Türkiye Yazarlar Birliği’nin Konya Şubesi’nin geleneksel olarak düzenlediği “Yazılacak Çok Şeyimiz Var” projesi kapsamında gezilecek şehir olarak üç medeniyete beşiklik eden Hatay seçildi. Geziye eşim Sadık Gökce ile ben de davet edildim. 3 Haziran Cuma sabahı Alaeddin Tepesinin karşısındaki Şehir Meydanı’nın önünden saat 9.00 gibi otobüsümüz hareket etti. Geziye Başkan Ahmet Köseoğlu, Gazeteci Mustafa Güden, Gazeteci Saffet Yurtseven, Gazeteci Emekli Asb. Tayyar Yıldırım, Eskiçağ Tarihçisi Prof. Dr. Hasan Bahar, Eski Konya Milletvekili Prof. Dr. Ahmet Alkan, Doç. Dr. Nuri Şimşekler, Mimar Faruk Koçak, Konya’nın önde gelen edebiyatçılarından Hüzeyme Yeşim Koçak, şair Sevil Köse, Nilgün Yıldırım, Elife Mısral Yılmaz,  Konya Müftü Yardımcısı Ahmet Demirel, Fotoğraf sanatçısı Ahmet Kuş, belediye görevlileri ve pek çok yazar- çizer eşleriyle birlikte katıldı.   

Mutat olduğu üzere yola revan olduktan sonra Ahmet Köseoğlu yazarları ve şairleri, hocaları mikrofona davet ederek yolculuk hakkında dilek ve temennilerini ifade etmelerini istedi. Herkes kendi meramını anlattı. Hüzeyme Hanım hikâyeci ve romancı olduğu için son yazdığı hikâyesinden bir pasaj okudu. İsmail Detseli Abimiz yolcuları selamlamak üzere bir şiir okudu.

Bu geziler bana da ilham verdi. Mikrofona çıkıp okumaya cesaret edemedim. Ben de selamlarımı yazı ile gönderiyorum:

YOLLARIMIZ ESEN OLA

İbret için çıktık yola

Akıbetimiz hayrola

Gezip gördüğümüz yerler

Ufkumuzu feth ola

Pozantı’da verdik mola

Gönlümüz huzur dola

Sevgi ile öreceğimiz

Dostluğumuz daim ola

Şarkı, türkü şifa ola

Gönüllere derman ola

Seni sıkan kör düğümün

Hak ehline ayan ola

Uyuyanlar ayık ola

Gafillerden uzak ola

Tarsus’a düştü yolumuz

Gözlerimiz aydın ola

Anuş der ki sözün ola

Söylemeye yüzün ola

Hak mayasıdır özümüz

Niyazımız makbul ola

Pozantı’da öğle namazını eda edip yemeklerimizi yedikten sonra Tarsus’a Ashab-ı Kehf mağarasına yöneldik. Türkiye’nin birkaç yerinde Ashab-ı Kehf mağarası bulunduğunu söyleyen Müftü Ahmet Demirel, Kehf suresinden ayetler okuyarak bizleri manen bilgilendirdi. Yaklaşık 45 dakikalık bir mola verildi. Mağaranın içine girdik. Birkaç basamak indikten sonra mağaranın ağzına tıkanan büyük bir kaya girişin sol tarafında yer alıyordu. İnsan hayrette kalıyor, bu kadar büyük bir kayayı yerinden nasıl kıpırdattılar diye.

Otobüsümüz akşam saatlerinde Harbiye eski adıyla Defne’ye ulaştı. Burada Boğaziçi Otelde ikindi namazımız eda ettikten sonra Defne (Harbiye) Şelalesini görmeye gittik. Şelale çok güzel, görülmeye değer. Şelalenin suyunu birkaç yerden akıtmışlar ve üzerine ya da kıyısına kafe ve restoranlar yapmışlar. Kasabalılar burada ürünlerini, el işlerini satarak hayatlarını kazanıyorlar. Yöreye has özel taşlar ve koleksiyonlar çok ilgi çekici. Yörenin ipeği de çok muteber. Hint ipeğinden mamuller nispeten has ipeğe göre biraz daha hesaplı. Has ipek yatak örtüleri, pikeler, şallar, kıyafetler yöre insanının geçim kaynağı ve turistlerin ilgi odağı. Akşam yemeğinden sonra iki gün boyunca kalacağımız otele yerleştik. Organizasyon çok iyi düzenlendiği için sırada filan beklemedik. Direk kimliklerimizi gösterip odalarımıza geçtik. Buradan Organizasyonu düzenleyen Ahmet Köseoğlu’na ve Mustafa Güden Beyefendiye teşekkür ederim.

