Bu yıl esgi gışlardan bir gışı yaşıyoruz, çok şükür. Bizim küçüklüğümüzde atalarımızın “gış” değerlendirme sözleri de birebir gerçek oluyor.

Mart geldi de ortalık ısınmaya başladı mı büyükler şöyle derdi:

“Daha durun bakalım gışın hası geride olacak. Cemrelerin gavgası olacak, Mart ne diyecek bakalım. Kasım yüzelli olmadan bahara ermiş sayılmayız.”

Kasım yüzelli ne demek? Eskiler, yaz ile kışı ayrı kategoride değerlendirirlerdi. Yaz için Hızır günleri kış için de Kasım günleri derlerdi.

Onun için tecrübeli atalarımız “Kasım yüzelli yaz belli, ondan sonra olacak soğuklar pek zarar vermez” diye telkinde bulunurlardı.

O sözlerden bazıları şöyleydi:

Kışı üç isimle değerlendiren atalarımız, “İlki karakış. Kasım ile başlar Aralık yirmiye kadar kırk beş gün, Zemheri (erbain) kırk gün Aralık yirmi de başlar ocak otuzda son bulur kırk gün. Cemreleri içerisinde barındıran (Hamsin) elli gün bazıları da üç kırk beş sayar karakış. Zemheri. Hamsin. Yüz otuz beş. Dokuz da Marta dokuzu bazen az ama şiddetli kışı olur, eder yüz kırk dört. Beş de artı gücük yüz kırk dokuz bir de Sultan Nevruz eder yüz elli” derlerdi. Bu da kışın sonuydu.

Deyimlere gelince…

Şiddetli kış hüküm sürünce “Eee şikayet etmeyelim canım gış gışlığını, puşt puştluğunu yapacak” derlerdi.

Zemheri kışı boğucu olur. Ağaç, taş arkası canlıyı korumaz tipi her yerden eser,

Hamsin de kış yapar ama taş taşa kuytu olur, taş ardına saklansan adamı korur.

Hamsin kışı bu yıl ki gibi uzun ve şiddetli olursa bilhassa davar sürüsü sahipleri malın yemi otu samanı bitmiştir malı dağdan doyuracaklar ama kış uzun sürünce mallar evden yemeye başlar, ağanın keyfi kaçardı. Onun için, “Hamsin, zemheriden kemsin” (kötüsün) derlerdi.

Bir diğer büyüğümüz söze girer “Fazla acızlanmayın canım ben hamsinin yerine cevap vereyim. Ne kadar kem (kötü) olsam da iti soluturum (sıcağımda olur) çifti yürütürüm ne de olsa sonum bahardır” derdi.

Yıllar var ki bazı takvim yapraklarında, bazı benim gibi yazı kaleme alanların belgelerinde koca karı soğukları diye bir deyim yer alır. Merak ederdim bu merakımı da büyük bilge emmilerime sorarak gidermeye çalışırdım.

Benim yaşlarda bir çocuğun veya gencin çok soru sorması da büyükleri biraz rahatsız ederdi. Bazıları ben bilmem diye savar, bazılar aman canım sen de pek gevezesin çok soru soruyorsun senlen mi uğraşacağım diyerek sertçe azarlarlardı.

Peki bu merakı nasıl giderecektim? Ben de kendi yakınım olan büyüklerime sorarak giderirdim merakımı. Mesela 1310 Rumi 1894 Miladi doğumlu anne dedeme müracaat eder sıkılarak sorardım.

-Dede koca karı soğukları ne demek?

-Guzum onlar birer benzetmedir. Bizim Türk insanı benzetmeyi sever. Koca karı soğuğu diye bir şey olmaz. Bizler dağ köylüsü insanlarız. Etrafımızda yüksek dağlarımız var. Buraların karları yaz ortasına kadar kalkmaz. Dağlardan sertçe esen rüzgarlar o karların soğuğunu aşağılara taşır ona koca kar soğuğu deriz. Şimdi milletin golayına geliyor koca karı soğuğu deyiveriyorlar.

Ne de güzel izah etmişti merhum. Konumuz ile ne kadar ilgisi olacak bilemem ama o konuyu da aktarayım. Bizler daha ilkokula başlamadan önce namazlıklarımızı bellemek için hoca mektebine giderdik. Her ne kadar yasak olsa da köyümüzün büyükleri 5 mescid bir de Cuma camisi ile 6 tane ibadet yeri olan köyümüzde mescit ve cami imamlarına rica ederler. “Çocuklara namazlıklarını Kur’an okumayı belletin, biz sizi koruruz, hakkınız veririz” derlerdi.

Biz hoca mektebinde okurken büyükler köyün girişlerine birini koyup “2 saat kadar burada bekle köye gelecek devlet adamlarını haber ver” diye tembih ederlerdi, hocalarda gönül rahatlığı ile bizi okuturlardı. Devlet demek dayak demekti.  

Kurana geçen büyük ağabeyler ve ablalarımız tecvit dersi alacaklardı. Biri elinde bir cüz ile geldi. “Hocam ben babamın Karabaş Tecvidi kitabını getirdim. Ondan bana tecvit bellet” deyince rahmetli dedem şiddetle kızarak “Bir daha o sözü kullanma, ne demek Karabaş Tecvidi” diye azarlayınca genç ağabey hocam “Kitabın üzerinde öyle yazıyor” dedi.

Dedem sakinleşti ve “Çocuklar bu tür isimler bize dinimize hakaret eden isimler sözlerdir” demişti. Sözüm meclisten dışarı Karabaş diye köpeklere isim verilirdi. Dedem de buna açıklık getirmişti.

Sonra öğrendim ki bu tecvidi yazan zatın ismi Şeyh Abdurrahman Karabaşi Hazretleri, daha talebelik yıllarında kendini ispatlamış bir kişiymiş. Bu zat, hocası başına siyah sarık sardığı için hocasına karabaş diye lakap takmış. Bir zaman sonra hocası talebesinin kendine “Karabaş” dediğini duyunca çok üzülmüş. Durumu haber alan talebesi şöyle bir şiir yazmış:

“Bir hocam var idi mektepde meğer

Başına kara sarar idi ekser

Kimden okudun dese bir kimse bana

Karabaş’tan der idim ben de ona

Duyup incinmiş o pakize edep

O sebepden bize kaldı bu lakap

Kabe’ye siyah oldu libas

Karabaş olsaydı n’ola ekser nas

Bu olaydan sonra mevcut tecvit kitabını yazar ve adını “Karabaş Tecvidi” koyar. Karabaş tecvid kitabının hikayesi de budur.

Önümüz mübarek Ramazan ayı olacak. Ramazan’ı şerifleriniz mübarek olsun. Amel defteriniz sevaplarla dolsun. Selam ve dua ile…