“FELAKETLERİN SIRADAN OLAYLAR GİBİ SUNULDUĞU DÖNEMLERİ YAŞIYORUZ”

Kabul etmemiz lazım ki ateşten günler içindeyiz. Bir yandan daha önce denenmiş yanlışları yaparken, bir yandan da çok hızlı bir gidiş içindeyiz. Suriye, Halep, Irak, Kerkük, Musul, Telafer haberleriyle dolu gazete sütunları, yazı ve yorumlar da öyle! Türk Silahlı Kuvvetleri “yaralı kaplan” haliyle; yazılmış büyük destanlarına yeni büyük destanlar ekliyor. Bir yandan içerideki bölücü katil sürüleriyle amansız bir mücadele verirken, bir yandan da Suriye ve Irak'ta ateş gücü yanında, kahpelikleri de güçlü olan emperyalistlerin desteğiyle bölücü bir devlet oluşturma kuşatmasına karşı savaş vermektedir. Savaşa da; oyun içinde oyunlarla hareket eden sözde dost ve müttefik dediğimiz ülkelere karşı da tam bir hazırlık içinde değiliz. Komşu devletler de şaşkın haldeler. Irak ve Suriye'ye devlet olma vasıfları kaybettirildi. İran'dan ise daha çok çatlak sesler çıkıyor.

Ulu ülkemiz Türkiye'nin her yanında huzur ve sükûnet yok. Daha önceki gün (25.10.2016) Antalya'da patlayan bomba haberiyle sarsıldık.

Yazılarını ilgiyle takip ettiğim, Mehmed Şevket Eygi; “Mutlaka Sorulması Gereken Hayatî Sorular” başlıklı yazısında, başta yetkililer olmak üzere hepimize sorular soruyor; tam 36 soru!.. Son sorusu, özel bir soru ve bir o kadar da can yakıcı bir soru: “36. (Özel bir soru!) Bendeniz bu fakir ne zaman aziz vatanımızın bir parçası olan Hakkari'ye gidip bir haftalığına huzur, sükûn, güvenlik içinde tatil yapıp dinlenebileceğim?!!..”  (Milli Gazete,  04.10.2016)

Bir Türk yurttaşı olarak arabamıza da ulu bayrağımızı asarak, milli ve manevi tadı olan şarkı ve türkülerimizi de dinleyerek Şırnak'a, Şemdinli'ye, Cizre'ye, Uludere'ye, Çukurca'ya, Hakkari'ye; bu il, ilçe, belde, köy ve mezralara; oraların birbirinden güzel dağlarına, bayırlarına, akarsularına! gönül rahatlığıyla, can emniyeti korkusu yaşamadan gidebiliyor muyuz?!.. Bu bir hak değil midir, seyahat ve yerleşme özgürlüğü değil midir?!.. Oralardaki bütün yurttaşlarımız, ulu ülkemiz Türkiye'mizin her yerinde rahatça yaşamakta, yerleşmekte; bizlere komşu, mesai arkadaşı ve akraba olmaktadırlar. Olması gereken de, güzel olan da budur!.. Ne diyor Eygi:

-Bendeniz, bu fakir; ne zaman aziz vatanımızın bir parçası olan Hakkari'ye gidip; bir haftalığına huzur, sükun, güvenlik içinde tatil yapıp dinlenebileceğim?!!..

Aynı soruyu şahsım da soruyor; vatan toprağının her yerine gidememiş olmanın acısını yaşıyor.

Milli Gazete yazarı, Mustafa Kaya  “Duvardaki Silah” başlığı altında yazdığı yazısında hayati uyarılarda bulunuyor, bu yazıyı da hafızamıza kaydetmekte fayda var:” Rus yazar Anton Çehov'a atfedilen bir söz var; “Duvarda asılı silah oyunun sonunda mutlaka patlar.” Evet, günümüz senaristleri, 19. yüzyılda oyunun birinci perdesinde duvara astıkları silahın patlatılma zamanının geldiğini düşünüyorlar. Bugün yaşadığımız gelişmelere bu açıdan bakmamız lazım. Büyük bir oyunun içine çekilmek isteniyoruz. Felaketlerin sıradan olaylar gibi sunulduğu dönemleri yaşıyoruz. Tam donanımlı entrika ve tezgâhların kuşatması altındayız. Bu kuşatmada terör örgütlerine biçilen rol büyük! Truva atı olmayı baştan kabullenmişler. Oyunun bir parçası olduklarını biliyorlar. Aslında bu örgütlere bir açıdan emperyalizmin öncü kuvvetleri de diyebiliriz. Küresel güçlere alan açmak için özel görevlendirilmiş yapılar olduklarına şüphe yok. Öylesine bir misyon ile hareket ediyorlar ki, zalimlerin tutan elleri, yürüyen ayakları, gören gözleri olmuş durumdalar. Mesela;  El Kaide olmazsa onları Afganistan'da kim kabul eder; Boko Haram olmazsa Nijerya'nın petrollerine nasıl ortak olabilirler; Eş Şebab olmazsa Afrika'nın kanadı Somali'ye hangi gerekçeyle çöreklenebilirler;  DAEŞ olmazsa Ortadoğu'yu işgal yalanlarını nasıl kamufle edebilirler; PKK ve diğer terör örgütleri olmazsa Türkiye'yi neyle oyalayabilirler?..

 Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün! (!) “Ortadoğu'daki menfaat mücadelesinde petrol kuyularının bekçiliğini Batı adına yüklenmek NATO üyesi Türkiye'nin başlıca görevlerinden olmuştur.” diyor İsmail Cem, “Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi” adlı kitabında.  Irak'taki gelişmeleri değerlendirirken, Musul'da neler oluyor sorusuna cevap ararken, Türkiye'ye yüklenen yeni rolü doğru okumak gerekir. Soğuk Savaş döneminin önemli aktörü Türkiye bugün artık mülteciler için toplama kampı mesabesine indirgenmiş bir ülke konumunda.  Bu zamana kadar bekçilik yaptınız, artık göreviniz bitti demek istiyorlar. Hatta onların gözünde öyle değersizleşmiş durumdayız ki, PYD gibi terör örgütlerini bile bize tercih ediyorlar.  Sorun nerede biliyor musunuz Senaryosunu cellâtlarımızın yazdığı, duvarda asılı silahın bulunduğu dekorda figüran olmayı seçmekte. Yıllarca günü kurtarmayı başarı gibi takdim ettik, durduk; ama sonuçta o silahın bize doğrultulmasına engel olamadık. 

 Oyunu tarihte olduğu gibi yine biz kurmalıyız. Aynen eski Türk filmlerinde olduğu gibi sonu güzel biten senaryolar yazabilmeliyiz. Mahallelinin canına, malına, ırzına, namusuna kasteden kötü adamlarla mücadele ederken, bize inananların sayısını çoğaltabilmeliyiz. Yeni dostluklar inşa edebilmeli, hatalardan ders alarak bazı dostluklarımızı da gözden geçirmeliyiz. Eğer derdimiz bir koyup üç almak ise bilelim ki, daha önce bunu denedik olmadı, kandırıldık. Bugün düne göre aldatılmaya daha müsait, kırılgan bir yapımız var. Irak'ın kuzeyinde fiili bir durum varsa ve biz yıllar sonra bu durumu kabullenmek zorunda kaldıysak, bu,  o gün tuzağı göremediğimiz içindir. Elbette devletimizin, milletimizin hukukunu koruyacağız. Korumak zorundayız. Bu ayrı bir şey! Bunu çok konuşmadan da yapabiliriz. Sözümüzün değerini hafifletmek bize çok zarar verir. Bugün belki de birileri bizi işin içine çekerek silahların konuşmasını ve bize acı bir son hazırlamayı düşünüyor olabilir. 2023 diye bir hedefi sürekli dillendiriyoruz, ama unutmayalım ki arada 1918'in yüzüncü yıldönümü 2018 var. Aman dikkat!(23.10.2016)

-Aman dikkat!..

Dikkat ki, ne dikkat!..

Günay Batı Asya olan coğrafyaya “Ortadoğu” diyorlar; bu coğrafyada kurulu olan kurtlar sofrasına; rengi, sayısı, amacı, sinsiliği belli olmayan eskilere ilaveten yeni azgın kurtlar dadandı. 

“Bugün belki de birileri, bizi, işin içine çekerek silahların konuşmasını ve bize acı bir son hazırlamayı düşünüyor olabilirler.” diye bizi uyaran M. Kaya'ya kulak verilmelidir.

Ekonomide diken üstündeyiz, iç huzur da öyle!  Dışarıda ve içeride çok hızlı değil de daha temkinli hareket edilmeli, kibirden kaçınılmalı ve zaten devlet vasfı yok edilmiş “imdat” bekleyen devletlere karşı da kucaklayıcı bir tavır takınılmalıdır.

Unutmayalım ki, sadece yakın coğrafyamızdaki mazlum komşu devletler değil; dünya bizi bekliyor. Gücümüze güç katmalıyız. Savaş varsa ki var; o zaman çok iyi hazırlanmalıyız. Bir gün, bir hafta, bir ay veya da bir yıl sonrasını değil; yıllar sonrasını da görebilecek ferasete sahip olmalıyız. “Düşmeyelim; bir düşersek bir daha kalkamayız”, bu söz de merhum Durmuş Hocaoğlu'nun sözüdür; bu söze göre hareket edelim! Yanan ateşe atılan olmayalım!..

Selam, sevgi ve hürmetlerimle efendim!