İkinci gün:

Rehberimiz Nail Bahçeci, kendisini yetiştirmiş ve mesleğini seven biri. Bize gezi programını anlattı. Otobüste giderken yöre halkının daha çok seracılık, ipek böcekçiliği ve zeytincilikle uğraştıklarını; Defnenin ipeklerinin çok ünlü olduğunu, bu yöreye has kekik tohumlarının alıp ekmemizi söyledi. Defne adının nereden geldiğine dair efsaneyi anlattı. Efsane şöyle: Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür. Bu eşsiz güzelin adı Daphne (Defne)’dir.  Defne Işık tanrısından kaçmaya başlar. O kaçar, Apollon kovalar ve ir taraftan da “Kaçma seni seviyorum” diye bağırır. Defne ise korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder. Aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve nihayetinde defne toprak anaya sığınır. Ayağıyla toprağı kazıyarak “Ey Toprak ana! Beni ört, beni sakla, beni koru.” Toprak Ana Defne’nin bu samimi yalvarmasını karşılıksız bırakmaz. Defne organlarının ağırlaştığını, odunlaştığını hisseder. Göğsünü gri bir kabuk bağlar, kokulu saçları yapraklara dönüşür. Kolları ise dallar halinde uzar ve ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine iner. Artık defne bir ağaca dönüşmüştür.

Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Defne’nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder. Sonra sarılır ve sert kabukların altında çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir: “Defne, bundan sonra sen Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların başımın çelengi olacak. Değerli kahramanlar, savaşlarda başarıya ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yan yana yazılacak.” Bu tatlı sözler üzerine Defne, dallarını eğerek Apollon’u selamlar.

Apollon teessür ve heyecan içinde o ağacı amblem olarak alır ve parlak yapraklarından başına bir taç yapar. Bundan sonra şiir ve silah zaferi defne dalı ile ödüllendirilir. İnanışa göre burada oluşan şelale defnenin gözyaşlarıdır.”

 Sent Piere Manastırı (Aziz Petrus): Aziz Petrus Hz. İsa’ya ilk inanlardan. Pagan döneminde kraldan kaçarak mağaralarda saklanmış; halk arasında gizli gizli halkı Hıristiyanlığı yaymaya devam etmiştir. Kilise ise kayalara oyularak sonradan yapılmıştır. 1963 yılında burayı ziyaret eden Papa, hac merkezi ilan etmiştir.

Hatay Arkeoloji Müzesi: Dünyanın en büyük mozaiklerinin sergilendiği bir mekândır.  Mimar Kemal Nalbant tarafından projelendirilen modern bina 2011 yılında yapılmaya başlanmıştır.  Hatay’da yaşam M.Ö. 43 000 ile M.Ö. 17 000 yılları arasında Üçağızlı Mağarasında başlar. Hatay arkeoloji müzesi yeni sergi alanına, Samandağı ilçesi, Meyan köyünde bulunan Üçağızlı Mağarası canlandırılması ile girilmektedir. Neolitik dönemden Demir Çağının sonuna kadar yerleşilmiş olan höyük kültürleri sergilenmektedir. Asurlar ve Geç Hitit dönemine ait heykeller, kitabeli anıtlar yer almaktadır. Amik ovasında yer alan Tell Kurdu, Tel Tayinat ve Tell Aççana höyük mimarilerinden esinlenerek o dönemin yapıları müze içerisine inşa edilmiş ve bu yapılandan çıkan objeler mekân içerisinde teşhir edilmiştir. Bu höyükler dışında Amik ovasının höyüklerinde bulunan küçük buluntuların sergilendiği vitrinlerde Tell Cüdeyde, Çatalhöyük, Tabak el- Akrad buluntuları ile amik ovasının dışında kalan Samandağı ilçesinde bulunan ve kazısı yapılan Almina ve Sabuniye’den çıkan küçük eserler de yer almaktadır. Bunlar gündelik kullanılan kap kacak, üç dert kulplu testiler, sikkeler vs. sergilenmektedir.  M.Ö. 13. yy.da hüküm süren Hitit Kralı Şuppulima’nın heykeli sanki insanın gözünün içine bakar gibi. Heykelin gözleri siyah, saçları ve sakalları örgülü. Arka tarafındaki satıhta hiyeroglif yazısıyla bir kitabe yer almaktadır.  Diğer kabartma heykellerde de erkeklerin saçları ve sakalları kıvır kıvırdır. Boğanın üzerine binmiş, elinde baltası ile Fırtına Tanrısı anıtlarının arkası ve yan tarafları hiyeroglif ve çivi yazısı ile kralların yaptıkları savaşlar ve anlaşma metinleri hak edilmiştir. Eşimle beraber Eskiçağ Tarihçisi Prof. Dr. Hasan Bahar’ın peşinde bir gölge gibi onu takip ettik ve anlattıklarından çok istifade ettik.

