Ramazan ayının herbirimizin hayatında unutulmaz anıları vardır.

Atmış yıla yakın bir süredir oruç tutmuş, camilerde teravih namazları kılmış, ev ortamında ya da misafirlikte iftar yapmışsanız, sahura geç kalkıp beş dakikada bir şeyler yiyip birkaç bardak su ya da çayla idare etmişseniz bütün bunları nasıl unutursunuz?

Çocukluğumuzda Ramazanların ayrı bir güzelliği, ayrı bir bereketi, ayrı bir huzuru, ayrı bir samimiyeti vardı.

Ne kadar yorgun ve uykusuz olursak olalım, annemizin " Haydi çocuklar sahur zamanı, sofraya!" sesiyle uyanır, elimizi yüzümüzü yıkar; yer sofrasının etrafında tavaf eder gibi toplanırdı. Aile kalabalık. En az 10 kişi… Mis gibi tereyağlı erişte pilavını kaşıklardık. Yanında ya hoşaf ya da yayık ayranı olur onları içerdik.

Teravih Namazların her gün ayrı bir camide kılar, camilerde yaramazlık yapmaktan, gülmekten, gürültü yapmaktan, komşu Ömer amcanın ayağını gıdıklamazdan çok hoşlanırdık. Kırmızı kart falan bilmezdik ama Namazî yarısî olmadan kendimizi dışarda bulurduk.

Sonra büyüdük. Okudum. Önce İmam hatip sonra öğretmen oldum. Konya dışında, yurt dışında, Konya merkezdeki okul ve camilerde yıllarca görev yaptım. Yüzlerce hatıra binlerce anı yaşadım.

Her Ramazan'da öyle güzel anılar ki… Yazsan roman olur, hikaye olur. Dizi filmlere senaryo olur.

Yıl 1983. Konya İlahiyatta son sınıftayım. Evliyim. Biri kız diğeri erkek iki çocuğum var. Meram İğdeli Camii İmam hatibiyim. Sınıf arkadaşlarımdan bekar olanları ve hocalarımızdan Mehmet Bakırcı ile Orhan Çeker'i de iftara davet ettim. Sağolsunlar hepsi geldiler evimi bereketlendirdiler.

Mükellef ve mükemmel bir iftar sofrası. Hanım, kayınvalide ve hanımın ablası akşama kadar akşam için hazırlık yaptılar.

Yemekler Konya mutfağından. Ne ararsan etli, sütlü, tatlı hepsi var.

Yemekler iştahla ve sırayla yenirken Mehmet Bakırcı hocam " Evdekilere çok eziyet yapmışsın, bu kadar yemek olur mu?" diyerek kızdı.

"Hocam biz Konyalıyız. Bizde böyle, istersen bir iftar da sen ver" dedim.

Bakîrcı hocam " Tamam" dedi. Öbür hafta bize gelin. Size bir peynir,

karpuz ikram edeyim"

Hepimiz sevinmiştik. Bir iftar daha yapacaktık.

O günü iple çektik daha doğrusu ben çektim.

O gün geldi. Bakırcı hocamın şimdiki Hacıfettah Mezarlığı kuzeyindeki evine yöneldik. Ben kendi kendime " Hocam Konyalı. Karpuz peynir işin adı. Mutlaka önünde sonunda çorba, etli pilav, şu bòreği, sarma, tatlı baklava, kadayıf kavun karpuz hepsi vardır" diye umutlanıyordum, umuyordum. Bu beklentim iftar saatine kadar sürdü. Kesilmiş karpuzlar, tepsiye konmuş çökelek peynir ve yufka ekmekler.

Ben hâlâ kapının arkasında veya bir başka odada etli, sütlü, tatlı, altı pirinç üstü piliç bir şeyler gelir diye bekliyordum. Alaaddin'den iftar topu patladı. Ezan sesine top sesi karıştı. İftar duası yapıldı. Allahümme leke şükrü ve bike amentü... Oruçlar açıldı. Sular içildi. Ya Allah Bismillah… Karpuzlar ve Yufka içine sıkılmış tam yağlı çömlekler yenmeye başlandı.

Ben hâlâ bekliyordum.

Ama gelmedi.

İsteksizce yemeye başladım.

Lokmalar boğazıma tıkanmaya başladı.

Hâlâ bekliyordum.

Ama gelmedi.

Nefsim iyi bir tokat yemişti. Sonra karpuz ve peynirle karnım doğdukça yediklerinden tat almaya zev almaya başladım. Bakırcî hocam dediğini yapmıştı. Bu iftar sonunda benim hayatımda unutulmaz güzel bir hatıra olmuştu. Allah selamet versin Bakîrcı hocam bana ve nefsime güzel bir ders vermişti.

OBERGRÜNBURG'UN HANS'I

Yıl 1997. Avusturya Oberöstereich Linz eyaletinde İslam Dersi öğretmeniyim. Obergrunburg denilen bir köyde bir ilkokulda Müslüman çocuklarımıza çarşamba günleri ders veriyorum.

Aynı gün Hans isimli bir papaz da kendi çocuklarına ders veriyor.

Elinde gitarı gayet sevimli ve sempatik. Teneffüslerde Öğretmenler Odası'na gelir gelmez ilk işi pencereyi açıp önünde ayakta durmak. Sigarasını yakıp dumanını dışarı üflemek olan bu Hans o gün pencereyi açmadı ve sigarasın yakmadı.

O yıllarda henüz okullarda sigara içme yasağı yoktu.

Hayret etmiştim.

"Hans" dedim. Sigarayı bıraktın mı? "Yok" dedi.

" Peki niye içmiyorsun, niye yakmadın?"

Siz Ramazan ayındasınız ve oruçsunuz" dedi.

Çok şaşırmıştım ve hayret etmiştim.

"Yakabilirsin. Ben sigara içmiyorum. Ben etkilenmem" dediysem de " Ben sabredebilirim" diyerek sigarasını yakmadı.

Zil çaldı. Tekrar derslere girdik. O gün ders günü boyunca Hans, bana saygısızlık olur diye sigarasını yakmadı. Aklıma Türkiye’de öğretmenlik yaptığım okulların Öğretmen Odaları ve orada birlikte çalıştîğımız Hasanlar, Nazmiler, Haliller, Nurseller geldi. Bu arkadaşlar özellikle Ramazan'da sigaraya başlarlar ve ülser gastrit gibi mide hastalıkları olduğunu söylerlerdi.

1991 POLATLI

Polatlî Ticaret Meslek Lisesi'nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeniyim. İlçe Müftüsü Konya Hadım Kaplanlı'lı Osman Keleş. Geçen ay rahmetli oldu. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah. Çalışkan gayretli, ihlaslı bir din gönüllüsüydü. Öğretmen ve imam hatipleri birlikte organize eder köylere İrşad programı yapar sohbet vaaz ve teravih namazları kıldırtmak için gönderirdi. Köylüler bu hizmetten hoşlanır özel olarak talepte bulunurlardı. Yine böyle bir yaz akşam halkı Kürt olan bir köye Ali Okumuş, Mehmet Bilgin ve ben Polatlı İnler Köyüne gittik. Ali Okumuş İmam Hatip Lisesi ve Polatlı Lisesinde uzun yıllar görev yapmış tanınan, sevilen nüktedan bir arkadaştı.

Köylüler bizi sevinçle karşıladılar.

O anda Ali Okumuş hocamızı önceden tanıyan köylülerden biri koşarak geldi. Hocamıza sarıldı.

"Ali Hocam hoş gelmişsin. Seni görünce kaybolmuş eşeğini görmüş gibi sevindim. Hoş geldin Ali Hocam hoşgeldin. Ne iyi ettin.

Ali hocamîz fazla bozuntuya vermedi.

İftar yapacağımız odaya doğru yöneldik. Oda köy Camisine yakındı.

Seni görünce kaybolmuş eşeğimi görmüş gibi oldum olacaktı.