Yaşı kırklarda idi Mustafa Ağa’nın,  Kırsal bir dağ köyünde gücüne göre hem davar sığır ile hem de rençperlik yaparak yaşamını sürdürmekte idi.

Yedi tane çocuğu vardı, üçü oğlan dördü de kız. Bu yaşında iki oğlunu evlendirmiş iki de kızını baş göz etmiş, etraftaki komşularına bakarak maddi durumu bir hayli iyi idi. Kimseye ihtiyacı yoktu. İhtiyacı olana da yardımcı olmaktan kaçmayan dindar sayılır biri idi. Ağzından küfür ve kötü laf asla çıkmayan namazında, abdestinde zaman buldukça cemaatten hiç kalmamaya özen gösterirdi.

Köyünün ortak malları olan çeşme ve çeşme suyolları bakımını hep kendisi üstlenirdi. Bunun için gerekli her malzemeyi kendisi temin eder, aksayanı bozulanı tamir eder, köylünün sıkıntısına koşardı.

Bundan başka kırsalda ki kuyu ve sarnıçları temizlemeyi, onların yağmur sularından dolması için suyollarını temiz tutma gibi görevlerin yanında köydeki cami ve misafir odalarının bakımını da hep Mustafa ağa yapardı. O yaşta ağa namını almak da belli ki hayırsever oluşundan verilmişti ona.

Hatta bazen evinde işlerinin yoğunluğunda hep böyle hayırla uğraşmasına eşi ve çocukları, “Yahu köyde senden başka adam yok mu? Biraz da onlar yapsın bu ortak köy hizmetindeki yerlerden tek biz mi faydalanırız, bunca işimiz var” diye hayıflanmalarına karşın ya sessiz kalır ya da “Siz karışmayın benim işime, işinizi yapın yorulursanız bırakın bir gün sonra yaparsınız” der, kendi bildiğini yapardı.

Mustafa, davarcılık da yapıyor hatta sürü halinde davarlarını yazın yaylada, kışın yaban ağılı denen köyün uzağındaki yerlerde güder, yaz kış sırtı yatak yüzü görmezdi…

O yaban ağıllarında kışın bir sürü davarı beslemek zayiatsız bahara çıkarmak öyle kolay da değildi. Onun için yazdan evindeki sığırlar ve eşek öküz gibi gücünden faydalanılan hayvanların yiyintisini eve doldurduktan başka kış ağılında da bu saman ot yaprak gibi hazırlıkların yapılması önemli idi.

Kışın keçiler kar kış demez, ormandan meşe ve ardıçların uç çalılarını (çiğirdik) yiyerek beslenir, ama daha nazik olan koyunlar ise kar yağdığı zaman mutlaka önüne ot saman ve yem isterdi. Artık oğullarını evlendirdiği için işler biraz daha kolay olmuştu. Kendisi davar gütmeyi seven, eşi de yaylada ürün almayı bilen insanlardı. İşinin ehli oluşundan çocuklarına “Yavrularım siz köyün ekin harman işlerini yapın, biz anan ile yaylaya gidelim hem davarımızı güderiz küçük kardeşinin Halil de oğlak kuzuları yayar, zorlanırsa ananız yardım eder. Biz yaylayı hallederiz” demiş ve yaylaya dört ay kadar yiyecekleri olan un bulgur gibi dayanıklı ne buldularsa götürmüşlerdi. Yazın da tarlalarında çıkan domates, salatalık, patates, soğan gibi yeni sebzeyi de arada ya gece gidip alır gelir ya da çocukları getirip ihtiyaçlarını giderirlerdi.

Mustafa Ağa, yaylaya çıkarken eskiden beri hep duyduğu ama çok üzerinde durmadığı bir olayı da yalnız başına araştırmak istiyordu. Olay ne miydi?

Yaylanın yakınlarında çok kullanılmayan derin ve karanlık bir mağara vardı. Buraya ne o köyden ne de civar köylerden kimse girmeye cesaret edemezdi. Bu mağarada yüklü miktarda altın olduğu herkes tarafından söylenirdi ama oraya girmenin çok tehlikeli olduğu da anlatılırdı. Rivayete göre altın ya da para cinlerin elindeydi, onu kimse alamazdı.

