Değişmeyen, daima gündemimizde olan ya da olması gereken bir gerçektir ölüm. Bütün gündemleri alt üst eden, bu hayatın geçici ve fanî olduğunu hatırlatan” ey insan dur bakalım nereye?” dedirtendir ölüm.

Bu hırs, bu tamah, bu öfke, bu aç gözlülük, bu kavga, bu nefret, bu kin ve düşmanlık ne? diye hatırlatandır ölüm.

Lokman Hekim “Dünyada iki şeyi unutma: Allah'ı ve Ölüm'ü” derken, Kur'an “Her nefs ölümü tadacaktır” buyururken, Hz.Peygamber (s.a.v) de ”Ölmeden önce ölünüz, hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” diyerek bizleri uyarırken hep ölümü hatırlatmış bizleri ölümden sonraki asıl hayata, Ahiret Hayatı'na hazır olmaya davet etmişlerdir.

Ölüm bizler için, soğuk da olsa, acı da olsa, ürkütücü de olsa kaçınılması zor büyük bir randevudur. Şairin dediği gibi:

Ölüm, büyük randevu, bilmem nerede, saat kaçta,

Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?

Evet, nerede, saatin kaçında, ne zaman ve nasıl öleceğimizi önceden bilemesek de öleceğiz. Çünkü ölümlü bir dünyada yaşayan ölümlü bir varlığız. Ölümümüz doğmakla başlıyor. Ölümden kaçış yok. Onun bizi nerede karşılayacağı belli değil, en iyisi bizim onu her yerde ve her an beklememiz.

Ölüm, inananlar için bir yokluk bir hiçlik, bir yok oluş değil, belki bu dünyadaki vazife ve sorumluluklardan bir terhis, bir ayrılış ve gerçek vatana dönüştür. Sevenin sevdiğine kavuşmasıdır. Mevlâna'nın dediği gibi “Şeb-i Arus”tur, düğün gecesidir.

Bu yüzden biz ölümü tevekkülle ve teslimiyyetle karşılar, bir ölüm haberi alınca “Allah'tan geldik ve Allah'a döneceğiz” demeyi asla unutmayız.

Yine şairin dediği gibi:

Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber,

 Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber? diyerek, ölüme sadece tebessüm ederiz.

Şimdiye kadar, iki kapılı bu dünya hanından niceleri geldi ve geçti. Bir değirmen gibi bu dünya nice insanları öğüttü.

Nice peygamberler, nice velîler, nice alimler, nice salih ve saliha insanlar bu dünyada görevini tamamladı ve aslî vatanına göç etti.

Nice zalimler, nice Firavunlar, nice Nemrutlar, nice Ebu Cehiller de yok oldu, toprak oldu. Bu yeryüzü hepsini yedi bitirdi. Büyükler ne güzel söylemiş:

Kısmetindir yer yer gezdiren seni,

Göklere çıksan da sonunda yer, yer seni

Onun için onun adı oldu yer

O, insanı kendi besler, kendi yer

Yeryüzü bizi bir bir tüketirken, her gün aramızdan sevdiklerimiz, çekilip giderken, ölüme karşı duyarsız kalmak, ölüme inanmazmış gibi yaşamak ne kötü. 

Daha bana sıra gelmez, daha gencim, daha çok sağlıklıyım, daha çok yapacaklarım var gibi bir gaflete düşmek ne acı. Ölümden ve ölenlerden ibret almamak hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılmak ne abtalca bir davranış?

Bütün bunları geçenlerde bir trafik kazasında vefat eden, gencecik yaşında aramızdan ayrılan Talha Bayrakçı kardeşimizin ve sevdiğimiz Şehriban Uzun yengemizin vefatlarından sonra düşündüm.

Biri yaşlı, biri genç, biri hasta biri sapasağlam, biri beklenen biri apansız iki ölüm. Biri gök ekini biçmiş gibi içimizi yakan, diğeri gönlümüzü hüzünle dolduran iman ve takva ehli iki güzel insan. Allah her ikisine ve bütün geçmişlerimize rahmet eylesin. Mekânları Cennet olsun.

Sonuç olarak, ticaretinin tümden ziyan, sonunda bizi bekleyen eşyanın, patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan olduğu şu dünya hayatında, ahirette bizi kurtaracak olanı, mezarımıza birlikte gidecek olanı elde etmeye çalışmalıyız.

İçimizdeki ölüm korkusunu öldürüp, ölümden sonraki ebedî hayata kendimizi hazırlamalıyız.

 

KALBİN PASI

Allah Rasulü(sav) bir sohbette buyurdular:

-Demirin paslandığı gibi, kalpler de paslanır. Bir sahabi tarafından soruldu:

-Kalplerin pasını silecek, parlatacak cilâ nedir ya Rasulullah? Allah Rasulü cevap verdi:

-O, Kur'an'ı okumak ve ölümü düşünmektir.

 

                                                   GÜNÜN SÖZÜ

GEÇMİŞ İLE ŞİMDİKİ ZAMANIN FARKI: SUDAN SONRA SU.

                                                                                                       İbni Haldun