Mozaik koleksiyonu açısında dünyada birinci olan Hatay Arkeoloji Müzesi MS.2-5. Yy. arasında ait mozaikler mimari mekân canlandırmalarıyla birlikte sergilenmektedir.

Hatay Uzunçarşı: Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmeyen çarşı, içerisinde han, hamam ve cami ve mescitleriyle birçok farklı meslekleri bünyesinde barındırıyor. Çarşıda gıda maddesinden giyime, zücaciyesinden saraçlığa kadar ne ararsan mevcut… Yaklaşık 3,5 km uzunluğundaki çarşıyı binlerce yerli ve yabancı turist ziyaret etmektedir. Her dilden ve her dinden esnaf bulunmaktadır. İlgimizi çeken bir mescide girdik. Mescit hususi olarak kadınlar için bina edilmiş. Ali Çavuş adında bir hayırsever tarafından 1911 yılında inşa edilmiş.

Kurşunlu Han:1660 yılında Köprülü Mehmet Paşa tarafından her yıl Recep ayının 12’sinde Hicaz’a gitmek üzere törenle yola çıkarılan ve padişahların armağanlarını taşıyan Sürre Alayı’nın ağırlanması için inşa ettirildi. Hayvanların dinlendirildiği, yem verildiği, insanların tüm ihtiyaçlarının giderildiği handa, konukların havuz başında nargile sefası, yemen kahvesi ve hamamda terleyerek yorgunluklarını attıkları, ertesi gün de sabah kahvaltısıyla dinç bir şekilde yola devam ettikleri anlatılmaktadır. Restorasyonda Kurşunlu Han’ın zemin katında 23 adet genel amaçlı dükkân, esnaf lokantası, sergi salonu, avlu, bilgilendirme noktası; 1. Katında ise yöresel ürün satış yapan dükkânlar, yöresel el sanatlarının üretiminin yapılabileceği eğitim atölyesi ve kafe yer almaktadır. Bakır kap kacaklar ve otantik işlemeli kıyafetler, meşrubat ve pastanelerde envaî çeşit tatlılar ve el işleri Hatay’ın kültürel zenginliğine katkı sağlamaktadır.

Mahremiye Camii: 14. veya 15. Yüzyılda yapıldığı tahmin edilen cami yolda kalmışlara, köyüne dönemeyenlere ev sahipliği yapmaktadır. Ahşap bir minaresi var. Minarenin külahı çinko ile kaplanmış. Mihrabı istalaktit mermer. Mihrabın iki tarafında mermer döner sütun bulunmaktadır. İlk defa karşılaştığım bir olay. Bunu Mimar hocamız Ahmet Alkan’a sorduğumuzda depremde esneklik sağlamak için bazı binalarda kullanılmış olduğunu söyledi. Zamanımızda 600 yıl önce uygulanılan bu teknik, insanların insan hayatına ne kadar değer verdiğinin bir göstergesidir. Bugün 20 yıl gitmeyen binayı yapanlara ithaf ediyorum bu bölümü.

