Şehirler de insanlar gibidir. İnsanın bir bedeni ve ona can veren, hayat veren bir ruhu nasıl varsa,  şehirlerin de bir bedeni ve ruhu vardır. Şehirler de insanlar gibi doğar büyür, gelişir ve ölürler. Şehirler de güler ve ağlar. Bugünlerde Musul, Kerkük, Bağdat ağlıyor. Ama İstanbul gülüyor, Konya gülüyor. Viyana,  Paris, New York gülüyor

Şehirlerin bedeni yollardır, meydanlardır, parklardır, binalardır, okullardır, ibadethanelerdir, çarşıdır, çeşmelerdir, mezarlıklardır, şehrin ortasından akan nehirlerdir, üzerinde sıralanmış köprülerdir, sahillerdir.

Şehirlerin ruhu ise içinde yaşayan toplumu bir arada tutan değerlerdir, inançlardır, kültürdür! Yıllarca, yüzyıllarca o şehirde yaşayan insanların oluşturduğu anlamlardır, hayat tarzıdır, dini kurallardır, ahlâk kurallarıdır. Gelenek ve görenekler, örf ve adetlerdir. Hukuktur!

Şehirlerin Ruhu'nun oluşmasında insanî ilişkiler, insanın insanlarla olan ilişkileri, insanın çevresiyle olan ilişkileri, insanların hayvanlarla hatta bitkilerle, ağaçlarla olan ilişkileri önemli bir etkendir. İnsanın komşuları ile olan ilişkileri, yoksullara ve kimsesizlere karşı davranışları, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla olan ilişkileri, çocuklarıyla olan ilişkileri kısacası insan olarak yüklendiği veya kendine yüklenilen sorumluluklar, bu ruhun oluşmasında önemli bir rol alır.

Şehirlerin Ruhu'nun oluşmasında peygamberlerin, velilerin, mütefekkir ve ilim adamlarının, din adamlarının, sanatkârların, kanaat önderlerinin, yazarçizerlerin, gazetecilerin, siyasilerin de önemli bir katkısı vardır.

 Mekke, Medine Hz. Muhammed'le (s.a.v), Şanlı Urfa Hz. İbrahim'le, Mısır Hz. Musa'yla,  Kudüs Hz. Süleyman'la, Hz. Davud'la, Hz.İsa'yla, Konya Mevlâna ile İstanbul Ebu Eyyub el- Ensari ile Bursa Emir Sultan'la, Ankara Hacı Bayram-ı Veli ile özdeşleşmiş bazı şehirlerimizdir. Batı'da ve Doğu'da da benzer örnekler çoğaltılabilir.

Eski ya da yeni her şehrin bir ruhu vardır. Mekke'nin bir ruhu, Medine'nin bir ruhu, Kudüs'ün bir ruhu, İstanbul'un, Şam'ın, Bağdat'ın, Ankara'nın, Konya'nın bir ruhu vardır. Viyana'nın, Budapeşte'nin, Paris'in, Madrid'in, Londra'nın, vs. aklınıza gelen ya da gelmeyen her şehrin bir ruhu vardır.

Bu ruhtur ki içinde yaşayan insana huzur verir, mutluluk verir. Bu ruhtur ki insanı kendine bağlar hatta kendine âşık eder. Bu ruhtur ki, o şehrin güzelliklerine şiirler, romanlar, anılar yazdırır.

Bazen de tersi olur. Ruhu kirlenmiş ve kararmış bir şehirde yaşamak insana zor gelir. Daral gelir. Bunalımlara sürükler insanı. İçinde yaşadığı şehirden kaçmak ister, uzaklaşmak ister.

Zamanla insanlar değişti. İnsanlar bozuldu. İnsanla birlikte inançlar, düşünceler, değişti. Ruhun oluşmasında etkili olan etkenler değişti. Örneğin bu ilişkileri belirleyen din ve ahlak kurallarının yerine seküler ve laik hukuk sistemleri, kapitalizmin acımasız, tüketime yönelik kuralları, modernitenin ortaya çıkardığı kurallar, çağdaş Bid'at ve Hurafeler oturdu.

Batı'nın bencil ve çıkarcı insani ilişkileri, koca koca şehirlerde yaşayan kalabalıklar arasında yalnızlaşan insanları ortaya çıkardı! Artık selamlaşan kalmadı.. Evinin önünü süpüren annelerimiz kayboldu, uykuya çekildi. Evinin bahçesinde kimse domates, biber yetiştirmiyor, AVM'ler, Plazalar Rezidanslar yetişiyor imdadına. Kimse evinin bahçesinde tavuk-horoz, kedi-köpek beslemiyor. Horoz sesleri karışmıyor ezan seslerine. Köpekler havlamayı unutmuş lüks dairelerde sefa sürüyor sahibinin kucağında.

Çatılarda kuş evleri yok, kuşlar ötmüyor. Onlar da kafeslerde insanlar ise gök kafeslerde yaşamaya mahkûm etmiş kendini.