Bir gece yaz sıcağından dolayı yayla evinin damından biraz yukarda yatırdığı davar sürüsünün yattığı yerin yanında kendine de bir yer yaparak kepeneğin içinde uyurken… Yine aynı köyde olduğu gibi yayladaki hanımlar ve çocukların sesleri gelmeye başlayınca, zaten geç yattığı için ağır uykuda bile seslerin geldiğini fark edip hemen kepeneğin içinden fırladı: “Ne oldu önemli bir şey mi var hayrola?” dedi. Kadınlar “Yok Mustafa ağa yaylanın orta çeşmesinin suyu akmaz oldu sende biraz sonra davarları kaldıracaksın, biz yaylacılar su olmazsa ne yaparız bir çaresine bak” dediler. Zaten bu işlere aşina olan Mustafa, eline malasını aldı kovasına evinden biraz çimento koyup çeşmenin suyolunu takiben yürümeye başladı. Su yolunun bazı yerleri düzgün taşlar ile yapılmış avgın ya da eski künkler ile

yeterince uzak bir yerden yayla ortasına getirilmiş çok soğuk yaylacıların turfan yaymada kullandıkları sade yağını turfanda toparlayan çok soğuk bir kaynak suyu idi.

Daha ortalık pek aydınlanmamıştı ama Mustafa, bu işi çabuk bitirmeliydi. Çünkü ortalık ısınmadan davar gün doğarken kalkar yürürdü. Neyse Allah yardım etti daha 30-40 adım kadar giderken suyun arızasını buldu. Etrafını ısırgan otlarının sardığı suyolu ısırganların köklerinin künklerin içerisine girip kapatınca suyolunu tıkamış hemen acele o kökleri künkleri fazla kırıp dökmeden yaptı. Kırılan yeri derelerden topladığı biraz kum ile çimentoyu karıştırıp suyun çeşmeye gelmesini sağladı. Yanında cıvıldaşan çocuklara da “Aman eyi bakın çocuklar sizler yarın yaylacı olacaksınız. Bu gibi arızaları aklınızda tutun” diye tembih etmeyi de ihmal etmiyordu.

Yaylaya geldiğinde davarlar yavaş yavaş ayaklanmaya başlamış, cefakar çalışkan eşi Eşme kadın da kocasının azığını hazır etmiş torbayı uzatmıştı. “İçinde taze yağ ile yağladığım iki bazlama var, üzerine şeker de saçtım, iştahın açılsın diye, afiyetle ye” dedi. İşlerini yapmak için yayla evine girdi. Mustafa yol almış olan davarların arasına düştü, bazlamaları yedi ardından eşine gıyabında dua etti. Öğleye yakın davarları yatağına doğru sürerken, sürüsünü bekleyen köpeklerin ara ara havlamaya başladıklarını işitti. O tarafa baktı bu havlama pek kurt veya bir yaban hayvanına ürme değildi. Belli ki buralarda bir tehlike vardı. Oturduğu taşın başından dikkatlice bakındı etrafa, yoktu bir emare ama köpekler de çağırmasına rağmen gelmiyorlardı.

Çaresiz o taraf doğru yürüdü ve kendi kendine köpeklere sormaya başladı, “Ne oldu, niye havlarsınız, nedir sizi tedirgin eden?” diyerek daha dikkatli davranıp çok saldıran olan kancık köpeğe yaklaştı. O da havlamasını sıklaştırıp koca bir kayanın altına doğru saldırıya geçti.

Köpeğin çok saldırmasına daha fazla dayanamayan bir adam hoşt hoşt diyerek çobana “Aman çoban, köpeklere seslen bizi parçalayacaklar” deyince etraftan taşların arasından iki kişi daha peyda oldu. Bu adamlar yabancılardı. Hiç görmediği tanımadığı birileri olunca acaba davar mı çalacaklar ki diye yanlarına varmadan “Siz kimsiniz, necisiniz, ne ararsınız bu dağlarda?” diye birbiri ardına sorular sordu. “Biz yabancıyız gel hele şöyle biraz sohbet edelim çoban ağa” dediler. Mustafa daha dikkat ederek “Ne ararsanız söyleyin, cevabını vereyim yanıma yaklaşmayın” dedi. İçlerinden biri “Gel korkma bizden zarar gelmez, biz bir yer ararız onu soracağız” deyince, Mustafa “Ne arıyorsunuz?” diye tekrarladı. Az önce konuşan adam “Buralarda garanlık mağara diye bir yer varmış o mağara nerde bilin mi?” dediler. Mustafa da hemen uyandı “Bilmem heç duymadım öyle bir yer” dedi.

DEVAM EDECEK..