Camii cemaatinden birisi şöyle bir hikâye anlattı: Yavuz Sultan Selim Mısır seferine giderken Büyük İskender’in Asi nehri üzerine yaptığı köprüden “Selim, İskender’in yaptırdığı köprüden geçti dedirtmem” diyerek geçmemiş, kendisine yeni bir köprü kurdurarak oradan geçmiş.

Yeni Cami: Uzun Çarşı içinde olan camilerden biridir. 1752 yılında Muhammed Zehra tarafından yaptırılmıştır.

Habibi-i Neccar Camii: Habib-i Neccar’ın Hz. İsa’dan önce gönderilen elçilere destek olsun diye gönderilen üçüncü kişi olduğu rivayet edilir. Ayrıca Yasin suresinde geçen şehrin öteki ucundan koşup gelen ve halkını gelen elçilerin doğru söylediklerini, bir olan Allah’a inanmaları gerektiğini ve kendisinin de iman ettiğini söyleyen ve kavmi tarafından oracıkta paramparça edilen kişi olduğu rivayet edilir. İkinci bir rivayet ise İsa Peygamber’in çarmıha gerilmesinden kırk gün sonra Kudüs’te bir araya gelen 12 havari Hz. İsa’nın dinin yaymak için teşkilatlanmaya karar vermiş ve Roma İmparatorluğunun en büyük şehirlerinden biri olan Antakya şehrini seçmişlerdi. İncillerde ve tarih kitaplarında Hıristiyanlığa Antakya’da şekil veren Yahya ve Yunus, ona destek olarak da üçüncü bir havari Şemun-Sefa (Petrus)’un da buraya geldiği yazılıdır. Camiinin kitabesi 1048 (M.1702)

Habib-i Neccar Camii Roma dönemine ait Pagan bir tapınağın yerine 636 yılında Hz. Ömer döneminde inşa edilmiştir. İslamiyet’in fetih sonrası ilk camisi olması özelliğini taşır. 1098’de haçlıların eline geçen Antakya, Sultan Baybars tarafından fethedilince cami yeniden yaptırılmıştır. Camii Osmanlı döneminde yenilenmiştir. Avlusunda 19. yy. dan kalma bir şadırvanı vardır.

Camiye büyük, sivri sağır kemerli taç kapı ve ortasında kitabesi bulunan yuvarlak kemerli bir kapıdan girilir. Son cemaat yerine bitişik, dikdörtgen kaideli, poligonal gövdeli ve ahşap şerefeli ve pabuçlu bir minaresi vardır. Minarenin sağında habibi-i Neccar, solunda ile Yahya (Barnabas) ve Yunus (Pavlos) türbeleri vardır. Habibi Neccar ve Semun-u Sefa (Petrus) hakkında türbede detaylı bilgi vardır. Bir de habibi-i Neccar Şiir yarışmasında birinci gelen bir talebenin şiiri de sergilenmektedir.

Habib-i Neccar Camiinin karşısından otobüsümüze binerek Altınözü belediyesine doğru hareket ettik.

Altınözü: İkindi Namazına yakın Altınözü ilçesine vasıl olduk. Belediye başkanı Rıfat Sarı’yı makamında ziyaret ettik. Burada tepetaklak evi ziyaret ettik. Eşyalar, her şey harika. İki katlı bir ev. Evde fotoğraf çekildiği zaman eşyalar da insanlar da tepetaklak çıkıyor.

