el sallar dualar eder.”

Bu olmuş olayı, bu güzel hatırayı dinlerken, askere gidecek gençleri, onları askere uğurlayacak anne babaları düşündüm.

Onların bir kısmı askere gidecek yol parası bulamazken, asker evladına verecek yol harçlığı bulamazken, bir kısmı da askerliğini yarım günde bitirecek imkânlar içinde yüzüyordu.

Bir kısmı canıyla, bir kısmı da parasıyla vatan görevini yerine getiriyordu. Dünya hayatı böyleydi. Bedelli askerliğe, bedel ödeyerek yapılmayan askerliğe en ufak bir itirazım yok. O çocuklar da okuyarak, iş güç sahibi olarak, ömürlerini bu vatan için hizmet ederek, yasaların kendilerine tanıdığı fırsatları kullanarak ve az da olsa bir bedel ödeyerek askerlikten muaf oluyorlar.

Ama onların çocuklarına ve torunlarına anlatacak bir hatırası asla olmayacak. Mesela, benim gibi kendinden on yaş küçük bir komutandan, sebepsiz yere niçin tokat yediklerini hiçbir zaman bilemeyecekler ve anlatamayacaklar.

                                     HEM NALINA HEM MIHINA

SEN YİNE DE GEL

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Şeb-i Arus Törenleri'nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in yaptığı konuşmalara, konuşmaların içeriğine kızmış ve:

“Bir daha Şeb-i Arus'a gelmeyeceğim” demiş.

Sen yine de gel, Kılıçdaroğlu, küsme.

Mevlâna'nın “Gel, gel, gel. Ne olursan ol yine gel. Kâfir, Putperest, Mecusi ne olursan yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Bin kere tövbeni bozsan, yine gel” dediğini ne çabuk unuttun.

Sen yine de gel. Gel de geldiğin gibi kalma, biraz değiş.

DUMAN'LI

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı 14 Aralık operasyonu ile ilgili olarak kendini gözaltına alan savcıya “İki makale bir haber. Hakkımdaki bütün iddia bu mudur? Diye sormuş. Savcı da “Evet budur” demiş.

Ekrem Dumanlı, savcıyı eleştiriyor.

Tabii ki işin doğrusunu Savcı biliyor, ben bilemem. Yalnız iki makale ve haberin içeriğini merak ediyorum. Bazen insan bırakın bir makale yazmayı, bir haber yapmayı bir sözle, bir cümleyle bile hata edebilir, yanlış yapabilir.Aklıma Yunus'un,

“Söz vardır kese savaşı, söz vardır kestire b    aşı

Söz vardır ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz” dizeleri geldi.

Yani delil olması için binlerce makale ve haber mi olması lazım? Bir bilsek

                                               GÜNÜN SÖZÜ

İNSANLAR VARDIR, SU GİBİ AZİZ, SU GİBİ DURU. KONUŞTUKÇA SU OLUR, AKARLAR KALBİMİZE. KAN GİBİ, CAN GİBİ, CANAN GİBİ.

                                                                                                        Şems-i Tebrizî