Ülkenin bütün gündemini ağırlıklı olarak ekonomi teşkil ederken, halkın bunca sorunu arasında seçim tartışmaları yapanları hiç çekemiyorum. Piyasalar allak bullak olmuş, dar gelirli cebindeki paraya bir yol çizememişken başka başka konularla gündem şaşırtmak da neyin nesi anlamadım. Aslında bu tartışmaları yaratanların derdi millet değil. Derdi vatan değil. Nereye gidiyoruz? Sorgusunu yapmaktan çok uzaklar ve anketleri tartışıp bayat ekmeği millete yedirmeye çalışıyorlar. Bu nasıl basiretsizliktir anlamak mümkün değil. Üstelik bu millet kuru gürültüye pabuç bırakacak durumları da çoktan geçti.

Son zamanlarda herkes ekonomiyi konuşur, ekonomiyi değerlendirmeye kalkar ve hele de sorunu bulgur pilavına indirgemez mi? bu öyle bir derin konu ki üstünden atlayıp geçeceğiniz bir şey değil. Onun için bu konuyu uzmanları tartışsa ne iyi olacak. Bakınız artık enflasyon rakamları açıklandığı zaman toplum tepki göstermez duruma geldi. Öyle ki; rakamların bu kadar yüksek çıkmasından, devletin birincil önceliğinin enflasyonla mücadele olmadığını gördü.

Öte yandan dünya çağ atlamış hala öyle tartışmalarla karşılaşıyoruz ki, toplumun refah seviyesinin artması büyük bir farlılıkmış gibi basit şeylerden dem vurulunca daha bir fena oluyorsunuz.

Seçim tartışmalarıyla devletin başındakiler pür telaş asgari ücretin peşine düşse, araya da emeklileri sıkıştırsa ve maaşlarını baya bir yükseltse ne olacak? Şaşırmayın hiçbir şey değişmeyecek. Nedense fırsatçı esnafın yok yok diye ağlayıp ucuza aldığı malı satarken yerine koyacağı malın fiyatından satışıyla araya sıkışan ve her dakika değişen etiketlerin arasında boğulan kim olacak? Yine bu maaşlarına zam yapıldı denilen kesim olacak.

İşverenlerin açısından da düşündüğümüzde ağır vergilerle, düşük maaşların işverene yükünü gördüğümüzde bu seferde onlara hak vermek durumunda kalıyoruz. O zaman işveren yönünden işi kolaylaştırmak, maaşları ödemeleri artırmak istiyorsak her zaman dile getirilen asgari ücretin üzerinden vergiyi ya en aza indireceğiz ya da kaldıracağız. Bunun başka çaresinin olmadığını görüyoruz. Üstelik genele baktığınızda iş dünyasında asgari ücretle çalışanların yüzdesinin ne kadar çok olduğunu görürsünüz.

Merkez Bankası Başkanı “Kalıcı olarak fiyat istikrarı sağlamak istiyorsak cari açık ve buna bağlı finansman ihtiyacını ortadan kaldırmalıyız“ diyor. Dış dengeyi düzeltmek daha doğrusu dış dengesizlikleri azaltmak bir ekonominin istikrarı için gerekli bir adımdır; kapsamlı, enflasyonla mücadeleyi dışlamayan ve yapısal ayakları olan bir istikrar programı içerisinde yapılmalıdır. Kaldı ki, bu aşamada konuya siyah-beyaz bakmak yanlıştır.

Yani, ortada bir program yokken ve enflasyon çok yüksek seyrederken para politikasını "cari açık kapanacak, Türk lirası değerlenecek, enflasyon düşecek” çerçevesine oturtmanın ekonomide karşılığı yoktur.

Türkiye’de kurdan enflasyona gelen etki yüksektir. Kurun değeri ise bizimki gibi büyüyebilmek için yüksek finansman ihtiyacı içinde olan bir ekonomi için cari denge gibi faktörlerin yanı sıra küresel ve yerel piyasalardaki risk algısına da bağlıdır.

O nedenle çok yüksek boyutlarda cari açık verilmesine rağmen güven unsuru zedelenmemişse rahatça ve düşük maliyetlerle dış finansman bulunabiliyor; dışarıdan sermaye girişi artarak devam ediyor. Bu sayede hem TL istikrarını koruyabiliyor hem de enflasyon kontrolden çıkmayabiliyor.

Açıklanan enflasyon rakamlarından ve otoritelerin enflasyona ilişkin son yaklaşımlarından sonra zaten bozulmuş olan enflasyon beklentilerinin daha da bozulması mümkündür.

Petrol ve diğer emtia fiyat artışları, küresel faiz oranlarının artmaya başlaması, TL’nin değer kaybı, tedarik zincirlerindeki aksaklıklar gibi faktörler maliyet yönlü baskıları artırıyor.

Bu ortamda özellikle fiyatlama davranışları ve beklentiler bir kere bozuldu mu düzeltmek uzun zaman alabiliyor; çok sıkı bir parasal duruş gerektirebiliyor. Bu nedenle beklentilerdeki bozulma kaygı vericidir.