Parkta açılan yöresel ürünler ve el sanatları sergisini hızlıca gezdikten sonra Kanal üzerine inşa edilmiş asma köprüden geçerek yazarların imza gününe katıldık.  Birkaç yazarla kitaplar hakkında sohbet ettik.  Başkanın bize terfik ettiği görevlilerle beraber Türkiye’nin en eski zeytinyağı fabrikasını gezdik. Fabrika 1300 yıldır faal imiş. Son zamanlarda restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. Fabrika Hristiyan köyü içerisinde yer alıyor. Koca koca taş tekerleri ve zeytinin ezildiği, yağının sızdırıldığı ve suyla yıkanarak akıtılan kuyuları gördük. Bahçede zeytinin tarihsel yolculuğu hakkında hazırlanan panoları gezdik. Bölgede bulunan Kilisesiyi gezemedik. Hıristiyanların ibadet gününe hazırlık yapılıyormuş. Dışarıdan seyrettik. Cumartesi günleri kandil yakıyorlarmış, yakılan mumları gördük. Kısa bir moladan sonra Altınözü’ne geri döndük. Camlı Terası gezdik. Aşağıya bakmaktan korktuğum için pek fazla kalamadık. Rehberimiz Türkiye’de zeytin ağaçlarının 17 milyonu Hatay’da 7 milyonu da Altınözü’nde dikili olduğunu, en kaliteli zeytinyağının da Altınözü’nde üretildiğini söyledi. Zeytinler at düzeneğiyle büyük tekerler altında eziliyor. Atın gözü bağlanarak çarka koşuluyor. Kendi etrafında dönen at, çarkın taşlara bağlı olan mili döndürdükçe zeytinler eziliyor ve hamur haline geliyor. 20 cg.lık  suda su ile yağ ayrıştırılıyor.  Sızma zeytinyağında 9 kilodan bir kilo zeytinyağı, fabrika imalatında ise 6 kilodan bir kilo zeytinyağı çıkıyor. Burada bir üretici ile konuştuk. Üretici, 600 tane zeytin ağacı olduğunu, 400 tane de genç fidan diktiğini söyledi. Akşam yemeğini Altınözü’nde yedikten sonra otobüslerimize binerek otelimize geri döndük. Rehberimiz “yarın sabah 8.30 ‘da teker döner” diyerek hareket saatimizi belirlemiş oldu. Ertesi gün kahvaltımızı erkenden yaptık saat, 09.00’da otobüsümüz hareket etti.

Üçüncü gün:

Rehberimiz üçüncü gün de bizimle beraberdi. Gezi güzergahımızın Samandağı ilçesindeki Musa Ağacı ve Ab-ı Hayat çeşmesi, Hz. Musa’nın Hızır As. buluştuğu sahil, Titus Tüneli ve Payas İlçesindeki Sokullu Mehmet Paşa Kervansarayı, çarşısı, medresesi, imarethanesi ve Payas Kalesiydi. İlk önce Musa Ağacını görmeye gittik.

Musa Ağacı:

İlk durağımız Hızırbey köyü oldu. Rehberimiz Hz. Musa ile Hızır AS İskenderun sahilinde buluştuktan sonra Samandağı’na doğru yürüyerek sohbet ettiklerini, Hz. Musa’nın susayınca bir çeşme başına gelip eğilip su içtiğini, asasını çeşmenin yan tarafına dayadığı yerden bir ağaç yeşerdiğini anlattı. Halk bu dağa Musa dağı, ağaca de Musa Ağacı diyor. Prof. Dr. Hasan Bahar’ın tespitlerine göre Ağacın tarihi M.Ö. 2000 yıllarına kadar iniyor. Hz. Musa’nın içtiği kaynak su ise ab-ı Hayat adını alıyor ve üzerine bir çeşme inşa ediliyor. Biz gittik kafile olarak ağacı gördük, yakından fotoğraf çektik.  Müslüman köyü. Esnafı cana yakın. Tuvalet işleten Şengül Uyar isimli bir kadınla sohbet ettik. Türkmen olduğunu söyledi. Eşimle bana hususi çay demledi.

Köyünüzde hiç gayr-i Müslüm var mı? diye sordum. Bir tane bir olmadığını söyledi. Bu köye ulaşmadan önce içinden geçtiğiniz köy Ermeni köyüdür, dedi. Komşuluk ilişkileriniz nasıl? Diye sordum. O da “Bizim inançlarımıza, örf ve adetlerimize çok saygılılar. Biz de onların özel günlerine saygı gösteririz. Her işlerimize yardımcı olurlar. Davetlerimize katılırlar, biz de onların davetlerine katılırız. Yiyecek ve içeceklerimiz paylaşırız. Burası Sünni köyüdür. Burada zenginler pek yardım sever değil. Dün burada düğün vardı. Bizler çok fakir insanlarız. Bir su dahi ikram etmezler.  Bir sıtma dahi vermezler; yani hastalıklarını dahi sana vermezler” diyerek Ermeni köylülerin daha çok yardımsever olduğunu dile getirdi. “Ramazan geldiği zaman Türkçe i ilahi söylerler.” diyen Songül Hanım, “he mi” gibi Tokat ve Yozgat civarına mahsus kelimeleri de kullanıyor. Kız alıp verme var mı? dedim. “Hayır, kız alıp verme yok. Bunun dışında birbirimizin yardımına koşarız,” dedi.

