Merhaba sevgili okurlar. Uzun bir ayrılıktan sonra yeniden sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Bu günkü konumu iyilik üzerine yazdım.

“Yap iyiliği at denize, balık bilmezse Halik bilir.”

Atalarımız ne kadar yerinde bir söz söylemişler. Eskiden olduğu gibi bu zamanda da geçerliğini koruyan bir söz.

Bu günlerde birine karşı bir iyilikte veya bir yardımda bulunduğun zaman hayretle yüzüne bakıyorlar. Acaba benden bir çıkarı var mı, diye kuşkulanıyorlar. Haksız da sayılmazlar yani. Çünkü günümüzde kimse karşılıksız bir şey yapmıyor. Karşılıksız veren Cenâb-ı Allah’tır, diyorlar.

Halbuki insanoğlu iyilik yapmakla emrolunmuştur. Kişi kendisine, ailesine, çocuklarına, akrabalarına ve komşularına iyilik yapmak mecburiyetindedir. Komşu derken hiç kimseyi ayırmıyoruz. Takım tutar gibi bizden mi değil mi, Müslüman mı gayri Müslim mi diye bir seçim yapamayız. Ama gel gör ki bizdeki uygulama tam tersine. Kendi fikrine veya zihniyetine uygun olan kişilere ikramda ve yardımda cömert olurken kapı komşusu A veya B görüşünden dolayı açlığa mahkûm ediliyor. Allah herkesi seçiminde özgür bırakmışken biz kullar onun adına yarattıklarını bunaltıp daraltıyoruz. Allah kendisini günde bin kere yok sayan Ateislere ve putperestlere her gün rızkını vermiyor mu?

Unutanlar Hz. İbrahim’in hikâyesini hatırlasınlar. İsterseniz ben de sizlere hatırlatayım:

Hazret-i İbrahim misafirleri çok severmiş. Sofrası hiç misafirden eksik kalmazmış. Yoldan geçenleri dahi kolundan tutup, içeri buyur edermiş.  Günlerden bir gün iki kişi Hz. İbrahim’e misafir olmuşlar. Hz. İbrahim onların hemen yemeğe başladıklarını görünce “Besmele ile yemeğe başlayınız” diye ihtar etmiş. Misafirler “Biz Müslüman değiliz ki” demişler. Hz. İbrahim bu cevap üzerine hiddetlenerek misafirleri evden kovmuş. Bu olay Cenab-ı Allah’ı gücendirmiş olacak ki hemen vahiy gelmiş: “Ya İbrahim onların bana inanmadıklarını ben de biliyorum. Fakat ben her gün onların rızkını verirken sana ne oluyor ki!” Hatasını anlayan Hz. İbrahim misafirlerin arkasından koşarak onları yolundan çevirmiş ve yemeğe davet etmiş.

Kendileri yüzünden Allah’ın Peygamberini itap ettiğini gören inançsızlar da tövbe edip hemen Müslüman olmuşlar.

Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) de “Kim birine bir iyilik yaparsa Allah ona kat kat ecrini (ücretini) verir.”, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” Buyurarak bizlere iyiliği emretmedi mi? Nerede kaldı O’na verdiğimiz sözler?

Bunun için ne yapıp edip iyilik yapmalıyız. Hiç karşılık beklemeden. Karşılıklı iyiliği kim olsa yapar. Darda kalana yardımlarımızı eksik etmemeliyiz. Kişi zengin iken fakir de düşebilir, o gün aç yatabilir. Surete aldanıp hal hatır sormaktan vazgeçmemeliyiz.

 Diyeceksiniz bana bu hayat pahalılığında insanlarda huzur mu kaldı ki iyilik yapsın? Evet, cidden hayat çok pahalı. Ama aç da duramayız değil mi? Çok savruk bir hayattan vaz geçip zarurî ihtiyaçlarımıza yönelirsek, alışveriş çılgınlığından vazgeçersek belki bu badireyi daha hafif atlatabilir; kendimizden daha kötü durumda olanlara el uzatabiliriz.

İyiliğin de çeşitleri vardır. Herkesin durumuna göre yapabileceği iyilik… Mesela bir tatlı söz, bir günaydın demek, bir yetimin başını okşamak bile yerine göre iyilik sayılır.

Sokakta görüyorum. İnsanlar telefonla konuşurken bile karşısındaki kişiye ateş püskürüyor. Bazıları “Ne yapalım, onlar da çileden çıkartmasınlar!” diyordur. Benim bu sözüm bir kişiye değil herkesedir. İnsan öfkesini yenebildiği derecede insan olabilir.

Ne mutlu İbrahim gibi olanlara, onun yolundan gidenlere! Ne mutlu Allah’ın ve Peygamber’in yolundan gidenlere!

Zaten fıtratımızın bir parçası da iyilik üzerine bina edilmemiş mi?