“Konuşmanın Zor, Yazmanın Daha Da Zor Olduğu Günlere Geldik”

Saygıdeğer yazarımız İsmail Kılıçarslan, 07 Ocak 2017 Cumartesi  tarihli, Yeni Şafak Gazetesi'ndeki yazısına başlıktaki cümle ile başlamış. O kadar doğru bir söz ki, yapılanlara baktığımızda birçok işimizin güzel bir şekilde ilerlediğini; gündelik hayatın da kendi halinde sessizce akan bir ırmak gibi akıp gittiğini görüyoruz! Bir de başımıza getirilenlere bakıyoruz, öylece susup kalıyoruz. Bu susma, bir büyük volkanın içimizde her geçen gün daha şiddetle patlamayı beklediği bir sessizlik ve içimize öfkeli ağlayışımızdır! İ.kılıçarslan daha ilk paragrafta: 'Türkiye'yi ne ya da neler 'kürelik terörün öncelikli hedefi' haline getirmiştir?!..”sorusunu soruyor:

“Konuşmanın zor, yazmanın daha da zor olduğu günlere geldik.(!)Bir kere şunu soralım mı? Türkiye'yi ne ya da neler 'küresel terörün öncelikli hedefi' haline getirmiştir? Bu soruya cevap bulmaya mecburuz. Fakat bu soruya cevap bulsak bile bu, terörü engellemeye yeterli olmayabilir.”

Sorunun cevabını aramaya Amerika'dan başlayalım. Herkesin 'gölge CİA' dediği Stratfor'un başkanı George Friedman, geçen Nisan'da bir konuşma yaptı ve dedi ki: 'Türkiye şu anda dünyanın 17. ekonomisi. Suudi Arabistan'dan daha büyük! Askeri kapasitesi İngiltere hariç Avrupa'nın en iyisi! Almanları sadece bir öğleden sonra içerisinde, eğer ortaya çıkma cesareti gösterirlerse Fransızları da bir saat içinde bitirebilirler. Yani Türklere baktığımızda! Obama, oldukça verimsiz geçen Avrupa turunu Türkiye'de bitirdi ve bu bir tesadüf değildi. Avrupa'ya verilen mesaj şuydu: 'Sizinle yemek yiyip 'hayır' cevabı almak bir zevkti ama ben şimdi gerçek bir askeri gücü olan asıl müttefikime gidiyorum. Geçen bin yıl içerisinde ne zaman bir İslam birliğinden söz edecek olsak bunu hep Türklerin bayrağı altında görüyoruz. 500 sene Osmanlı vardı ve Osmanlı yönetimdeyken Araplar arka planda kaldı. Türkler bir düzen kurdular. Son yüz yıl içerisinde Türkler, daha önce hiç bulunmadıkları bir pozisyonun içindeydiler. Etrafları önce Avrupalılar tarafından çevrildi. Ardından Rusya ve Amerika geldi. Ama Amerikalılar artık gidiyorlar, Ruslar gelmeyecek ve İngilizler de çok başka şeylerle meşgul olmak zorunda. Ve Türkiye birden kanatlarını açmaya başlıyor. Bölgede hiçbir politik müzakere yok ki, tartışma sonunda 'Türkler ne istiyor' sorusuna gelip dayanmasın.

Üç temel vurgusu var bu tehlikeli 'bit yavrusu'nun. Birincisi Türkiye'nin sahip olduğu askeri güç ki, bu güç, teknoloji temelli olarak günden güne artıyor. Türkiye'nin silah sanayisi konusundaki gelişimini anlatmaya gerek bile yok. İkincisi Türkiye'nin bölgesinde en avantajlı ekonomik ve politik güç olarak tebarüz etmesi! Üçüncüsü ise İslam birliği!(İsmail Kılıçarslan, 'Sözümüzdür: Sözünüze gelmeyecek, teslim olmayacağız',Yeni Şafak Gazetesi, 07 Ocak 2017)

Elin yabanı kör değil ya, elimizdeki mevcutların gücünü görüyor ve sıralıyor:

-Türkiye, şu anda dünyanın 17. Ekonomisi, Suudi Arabistan'dan daha büyük!

-Askeri kapasitesi, İngiltere hariç Avrupa'nın en iyisi!

Daha önce de yazmıştım: Bizi, Osmanlı dönemi dahil en güçlü yerimizden vuruyorlar!.. Ekonomi iyi ama, tam anlamıyla milli değil!.. Ekonomideki kaybımız, moda deyimle kırılganlığımız bundandır! Tarımdan sanayiye geçmişimiz, ama ikisini de zirvede tutmayı başaramamışız! Tarımı, kendi elimizle bitirmişiz ve en çok kazanan sanayiye de ya yabancılar ortak olmuşlar ya da yabancılara satmışız!

Caydırıcı gücüyle olsun, savunma ve savaş gücüyle olsun; her bakımdan dosta güven, düşmana korku veren ordumuzun, defalarca yaralı kaplan haline gelmesine sebep olmuşuz! Emniyetimiz de öyle! Her bir kahramanın yüreğinde ne büyük yiğitlik yatıyor. Türk Milleti, başına gelebilecekleri çok çabuk anlayıp, zamanın ruhunu yenemiyor çoğu kez! Ve Türk Milleti, birbirini affetmeyi de bir gelenek haline getirmiş değildir! Oysa büyük evimiz Türkiye ve büyük ailemiz Türk Milleti, affettikçe büyüyeceğini ve gücüne güç katacağını bilmelidir. Batı ile müttefik(!)olmuşuz, öyle ya da böyle ticaretimiz belki gelişmiştir ama, birliğimiz ve dirliğimiz tehlikeye düşmüştür. NATO'ya girişimiz sonrasındaysa, ordumuz, milli yanının tunç gibi olan duruşunda zaaf yaşamıştır.  Şimdi başımıza gelecekleri çok hızlı kavrayıp, binbir zorlukla okutup, bağrımıza basıp, devletin belli makamlarına getirdiğimiz evlatlarımızın hepsini tek tek kazanma zamanı, aciliyeti ve mecburiyeti içindeyiz! Hapishanelerimizi Mahmut Toptaş'ın yazıp söylediği gibi birer üniversite haline getirmeliyiz.

Saydeğer yazarımız, İbrahim Tenekeci'nin: ”Türkiye fedakarlık üzerine kurulmuştur” cümlesinin geçtiği yazısından kısa bir bölümü okuyalım: İstiklâl Marşı'nın “korkma” diye başlaması, her şeyden evvel cesareti gösterir. Ortada korkulması gereken bir durum olmasına rağmen, asla korkmamamız lazım geldiğini söyler. Dirayetli olmak, metanetli durmak, dağılıp gitmemektir bu. Şiirin “kahraman ordumuza” armağan edildiğini biliyoruz. Ordu bahsine bir ilave yapalım: “Ordu milletlerin en çok döğüşen, en sarpı.” (Yahya Kemal, Süleymaniye'de Bayram Sabahı.) İstiklâl Harbi'ni milletçe verdik. 15 Temmuz gecesinde olduğu gibi. Nihayetinde asker milletiz. Yaşanmış hakikattir: Milletimiz, devletimizden daha kuvvetlidir. Devletimiz zayıf düşebilir, zaafa uğratılabilir. Millet daima sağlamdır. 28 Şubat sürecinde yaşananları hatırlayalım. Devlet başka bir zihniyetin eline geçmişti. Paralel ihanet şebekesini düşünelim. Devleti zaafa düşürdüler, mahremini bırakmadılar. Allah'ın izniyle, bu tür çabaların hiçbiri millete sirayet etmedi, millî sinelerde olumlu yankı uyandırmadı. Hep bir direniş oluşturdu. 28 Şubat'ın cevabı sandıkta, 15 Temmuz'un karşılığı meydanlarda verildi.(!)Tekrar edelim: Türkiye, fedakârlık üzerine kurulmuştur. 1450 rakımlı ıssız bir dağ köyünde yaşayan ve 1938 doğumlu olan babam, 16 Temmuz sabahı erkenden beni aradı. Sadece bir soru sordu: “Oğlum, vatanı kurtardık mı?” Kurtardık baba. “Elhamdülillah” deyip telefonu kapattı, başka da bir şey söylemedi. Neler yaşandığını merak dahi etmedi. Vatan kurtulmuştu ve bu ona yetiyordu. Gerisi ayrıntıydı onun için.(!)Özellikle takip ettim. İçimizden, camiamızdan bazı kimseler. 15 Temmuz gecesinde ortalıkta hiç görünmediler. Sonraki birkaç gün de göremedik onları. Çünkü ikinci dalga söylentisi / beklentisi vardı. İş tam mânasıyla belli olmamıştı. Aktif twitter kullanıcısı oldukları halde, orada da bir cümle kurmadılar, kuramadılar. Ne olur ne olmaz, değil mi? Hele durum bir kesinleşsin. Aynı kişiler şimdi bize 15 Temmuz direnişini anlatıyorlar. Üstüne bir de yüklü telifler alıyorlar. Ne diyebiliriz? Dünya hayatı böyledir ve maalesef budur. Belediyelerde, birliklerde, kültür merkezlerinde, dergilerde, ortak kitaplarda. İşgal girişimine sessiz kalan birçok insanın sesini duyuyor, yazılarını okuyoruz. Emin olun, bunlardan, böyle kimselerden geriye bir harf bile kalmayacak.(!)Ayrıca: Korkaklığı kınayamayız. Allah onu öyle yaratmıştır, fıtrattır. Hesapçı olmak, fırsatçılık yapmak ise elbette ayıptır. Bizim gönül tarihimiz Mustafa Çavuş, Abdülezel Paşa, Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa, Nene Hatun, Seyit Onbaşı, Sütçü İmam, Hasan Tahsin, Şerife Bacı, Selami Yurdan, Halil Kantarcı, Ömer Halisdemir, Fethi Sekin gibi isimlerin üzerinden ilerler. Gerisi resmîdir. (İbrahim Tenekeci,'Buradayız, bekliyoruz',Yeni Şafak Gazetesi,07 Ocak 2017)

Fedakarlık üzerine kurulan Türkiye'miz için, milletimiz, yiğit evlatlarını vatana feda ederek ve üstelik de kıt kanaat geçinerek çok büyük fedakarlıklar yapmaktadır. Fedakarlığın devlet dahil, herkesi içine alacak bir seferberlik ruhu ile taçlandırılması lazım.O zaman vatan ve millet derdiyle dertlenen herkes rahata erer. Vatanımız da hep kurtulmuş haliyle kalır, biz de hep beraber İnşallah huzur içinde yaşarız.

Selam, sevgi ve hürmetlerimle efendim!