Güneydoğu Anadolu bir hafta önce büyük bir deprem faciasıyla uyandı. Merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık olan 7,6 şiddetindeki deprem komşu illeri de etkiledi. Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır,  Kahramanmaraş, Kilis, Osmaniye, Şanlıurfa, Malatya ve Adana depremden en çok etkilenen illerdir. Buralarda çok katlı binalar yıkıldı, insanlar enkaz altında kaldı. Sağ kurtulan vatandaşlar ve uzaktan yakından gelen insanlar kimisi kızını, kimisi anne babasını ve kardeşlerini kimisi de hısım akrabalarını beklemeye başladı. İlk etapta depremden sağ kurtulanlar ve belediye ekipleri kendi imkânlarıyla enkaz altında arama kurtarma çalışmaları başlattı. Daha sonra Türkiye’nin her tarafından ve yurt dışından arama kurtarma ekipleri deprem bölgesine ulaştı ve çalışmaya başladılar. Enkaz altından çıkarılanlar kimisine umut olurken kişini de hüsrana uğrattı. Anne babaların ve yakınlarının çığlıkları arşı âlâya ulaştı. Yıkılan binalar binlerce insana mezar olurken 200 binden fazla insanı da yaralı halde bıraktı. Enkaz insanların çığlıklarını, yardım seslerini işittikçe sabırla bekleyen yakınlarını çaresizliğe itti. Bir kısım insanlar depresyona girdiler.

Hatay Devlet hastanesi büyük hasar aldı. Hastanede şu ana kadar sağ kurtulan oldu mu bilmiyorum ama büyük bir ihtimalle pek çoğu vefat etti. Özellikle ağır hastalar yerlerinden kımıldayamadılar. Birçok doktor, hemşire, hostes ve hasta bakıcı hayatını kaybetti. Yaralılar daha korunaklı civar illerdeki hastanelere nakledildi. Hatay’da ve Maraş’ta hâlâ ulaşılamayan yerler var. Köy yolları ve şehirleri birbirine bağlayan yolların bir kısmı çökmüş vaziyette.

Doğal afetler insanın başına gelen en büyük felaketlerden biridir. Herkes o anda önce can derdine düşer sonra da çoluk çocuk, hısım akraba ve en sonunda mal derdine. İnsanlar bu zamanda hem çok yardımlaşırlar hem de fırsat düşkünleri mekânı boş bırakmazlar.

Depremden kurtulan bir kısım insanımız evleri hasar görünce dışarda arabada yatmışlar ve sarsıntı geçinde evlerine girip bir kısım kıymetli eşyalarını kurtarma telaşına düşmüşler. Çünkü evlere ve marketlere o yörenin veya dışardan gelen insanlar tarafından yağma ve talan harekâtı başlamış.

Türk insanın en çok hoşuma giden hasletlerinden birisi de merhamet ve yardımlaşma duygusudur. Yavaş yavaş yok olmaya başlayan bu duygu önemli olaylarda ortaya çıkıyor ve insanımız kardeşlerinin yardımına koşuyor. Bu felâket anında da merhamet ve birlik beraberlik duygusu galeyana gelip Türkiye’nin her il ve ilçesinden yardım kampanyaları başlatıldı. Herkes gıda ve kıyafetinden kısarak, harcamalarını en aza indirerek topladıklarını afet bölgeye gönderildi.  Açılan banka hesaplarına paralarını yatırarak ihtiyaç sahiplerine destek olmaya çalıştı. Çadırlar kuruldu, aş evleri açıldı ve depremzedelere sıcak çorba verilmeye başlandı.

Konya’da da belediye ve çeşitli dernekler yardım kampanyaları başlattı ve toplanan gıda ve ihtiyaç maddelerini bölgeye gönderdi. Bu derneklerden en aktif olanı Ahde Vefa ve Türk Ocağı’dır.  Konya Türk Ocağı ilk gün gurup üyelerine mesaj çekerek giyecek ve gıda yardımı topladı ve aynı gün AFAD yetkililerine teslim etti.  Ahde Vefa Derneği Başkanı Harun Meral ve ekibi yardım konusunda çok profesyonel. Toplanan yardımları kargaşaya mahal vermeden bir an önce ihtiyaç sahiplerine ulaştırdı. Bankalara hesap numaraları açarak insanlarımıza nakdi olarak hizmet vermeye çalıştı. Her şehirde Kızılay kan merkezleri kuruldu ve gençlerimiz kan vermek için büyük kuyruklar oluşturdu. Oteller odalarını boşaltarak depremzedelerin hizmetine verdi. Evi ve yurtları olanlar kapılarına ardına kadar açtı. Konya Belediyesi de topladıkları yardımları afet bölgesine ulaştırdı. Banka hesabı açarak ayni yardımın yeterli olduğunu nakdi yardım yapılması gerektiğini mesajla halka iletti.

Bu kadar binaların yıkılması, binlerce insanımızın ölmesi, ölü sayısının beş katından fazla yaralı ve bu yaşananlar, çekilen çileler sizce kader mi? Bence kader değil. Uzmanlar yıllardır uyarıyor. Deprem bölgesi hattındayız, depreme dayanıklı binalar yapın diye. Elli yıllık bina yıkılmıyor, yirmi yıllık binalar yıkılıyor. Neden? Çünkü insanlar o zaman daha namusluymuşlar. İnşaat malzemesinden fazla çalmamışlar demek ki. Paylaşılan görüntülere bakıyoruz, sütunlarda ve kirişlerde demir namına bir şey bulunmuyor. Bunun sorumlusu kim? Vatandaş mı yoksa müteahhit mi veya ona o ruhsatı verenler mi yada inşaatı denetimden geçirenler mi?

Yorum sizin.

Eğer kader olsaydı bu gün 9 şiddetindeki depremi bile ufak sarsıntılarla geçiştiren ve çok katlı binaların çoğunlukta olduğu Japonya’da bir tek insan sağ kalmazdı.

Biz de eğer 1999 depreminden ders almış olsaydık bu kadar can kaybı yaşanmazdı. Binalar adamakıllı kontrol edilseydi insanlar bu kadar mağdur edilmezdi. Müteahhitlerimiz demir ve çimentodan çalmak yerine daha namuslu olsalardı binaları masum insanlara mezar olmazdı.

Şimdi ne yüzle ölen insanlara hakkınızı helal edin diyeceğiz? Buna hakkımız var mı? Onlar acı içinde ölürken, bir yudum su ve ekmeğe muhtaç giderken bize rahat nefes almak bile haram değil mi?

Depremde vefat etmiş olan tüm vatandaşlarımıza Allahtan rahmet ve yaralılara acil şifalar diliyorum. Başın sağ olsun Türkiye’m ve Türk milletim. Allah yâr ve yardımcımız olsun.