Yıl 1958… Bahar yaklaşıyor köyün ihtiyaç sahibi olan garibanlarında bir hareketlilik var. Bunlara ana babamın haberi olmadan ben de dahilim.

Yaz günleri altı aylık köyün sığırlarına çoban bulunacak. 12 çoban lazım ama çoban olmak için en az köyden 40-50 kişi müracaat eder. Kıtlıklı, yokluklu karasaban ve öküzlerle tarla ekip harman kaldırılan zor yıllar. Çobanlık işine bizim de çok ihyacımız var. Ben ise yaşım küçük, okuldan yeni çıkmışım. Annemle babam bu zor ve sorumluk isteyen işe talip olmamı istemiyor. Bir kış boyu çobanlık yaptığım için ben bu zorluğu tecrübe etmiştim, becereceğime inanıyordum.

Öyle hemen ben çobanlık istiyorum demekle de çoban olunamıyor. O kadar müracaat edenlerin arasından muhtarlık ihtiyar heyetinin en layık olanları seçip bu işte görevlendirmesi gerekiyor.

Ben mutlaka çoban olurum. Çünkü bir kere çoban olmuşum, işi kavramışım, ihtiyaçlıyım, ayağıma çeviğim, çok koşarım, yumuş tutarım, köyde ne kadar büyükbaş sığır varsa hepsini, kime ait olduklarını bilirim.

Tellal bağırdı, “Köy sığırına çoban çıkmak isteyenler akşam muhtarlık odasına gelsin.” Yine anacığıma söylemeden odaya gittim. Muhtar beni görünce “Sen de çoban olmak istiyormuşsun Ismayıl” dedi. “Evet Muhtar emmi” dedim. “Sen şöyle kenarda bekle ihtiyaç olursa sen önceliklisin, ama bu sene daha başka çok ihtiyaçlı olanlar geldi, öncelik onların. Sen kışın yoruldun, bu sene anana yardım et, ekinde tarlada” dedi. Ben beklemeyi tercih ettim, acaba kimler çoban olacak diye.

Muhtar emmi şöyle diyordu gelen taliplilere, arkadaşlar hepinizi almak isteriz bu işe, ancak buna imkânımız yok, siz varsınız 37 kişi, bize lazım 12 kişi. Biri zaten köylümüz Garadayı Şevket ile oğlu. Lazım olan 10 kişi de şunlar olacak deyip isimleri yazdı diğerlerine dağılın, dedi. Evlerimize dağıldık.

AHMET İZMİR’E KAÇIYOR

Zaman geldi çobanlar işbaşı yaptı. Şevket amca kendi ve oğlu ile beraber iki koldan çoban oldular. Ben bunları takip ediyorum. Çünkü oğlu Ahmet benim hem arkadaşım hem komşumuz. Her akşam görüşürüz. Ahmet hayatından memnun değil. Tabi İzmir gibi koca şehirde büyümüş köyde çoban olmayı kabul edemiyor ve hep kısa süre içinde köyden kaçacağını ima ediyordu. Çok geçmeden kaçış zuhur etti. Zaten 1321 rumi 1905 miladi doğumlu olan Şevket amca tek başına kaldı, hem yaşlı hem de hastaydı.

Ben olayı hemen muhtar emmiye aksettirdim. Akşam muhtar Şevket emmi ile görüştü, “Oğlan kaçmış doğru mu gardaşlık” diye sordu. Şevket amca mahzun “Evet muhtar zor geldi çocuğa” dedi. Muhtar beni evine çağırdı “Yarın azığını katsın anan, sığırın başına geç karadayı ile temam mı Ismayıl” dedi. Sevinerek geldim eve anacığıma söyledim hem sevindi rahmetli anacığım, hem de üzüldü benim için, ama çok ihtiyacımız var bu çobanlığa çok fakiriz.

Çoban olduk 8 çoban sürekli dağlarda kalan yoz ve öküz beygir tabir edilen malları otlatır. İki mahalleye dört çoban ise sağmal, eve gidip gelen malların çobanıyız. 3 çoban yoz denen erkek dişi karışık sığırlara çoşyatağı dediğimiz yaylaklara gider. 3 çoban o yıllarda çift çubuk işimizi gören Öküzler için gedik yatak denilen yaylaklara iki çoban da öğrek denilen beygir ve atların çobanı olur. Günlük değişim ile 15 gün süre ile dağlarda kalırlar. Bütün büyük tecrübeli çobanlar beni yanlarına almak ister. Çünkü ben bu işi iyi bilirim ve uysalım. Büyük sözü dinlerim.

İşte böyle devam ederken artık çobanlığın son ayları yaklaşıyor. İki ihtiyar ile beni yoz sığırlarını gütmeye çoban yaptılar. Şevket emmi de Osman emmi de yaşlı. Ben ise iyi çobanım sığırları idare etmede. Onlara hiç iş düşürmüyorum, herkes tarafından seviliyorum, hatta köylülerimiz tarafından da. Her 15 günde bir sığırlar belli bir yerde sahipleri tarafından tuzlanır, hem yitikler belirlenir, hem de çobanların değişimi olur. Malını tuzlamaya gelen köylüler malı altı ayda değişime uğramış, bilemez bulamaz bana sorarlar, “şu tana sizin” derim şaşırır enine bakar doğru mu, diye.