Titus Tüneli:

Titus Tüneli Hatay’a yolu düşenlerin mutlaka görmeleri gerektiğine inandığım bir yer.  Samandağı ilçesi Çevlik mahallesinde dağlık yamaçlarda ve denize hâkim bir yerde bulunmaktadır. Roma İmparatoru Vespaian dağlardan inerek yaşamı tehdit eden sel sularının yönünü değiştirerek şehrin korunması amacıyla bir tünel yapılmasını emretmiştir. M.S. 69 yılında başlayan inşaat, halefi Titus tarafından 81 yılında tamamlanmıştır.  Tünel, dağdan gelen derelerin ağzında ve bir iç liman olarak M.Ö. 300’lü yıllarda I. Selevkos Nikator tarafından kurulan ve kurucusu Nikator adıyla anılan tarihi kentin liman bölümüne bakmaktadır. Bu limanın dağdan gelecek sel sularıyla dolabileceği düşünüldüğünden dolayı Titus tarafından derenin önü bir duvar ile kapatılmış, duvarın dereden gelen bölümü ile deniz arasındaki dağ delinerek tünel yapılmıştır. Tünelin kapalı bölümü 130 m uzunluğunda olup, açık alanıyla birlikte 1380 m.dir.  Genel olarak tünelin açık ve kapalı alanın yüksekliği 7 m ve genişliği ise 6 m dir. Tünel, Vespasian, Titus ve Antonios Pius zamanlarında yapılmıştır. 2014 yılında ÜNESCO’nun Geçici Dünya Mirası Listesine alınmıştır.

Beşikli Mağarası: Tünelin deniz tarafına bakan kısmında kaya mezarları bulunmaktadır. Tünele uzaklığı 100 metre kadardır. Yan yana iki mağaradan oluşur. Kaya mezarı alanında bulunan büyük çukur ise çok gösterişlidir.

Hızır Aleyhisselam Türbesi: Samandağı’nda sahilde buluşan Hz. Musa ile Hızır AS buluştukları mekâna sonradan bir türbe inşa ediliyor. Hızır Türbesinin bir tarafı 14 km. bulan uzunluğu ile Çevlik sahili, diğer tarafı Samandağı’na 6. Km. mesafede bulunan Hızırbey köyünde bir dere kenarında bulunan Musa Ağacı yer alır.

 Türbenin etrafında üç kere dönülüyor. Bu bölgede Alevisi, Kürdü, Ermenisi; her kavimden ve cemaatten insan var. Burada insanlar adak adıyorlar. Gücü yeten koyun, keçi, yetmeyenler de horoz kesiyorlar. Genellikle Arap Alevileri horoz kesiyorlar. Çeşme ve türbenin kitabesinde Hz. Hızır ile Musa AS’ın burada buluştukları yazılıdır. Üç tavafta bir selam veriyorlar ve 7 defa tavaf ediyorlar. Halk türbeye selamla giriyor ve selamla geri geri  çıkıyor. Türbenin içinde ve dışında tütsü yakıyorlar. Türkler, ilk çağlardan beri tütsünün kötü ruhları kovduğuna inanıyorlar. Türklerle komşu olan ve etkilenen kavimler de aynı inancı paylaşıyorlar.

Çevlik sahili: Çevlik sahili dünyanın en uzun sahilidir. Uzunluğu 14.km kadardır.  Halkının %99’u Arap Alevi’sidir. Çevlik eskiden zeytin ağaçlarıyla doluymuş. Sonradan biraz tahribata uğramış.  Sahili çok temiz ve suyu berrak. İnsanlar denize rahatça girebiliyor. Yalnız 1997 depremi denizden geldiği için denizde büyük yarıklar oluşmuş. Bunun için çok iyi yüzme bilmek ve dikkatli olmak gerekiyormuş. Arkadaşlarımız sahilde gezindiler. Biz çok yorulmuş olduğumuz için otobüste dinlendik. