Gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüs insanları öldürmeye ve evlere hapsetmeye yetti.

Çin’in Vuhan kentinde başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan korona virüs salgınından Türkiye de nasibini aldı. Önce kısmi tedbirlerle hastalığı önlemeye çalışan Türkiye Cumhuriyetinin devlet adamları bunun basit bir virüs olmadığını çok geç de olsa anladı ve pek çok büyük şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Önce kalp hastalıkları ve kronik rahatsızlığı olanlarla 65 yaş ve üstü şahısların sokağa çıkmalarının önüne geçilmesine çalışıldı.

Bizler de evde kalmaya mahkûm olan şahıslardan biriyiz. Konya’da Havzandaki evimizde tıkılı kaldık. Sadık Bey kalp hastası olduğu için ben de çabuk hastalanmamdan dolayı çocuklar dışarı çıkmamamıza izin vermiyorlar. İhtiyaçlarımızı sağ olsunlar çocuklarımız karşılıyorlar. Bazen de eve sipariş veriyoruz.

Evde kalmanın en güzel yönü özgür yaşamanın kıymetini çok iyi anlamış olmamızdır. Meğerse özgürlük ne kadar güzel ne kadar kıymetli bir olgu imiş… Bizleri özgür yaşatmak için hayatlarını, emellerini, gelecek için kurduğu hayalleri hiçe sayarak tatlı canlarını feda eden tüm şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.

Evde kalmak sürekli dışarıda olanlar için belki güzel olabilir. Ama bir süre sonra insan dışarı çıkmak, Konya’nın sokaklarında gezinmek, baharı kucaklamak ve çiçeklerin sarhoş edici kokusuyla hem hal olmak istiyor. Doyasıya dünyanın nimetlerinden istifade etmek, temiz hava solumak, dostlarla sohbet etmek istiyor.

Evde kaldığım için belki bir aydan beri ailemle yüz yüze görüşemiyorum. Annemi babamı hasta ederim diye evlerine gidemiyorum. Hasta olan babamla ilgilenemiyorum. Onlarla kız kardeşim ve yeğenim Ahmet ilgileniyor. Bu durum beni gerçekten çok üzüyor. Babam, annem benim ilgime alışkın oldukları için kendimde bir eksiklik hissediyorum. Sanki onlara karşı evlatlık görevini yerine getirmiyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Ama günün beş vaktinde hem onlar için hem milletimiz ve devletimiz için hem de tüm insanlar için sağlık ve afiyette olmaları, ülkemizin ve dünyanın tüm bela ve musibetlerden kurtulması için dua ediyorum.

Evde kalarak çocuklarımla daha fazla vakit geçiriyorum. Yemek saatlerinin haricinde iki defa birlikte oyun oynuyoruz. Ben her defasında yenilsem de onlarla birlikte olmaktan büyük zevk alıyorum. Tek üzüldüğüm taraf çocuklarımın eğitimin yarıda kesilmiş olması.

Köyümü özledim. Bahçemdeki ağaçları özledim. Şimdi bu mevsimde gelin gibi süslenmişlerdir. Toprak bereketini göstermiş, bağrında türlü otlar bitirmiş ve cömertçe böceklerin hizmetine sunmuştur. Sadece böceklerin mi? Yenilebilir yabani otları toplamak için köylü kadınlar açık alanlara hücum etmişlerdir. Bu arada kuşları da unutmayalım. Onlar da baharın gelmesiyle birlikte çiçeklerden ve beslenmeye ve güneşin sıcaklığını vücudunda hissetmek isteyen kurtçuklardan nasibini almışlardır.

Dinlendik köyünde çayır ve domalan mantarları çıkmaya başlamıştır. Köylüler ellerine bir sopa ya da demir çubuk alarak kırlara mantar toplamaya gitmişlerdir.

Mantar toplamak çok zevkli oluyor. Biz de geçen sene değil evvelki sene çocukları da alarak sırf eğlence olsun diye Kuzucu yolu üzerindeki kıra mantar toplamaya gitmiştik. Nerde hafifçe kabarmış bir toprak görsek hemen koşar, eşeler, bulursak birbirimize gösterirdik. Bazen de toprak bizi aldatırdı. Büyük bir hevesle toprağı eşeler, hiçbir şey çıkmayınca kendi aramızda hafiften dalga geçerdik. “Sen nasipsizsin, senin bu gün nasibin yok, kısmetin senden kaçıyor. Bastığın yerleri kurutuyorsun” diye espri yapardık. Her gittiğimizde biz bir şeyler bulamasak da eltim ve kayınım bir kaç tane bulur, o günün akşamında yemeğimiz mantar kavurması olurdu.

Mantar, özellikle domalan dar gelirli insanların büyük bir geçim kaynağı olurdu. Kayın validem Emine Gökce; “Filan kişi şu kadar mantar topladı, iyi para kazanmıştı” derdi. Hatta bir defasında bir hatırasını bizimle paylaştı: “Babanla evlendiğimizden bir sene sonra dedenler bizi ayrı eve çıkardı. Ayrıldığımızda babanın bir asker kaputu benim de bir tek pamuklu basma yorganım vardı. Ben Şerafettin dayını kucağıma alır, bir katını altımıza serer, diğer katını da üstümüze örterdik. Baban da kaputuna sarınır yatardı. Evimizde bir cezve dahi yoktu. Tavada pişirir onda yerdik. O sene çok domalan oldu. Baban her gün mantar topladı. Pazarda iyi fiyata sattı ve evimizin tüm ihtiyaçlarını düzdü. Bunun için hep Allah’a şükrederim. Allah kulu çalışıp çabaladığı sürece deldiği boğazı aç koymaz. Baban çok çalıştı ve bizleri namerde muhtaç etmedi.” diye anlattı.

Şimdi köye gidemediğim gibi annemle, kayınlarımla da görüşemiyorum. Şu salgın Allah’ın izniyle ülkemizden hatta tüm dünyadan gitse de biz de köye gidebilsek. Hısım akrabayla görüşebilsek, dertleşebilsek, konu komşuyla halleşebilsek… Açık havada yürüyüş yapabilsek, çocuklarımla bahçede oturup semaverde çay içebilsek…

Velhasıl kelam ben köye gitmek istiyorum. Özgür olmak istiyorum.

Ah özgürlük! Sen ne kadar kıymetli ne kadar paha biçilmez bir şeymişsin!...