“Onbir ayın sultanı” Ramazana kavuşturan Yüce Mevla’ya hamdolsun. Farz olan oruç ibadetini yerine getirerek karşılığını Allah’tan beklemek, ilâhî rahmet için bin aydan daha hayırlı olduğu müjdelenen “Kadir Gecesi” nin füyuzatından istifade ederek merhamet ve rahmete kavuşmak, cehennem azabından kurtulmak, ibadetlerimizi artırma gayreti göstererek kulluğumuzun neşvesini yaşama fırsatını elde etmek için bu günler büyük bir fırsattır.

2 Nisan 2022 Cumartesi başlayıp, 2 Mayıs Pazartesi günü bayram edeceğimiz ramazan, atalarımızdan devam edip gelen “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” deyiminde ifadesini bulduğu şekli ile yaşanmaya çaba gösterilse de geçmiş yılları arar olduk. Bizim kuşak Ramazanın başlamasını, devamını ve bayrama ulaşmayı, iftar, teravih ve sahuru bir başka yaşardı dersem yanlış olmaz.

Ramazan yaklaşırken ihtiyaçların temini için Aziziye camii’nin arkasındaki İhtisab’ın altı ve çevresi ile Türbe Caddesi ile Kadınlar Pazarı civarında bir hareketlilik başlardı. Yerinde yeller esen bakkal Paşa’nın Mehmet, kuru gıdalar satan Nuri Atıcı, Süleyman Öztemel, şekerci Reşit Tatlıdil, helvacı Rıza Güneri, kasap Kâzım, manav İbrahim, baharatçı Halis İşbilen, bakkal Emin Çavuş, doktor Nedim Ulugülyağcı’nın babası bakkaliyeci Abdurrahman amcanın müşterilerinin sayısı artardı.

Mahallemizin kadınları ramazana hazırlık yapmak üzere evlerde grup oluşturup, insanı tok tutması için erişte keser, yufka açar, şehriye dökerlerdi. Sofralarda üzüm hoşafı eksik olmazdı. Henüz evlerde buzdolabı bulunmadığı için şayet yaz ise, gece avluya çıkarılan Sille testileri, şafakta izbeye alınarak serinliği muhafaza edilir, bağ evlerinde at veya eşek koşulan tulumba ile kuyudan su çekilerek havuzlar dolardı.

Alâaddin Tepesi’nde Şehitler Abidesi’nin yanındaki iftar topunun patlamasını beklerdik. Sarı pirinçten dökülmüş topun namlusunun içerisine barut konulup, terzilerden toplanan kumaş parçaları demir tokmakla sıkıştırılır, iftar saati gelince fitil ateşlenerek top sesi şehrin her yanından duyulurdu. Su ile iftar açılıp, yemek yenilerek akşam namazı eda edildikten sonra teravih kılmak için mahalle camilerine gidilirdi.

İnsanlar çarşı içindeki camilerde teravih namazı için sadece Sultan Selim, Kapı ve Aziziye camilerine gitmek zorunda idi. Çünkü; 1950’den önce Aslanlı Kışla’nın arabalarına koşulan katırların ot deposu olan Şerafeddin, Taş eserler müzesi halindeki İplikçi, kütüphane yapılan PTT’nin yanındaki Hacı Hasan, harap haldeki Alâaddin ve Alman Harbi sırasında asker doldurulan Topraklık camii’nde yıllarca namaz kılınmadı.

1950’li yıllarda benim gibi çocukluktan çıkma çağındakiler ise; eski müftülerden, en son Şerafettin Camii imamı olan Hakkı Özçimi yönetiminde şehrin tek Kur’an kursu açılmasına izin verilen, İşkalamanlı Mustafa hocanın hızlı teravih kıldırdığı Demirciler içindeki Bulgur Tekkesi’ni tercih eder, 2 sekiz ve son 4 rekat teravihten sonra, Vitir namazını kendimiz ayrı kılarak, bisiklete atlayıp, soluğu yazlık sinemada alırdık.

Yaz aylarında Ramazan ayı boyunca Aziziye Camii civarı ve Türbeönü çok hareketli olurdu. Teravih sonrası Tenekeciler içindeki Tatar Selahattin’in çay ocağının önündeki hasır sandalyeler sahura kadar boş kalmaz, karpit lambası ile aydınlanan karpuz sergisi açılır, Attarlar sokağının başında Fakih Süleyman’ın Şam tatlısı tezgâhı, İdmanyurtlu Şaban Demirölmez ve Rumeli muhaciri Mustafa Babaotu da tekerlekli dondurma ve limonata arabalarıyla yerlerini alırdı.

Türbeönü’deki Nebi Dayının (Çinitaş), Ethem Dayıoğlugil ve Ali Erman’ın kahvelerinin önü sulanıp, dışarı çıkarılan masalar teravihten çıkanlarla dolar, meydanın ortasındaki şadırvandan çevreye adeta serinlik yayılırdı. Eskiden Ramazanın yaz aylarına rastladığı yıllarda teravihten sonra Nabi Dayı’nın kahvesinde sahura kadar tombala çekilerek vakit geçirilirdi. Yıllar sonra yol açılarak meydanı genişletmek için sarkaçlı tarihi saatlerin bulunduğu Muvakkithane, Türbe Hamamı, terzi Hikmet Fil ve Sarı İsmail’in berber dükkânları ile 2. Dünya savaşı sırasında ekmeğin karne ile verildiği Bahri Güvez’in fırını yıkılınca şadırvan Yusuf Ağa Kütüphanesi’nin yanına taşınarak, Türbeönü tarihe karıştı. Geçmişe ait bu yazı vesilesiyle eski ramazanlarla ilgili birkaç hatıramı nakletmek istiyorum:

Sanırım 1946 yılında babam ile İhtisabın Altında alışveriş yaparken Ahmet Efendi Çarşısı’nın yerinde bulunan Ahmet Efendi Hamamı’nın avlusunda Arnavut Ahmet lâkaplı baltacı odun kırar, avlunun bitişiğinde de Limoncu Adil, portakalcı Mustafa ve Süleyman, tanesi 5 kuruşa portakal ve limon satardı. Son sırada ise, levhasında Kasap Nazif yazan dükkanın camında koyun etinin kilosu 145 kuruş yazılı idi. 1957’de iftara yakın eve giderken Sultan Selim Camii minareleri arasına Konya’da ilk defa Mahya kurulduğunu görmüştüm. Günümüzde yaşatılmaya çalışılan Meczuplara iftar geleneği 80’li yıllarda da uygulanıyordu.

1960 yılına kadar yaz aylarına rastlayan Ramazanlarda insanlar, serinlemek için Türbe Caddesi’nde, yıkılan Mevlâna Çarşısı’nın yerindeki “Üzüm Pazarı” olarak anılan alanın tahta parmaklıklı giriş kapısının bitişiğinde bulunan Cahit Solaklar’a ait Buz fabrikası’ndan aldıkları buz ile su soğutur, pastacılar dondurma kazanını buza sararlardı. Çocuklar tekerlekli tahta arabalarla çarşı içerisinde dolaşarak buz kalıbı üzerine dizilmiş şişelerde gazoz satardı.Tabii, hısım-akraba ve misafir ağırlanan geleneksel iftar sofralarının yanı sıra, eli öpülen büyüklerin verdiği bayram harçlıkları ile eski ramazanların hatıraları bile bir başka idi.

“O