İnsanlar arabasına verdiği önemi ve değeri insanlara vermiyor, evladı bile olsa, yakını bile olsa, komşusu bile olsa. Artık kimse evinin önünü süpürmüyor hatta arabasının küllüğünü bile kapısının önüne boşaltmayı vazife biliyor. Kimse komşusunu, kapı karşı komşunu tanımıyor, ziyaretine bile gitmiyor. Bayramlaşma, bayramlar bitmiş insanlar tatil için sahillere yurtdışına kaçıyor!

Çocuklar sokaklarda, parklarda bilye, boncuk, misket oynamıyor... Birdirbir yok, çelik çomak yok, uzuneşek yok, güvercin taklası yok. Hayatı paylaşma, dostluk ve yardımlaşma yok!

Yağmur ıslatırken yeryüzünü,

“Yağ yağ yağmur,       

 Teknede hamur

Ver Allah'ım ver,          

Sicim gibi yağmur”

Diye koro halinde bağıran çocuklar yok. Artık yağmur yağmıyor! Arap kızı camdan bakmıyor.  Kaldırımlarda, sokaklarda, park ve bahçelerde, hayatın içinde çocuklar oynamıyor.

Bilgisayar var, Pes oyunu var, İnternet var. Yalnızlık var, içine kapanık korkak ve ürkek bir nesil, anne ve babaya itaat etmeyen, okumayan bir nesil var. Sosyal Medya var.

Yardımlaşma yok, hasta ziyaretleri yok, bayram ziyaretleri yok, imece yok, selam sabah yok. Bir sıkıntıyı giderme yok. Artık herkes evinin balkonunda mangal yapabiliyor. Komşuya pişirilen bir tas çorba götürme yok. Kul hakkı, göz hakkı, kulak hakkı! Hepsi rafa kalkmış hak getire...

İnsanın fıtratı gereği sosyal bir çevrede gelişir, büyür, yetişir, öğrenir, öğretir! Ama insanlar günümüzde yalnızlaşarak yok olmaya doğru gidiyor. Şair N.Fazıl'ın “Apartman” şiirinde dediği gibi,

“Üst üste insan türü,    

Bu ne hayat götürü?

Yakınlıktan ötürü,         

Kaçıp gitmiş yakınlık”

İnsanlar görünüşte birbirine çok yakın ise de çok uzak. Aynı çatı altında yaşayan eşler birbirine uzak, anne-baba ve çocuklar birbirine uzak. Kardeşler uzak!

Yani insanlık kendine hayat veren, can veren ruhunu kaybedince, şehir de kaybetmiş!

Her şey var huzur yok. Her şey var sağlık yok. Her şey var kardeşlik yok, komşuluk yok. Her şey var bereket yok. Her şey var samimiyet yok. Her şey var, saygı yok sevgi yok, insanlık yok...

Şehirler kalabalık olmasına rağmen insanlar evlerinde yapayalnız yaşıyor ve yapa yalnız ölüyorlar. Günler sonra komşuları, duyuyor.

Yaşlılarımıza huzur evleri, çocuklarımıza kreşler bakıyor. Her şey daha çok tüketim ve daha çok para kazanmak için. Yalnız yaşamak, tek başına hayat, özendiriliyor.

Bunun için evlilikler yapılmıyor, ya da evli olanlar boşanmayı seçiyor. Çocuklar olsun istenmiyor. Nikâhsız yaşamalara teşvik ediliyor!

Şehirler ruhunu kaybetmiş. Kendisini ayakta tutan, kendisine bu ruhu aşılayan değerlerini, inançlarını kaybetmiş. Sanal ve yapay bir hayat tarzı insanları aptallaştırmış. Sorumsuzlaştırmış. Hayvanları, kuşları, yolda gezen bir karıncayı incitmeyen bir toplumdan birbirine öfke ve kinle bakan, bana baktı diye bakanı öldüren, özgürüm diyerek toplumda istediğini yapmaya kalkışan yakan, yıkan, yok eden bir nesil ortaya çıkmış!

Sahi nasıl oldu bütün bunlar? Nasıl ulaştık bu olumsuzluklara? Aile yapımızla, okullarımızla, camilerimizle, mahalle ve semtlerimizle, parklarımızla şehrin ruhunu yok ettik. İnançlarımızı, ahlâkımızı, değerlerimizi kaybettik. Bir şekilde düştük!

Öyle ise düştüğümüz yerden kalkmak gerekiyor. Bize ve şehrimize ruh veren değerlerimize inançlarımıza sarılmak gerekiyor. Bizi yüzyıllarca ayakta tutan ahlâkî ve manevi değerlerimizi yeniden kuşanmak ve bir KARDEŞLİK TOPLUMU, KARDEŞLİK MEDENİYETİNİ yeniden kurmak gerekiyor. Bu bizim elimizde. Yeter ki isteyelim yeter ki kaybolan şehrimizin ruhunu yeniden arayalım.

 

                                                       GÜNÜN SÖZÜ

UYGARLIĞIN İLERLEMEDİĞİNİ KİM İDDİA EDİYOR? HER SAVAŞTA SİZİ YENİ BİR SİLAHLA ÖLDÜRÜYORLAR.

                                                                                                          Will Rogers