ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER -13

 

SABIR SIKINTININ ANAHTARIDIR 

 

Yeri göğü yaratan Allah'ı aşkla ve imanla seven bir derviş vardı. Şeyh Hasan Harkanî'nin Hakk'a bağlılık ve engin ilmini duydu. Ondan feyiz almak ve inci gibi sözleriyle gönlünü süslemek için yollara düştü. Yüce dağlar, ıssız ovalardan geçti. Hakk'a yalvararak korkulu, sıkıntılı ve eziyet dolu yolları kat edip Şeyh'in bulunduğu şehre ulaştı.

Genç derviş üstündeki yol tozuyla o mânâlar padişahı Şeyh'in evini sordu. Dar bir sokakta cıvıl cıvıl oynaşan çocukların bakışları arasında Şeyh'in kapısını bulup önünde durdu. Gönlünde anlatılmaz sevinç dalgaları coşup kabarıyordu. Kapının önünde durdu. Derin bir sevgi ve hayranlıkla kapıya, bahçe duvarına ve yeşillikler arasındaki Şeyh'in evine baktı. Üstünü başını düzelttikten sonra itina ile kapının tokmağını vurdu.

Şeyh'in karısı hızla açtığı pencereden kafasını uzatarak:

-Kim o, ne istiyorsun? Diye bağırdı. Derviş:

-Ziyarete geldim. Şeyh'in mübarek elini öpeceğim, deyince kadın çirkin ve soğuk bir kahkaha ile:

-Şu simsiyah sakalına bak, şu yolculuk zahmeti ile çektiğin derde bak. Senin dünyada başka hiç bir işin yok muydu da boş yere bunca yolu teptin? Bir ahmağı görmek hevesine düştün. Köyünden mi usandın, rahat mı battı? Diye bir yığın ağza alınmaz cahil ve kaba sözlerle pencereden cevap değil sanki salya veya kusmuk püskürttü. Dervişle bir güzel alay etti.

Saf gönüllü derviş ne ummuş, ne bulmuştu. Kadının sözleri ensesinden dökülen buz gibi bir su olup kendisini ürpertti. Buna rağmen kapının tokmağını sıkıca tutmuş bırakmıyor. Adeta ağlayıp sızlayarak yalvarıyordu:

-O adı güzel padişah nerede? Söyle bana, diyordu. Kadın:

-Sandığın gibi değil. O tıngır tıngır boş, ikiyüzlü sahtekâr bir düzenbazdır. Ahmaklara tuzak, yolunu şaşıranlara kementtir. Onun peşine senin gibi sakalını değirmende ağartan şaşkınlar düşer. Köyüne yurduna dönsen daha iyi... Onun işi gücü boş lakırdı, çanak yalayıcılık ve hazır yiyiciliktir. Onun ardına düşenler ilmin ve mânânın yüceliğini bırakıp hile ve riyaya kapılmışlardır. Nerde Hazret-i Ömer gelse de doğruluğu emretse? Nerde Hazret-i Peygamberle ashabının yolu? Namaz, tespih ve onların edebi nerede?

Kadının sayıp dökmesi bitmeyince genç Derviş kendini tutamayıp bağırdı:

-Aydınlık günde bekçiye ne lüzum var? Erenlerin nuru doğudan batıya her yeri tuttu. Şeytan herkesi yolundan saptıramaz. Ben bu kapıya rüzgârın sürüklediği bir bulut gibi gelmedim ki asılsız üç lakırdı beni geri çevirsin. Kötü arzu ve hevesler sapıklığa, Hak ve doğruluk aşkı yüceliğe götürür. Ey ağzı kokan kocakarı sen Allah'ın mumunu üflüyorsun ama kendini yakıyorsun? Güneş üflemekle sönmez. Köpeğin ağzı değmekle deniz pislenmez.

Hakk'ın mumu üflemekle sönmez üfleyenin ağzı yanar. Yarasalar yüzlerce rüya görse yine de âlem güneşten yetim kalmaz. Zaman olur ruh denizinde Nuh tufanından yüz kat kuvvetli dalgalar meydana gelir.

Nuh'un oğlunun gözünü ne örtmüştü ki, babası Nuh'un dâvetini de, kurtuluş gemisini de görmeyip dağa tırmanmağa kalkınca bir küçük dalga dağı da oğlunu da alçalışın derinliklerine atmıştır.

Ay ışığını saçar, köpek havlar. Issız gece ay ışığında yol alanlar köpek havlamasıyla yollarından kalırlar mı? Yeri göğü yaratan Allah olmasa gökler olmaz, âlem aydınlanmazdı. Denizler olmaz, balıklar ve inciler meydana gelmezdi. Yeryüzü olmaz, içinde defineler gizlenmez üstünde yaseminler bitmezdi. Meyveler dudakları kuru onun yağmurunu beklemezdi.

Kendine gel, bu düğüm ters atılmış. Sana sadaka verene sen sadaka ver. Ey yoksul, zengine zekât ver, bütün altınlar, ipekli kumaşlar yoksuldadır.

 

Senin gibi bir kötü o seçkin ruha eş olmuş. Bu evin sahibesi olmasaydın seni paramparça ederdim. Fakat mânâlar padişahının evinde bu edepsizlik olur, küstahlık yapamam. Bu yurdun köpeği olduğuna şükret yoksa yapacağı bilirdim, dedi.

Derviş usanmadan herkese sorup Şeyh'i aramağa devam etti. Sorduklarından biri:

-O mânâ kutbu odun getirmek için ormana gitti, dedi. Dervişin içine bir kere ateş düşmüştü. Hemen ormanın yolunu tuttu. Yolda giderken şeytan içine vesvese, kuruntular veriyor, gönül aynasını tozlandırıyordu: Bu din şeyhi böylesine bir kadını nasıl evinde tutuyordu? Zıtlar nasıl bir arada dururdu. Sonra kendine geliyor kuruntu ve itirazlarım günahtır diye düşünüyordu. Ben kim oluyorum ki Hakk'ın işlerine karışıyorum? Nefsim ve şeytan beni azdırıyor mu? Yol kesen haydut yol gösteren rehberle nasıl beraber olur?

Derviş içinde çatışan duygu ve düşüncelerle ormanın içinde ilerlerken ünlü Şeyh'in heybetli, kükreyen bir aslana odununu yüklemiş üstüne de kendi binmiş, eline kamçı yerine bir yılan almış gelirken gördü. Şeyh dervişi uzaktan görür görmez, gönül gözüyle onun içinden geçenleri okuyup güldü:

-Sakın, şeytanı dinleme, dedi. Şeyh dervişin kalbinden geçenleri gönül nuruyla görüp bir bir söyledikten sonra nihayet, sözü dervişin karısını kınama konusuna getirerek şöyle dedi:

-Kötü zan nefsinin isteğidir. Orada durma. Eğer ben bu kadının yükünü çekmeseydim, hiç aslan benim yükümü çeker miydi? Ben Allah'ın yükünün altında kendinden geçmiş bir deveyim. Halkın kınama ve ayıplamasında değilim. Bizim tek veya çift olmamız arzu ve hevesimizden değil Hakk'a teslimiyettendir. Hakk'ın emrine uyarak o ahmağın da daha yüzlercesinin de nazını seve seve çekeriz. İbret al da kötü huylu arkadaşla arkadaş olup uzlaş. “Sabır sıkıntının anahtarıdır” din sırrına erişmek için gülerek hoşlukla onun derdini çek. Dünyada zıddı olmadan hiç bir şey görünmez. Yalnız eşsiz yaratıcının zıddı yoktur. (Mesnevi, c.6,s.163-171)

 (Yaşar Çalışkan,  Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)