Sevilmem bundandır. Her gün bir kişi ev keşiği yani evine gelir. Bir gece yatar, işlerini yapar ertesi gün akşama sığırın başına gelir. Su çıktığı denilen mevkide tokat yok sığırlar meydanda yatar. Geceleri biz çobanlarda taşlardan çevrilmiş üzeri açık çobansalıkta yatarız.

O gün ev keşiğine ben gelecektim Osman emmi merhum gecikti. Ortalık akşam oluyor. Osman emmi geldi ama beni bir korku aldı. Bulunduğumuz yer köye 6 kilometre uzaklıkta yol yok, patika eşek yolu. Her yer ormanlık dağlar korkuludur. Şevket emmi Osman emmiye “Ulan ne duruyorsun bu vakte kadar bu çocuk karanlıkta nasıl gidecek bunca uzak yolu?” deyip çıkıştı. O da alttan almadı “Nasıl giderse gitsin bana ne, işim vardı biraz geç kaldım” dedi. Sen misin onu diyen. Şevket emmi “Ülen bu çocuk olmasa biz bu malları güdemeyiz, oraya koş Ismayıl, burayı topla Ismayıl deriz” deyip, her zaman yanında taşıdığı babadan kalma uzun ve keskin hançer ile galiz küfürler ederek Osman emmiye saldırdı. Onun da bir tek dolma tüfeği var. Tüfeği Şevket emmiye doğrulttu hem dağa doğru kaçıyor hem de “Gelme Garadayı kötü olacak seni vururum” diyor. Buna karşılık Şevket emmi de “Ülen Osman ilk attın vurdun vurdun vuramadın seni bu hançer ile delik deşik edeceğim gidi” diyordu, ben ise korkudan ağlıyordum.

Allah’tan davar çobanı Adil Civelek ağabey merhum yetişti imdadıma. Onlara “Bırakın yahu kocaman adamlar dalaşmayı, çocuk korkudan ağlıyor siz birbirinize saldırıyorsunuz. Sizi yarın muhtara şikâyet edeceğim” dedi. Onları sakinleştirip beni de “Hadi Ismayıl sen cesursun korkmazsın, yavaş yavaş git köye. Şimdi Osman ağam (babam) telaşa düşer” dedi. Ben de köye doğru yarı korkuyla yol aldım. Adil ağabeyin dediği gibi babam merhum yolun yarısına kadar gelmiş avazı çıktıkça Ismayııııl Ismayııııl diye bağırıyor. Ben onu duyuyorum seslenemiyorum, dağlarda kurt çakal beni duyacak diye. Neyse buluşup köye geldik. Babama durumu anlattım “Ben muhtara söyleyeyim, seni alsın onların yanından” deyince ben “Yok baba kimseye söyleme, sonra bana şikâyet ettim diye gücenirler” dedim olay kapandı.

ŞEVKET EMMİ CAMİ ÖNÜNDE BAYILDI

Görev bitti Ramazan geldi. Oruç tutuyoruz. Şevket emmi ile evlerimiz yakın aynı mescide gidiyoruz namaz kılmaya. Bir gün tam iftara az kaldı Garadayı Şevket emmi ve mahalle büyükleri akşam namazı için cami önünde toplandık. Şevket emmi goca pafun tabakayı belindeki sarılı yün kuşaktan çıkardı. Parmak kalınlığında bir cıgara sardı elinde çakmak, topun atılmasını bekliyor. Zaten rahatsız, nefes darlığından boğazı hırlar, yürümede güçlük çeker. Cemaatten bazıları Garadayı namazı kılalım, bir iki lokma bir şeyler ye, su iç, sonra yak cıgarayı” dediler. O itiraz edip ezan okununcaya kadar bir iki nefes alırım bu benim arkadaşım dedi. Top gümledi Şevket emmi cıgarayı yaktı. Ardı ardına dumanı çekiyor havaya savuruyor cemaat camiye girdi. Ben onu bekliyorum. Şevket emmi camiye doğru bir iki adım attı yere yığıldı. Ben bağırdım Garadayı öldü diye. İmam namazda, namaza durmamış bir iki genç hemen gelip emminin yüzünü başını yıkadılar. Ayıldı namaz kılmadan evine götürüp yatırdılar. Ertesi gün ben ziyaretine vardım, “Yahu emmi bu mereti içmeyiver, yazık bak ölecektin ben çok korktum” deyince bana “Bak Ismayıl bu lanet meret cıgara, insanın dinini, sağlığını, hatta onurunu yok eder. Nasıl mı? İşte benim durumumu gördün akşam. Şimdi de oruç tutamadım, dinimden oluyorum. Hastalandım sağlığımdan oluyorum. Onur dersen iki paralık oldu. Yaşım altmışa yakın bu pis cıgara insana can düşmanından bir cıgara ver diye istetir. Paran olmaz da alamazsan hep elden istersin otlakçı derler. Kalabalık bir yerde bir arkadaştan cıgara istedim. Herhalde birkaç defa tekrarlamışım bunu. Bana döndü kalabalığın içinde “Ülen gidi, kaç oldu bu tiryakiysen tabaka taşı paran yoksa kıçını kaşı bende yatır kesen mi var, ver bir cıgara, ver bir cıgara dedi. O mahcubiyetim hiç aklımdan gitmiyor sen aman alışma bu pisliğe diyordu. Allah rahmet eylesin. Cümle tiryakileri de kurtarsın bu sigara illetinden. Selam ve dua ile…