Dünya küçük bir köy imiş artık bu zamanda; konuşanlar da, yazanlar da böyle yazıp söylüyorlar. Bu küçük köyde, yani dünyamızda milyarlarca insan yaşamaktadır. Kimi bir günlük ekmek bulmanın derdinde, kimi de gelecek zamanlarını “garanti”(!) altına alma derdinde. Bir bardak temiz içme suyu bulamayanların da sayısı her geçen gün artmaktadır.

Hep bir telaş, hep bir koşu! Çoğunluğu mazlum, sıradan insanlar! Normal bir hayatın sahipleridirler ve bunun kazasız belasız devam etmesi için çaba harcıyorlar.

Bizler de, biz Anadolu insanları da umut ve hayallerimizin peşinde koşmaktayız. Gençlerimiz, okullarını çok çabuk bitirip Türkiye'de veya dünyanın herhangi bir ülkesinde ekmek sahibi olmak istiyorlar. Büyüklerimizden haylicesi uzak ülkelerde gurbetçi. Ve hikâyesi var, her birimizin! Çevremizde fark edemediğimiz birinin hikayesini yazmış İsmail Kılıçarslan; elinde siyah poşeti, sırtında eski bir paltosu, ayaklarında kundura görünümlü siyah ayakkabıları ve başında da siyah beresi olan birinin hikayesini!  Okuyup afallamıştım ben de Kılıçarslan gibi, hikaye aşağıda, okuyalım efendim!..

“!Cağaloğlu'nda bir programdan çıkmıştım. Hava biraz soğuk olmasa o yokuştan öylece sallanıp Üsküdar iskelesine yürürdüm, fakat gözüm kesmedi. Tramvaya binmeye karar verdim.

Bilet turnikelerine yaklaşırken önümde bir yaşlı amca fark ettim. Yetmiş üç yaşında olduğuna hükmederdim bir öykü yazarı olsaydım. Çok eski olduğu her halinden belli siyah bir palto; hani şu tabanı lastik üzeri kundura görünümlü siyah ayakkabılar ve siyah bir bere. Elinde de yine siyah bir poşet.

Amca turnikenin önüne gelince eliyle işaret etti güvenlik görevlisine. Ben hemen elimdeki jetonu hazırladım. Hani güvenlik görevlisi amcayı içeri almazsa falan derhal onun için jeton atacağım. Güvenlik görevlisi amcanın işareti ile turnikeyi açtı. (!)

Tramvay geldi. Amcayla aynı kompartımana bindik. Bir kızcağız hemen yer verdi. Ben karşısına dikildim amcanın. Neden sonra aklıma geldi. Elimi cebime attım. Bir miktar para ayarladım el yordamıyla. Avcuma sıkıştırdım. Amcanın yanına gittim. Kulağına eğildim. Avcumdaki parayı avcuna uzattım. 'Amca' dedim, 'bir miktar para var burada. Çok bir şey değil, ama belki bir ihtiyacını giderir.'

Amca, ona uzattığım elimi tuttu. Başını döndürüp gözlerime baktı. Avcumu, para içinde kalacak şekilde kapattı. Diğer elindeki poşeti hafifçe kaldırdı. 'Sağol evlat, bugünlük ekmeğim var' deyiverdi.

Kısa, fakat upuzun sustum. Bir şey söylemem gerekiyordu. Basit bir şey! Ne bileyim ben, 'sen yine de al amca, lazım olur' falan demem gerekirdi belki. Diyemedim. Amca, avcumdan çektiği eliyle omzumu sıvazladı. Yeniden dikildiğim yere döndüm. Amcaya değil de başka bir tarafa bakmak zorunda hissettim kendimi. (!)Yaşadığım şey afallamak, şoke olmak, şaşırmak, hayret etmek değildi.

Açıkça ve kesin olarak acziyete düşmüştüm. O siyah poşet beni, hayat hakkında bildiğim her şey konusunda acze düşürmüştü.

'Bugünlük ekmeğim var' diyebilen ve bununla yetinebilen insanın dünyayı değiştirme, ona nizam verme şansı hepimizden fazladır. Hatta o zaten bizatihi varlığıyla bile her gün dünyayı değiştirmektedir. !” (İsmail Kılıçarslan'ın “Bugünlük ekmeğim var” başlıklı yazısından. Yeni Şafak Gazetesi, 05.07.2015)

Benim, bugünlük ekmeğim var!

Bugünlük ekmeğiniz var mı sizin de?!..

Ama!

Ekmeği olmayanlar o kadar çok ki ve daha da çoğalıyorlar; her geçen gün biraz daha medeni(!) bir hal alan dünyamızda!

Basınımızda haylice “sevgi yazarı” var; iyiliği, merhameti, sevgiyi! yazarlar hiç yılmadan!.. Üşenmeden bütün gazeteleri okursak, keşfederiz böyle yazarları! Onlar; kitaba, okumaya ve yazmaya sevdalıdırlar! O zaman, çok çalışkan olmak, merhametle sevmek ve hiç durmadan okumak bizim de asli işlerimiz olmalı!

Ne diyor sevgili yazarımız Kılıçarslan, o son iki cümleyi tekrar okuyalım:

-'Bugünlük ekmeğim var' diyebilen ve bununla yetinebilen insanın dünyayı değiştirme, ona nizam verme şansı hepimizden fazladır.

-Hatta o zaten bizatihi varlığıyla bile her gün dünyayı değiştirmektedir. !”

Selam, sevgi ve hürmetlerimle efendim!

 

* * *

 

Cemal Hüseyin Çağlar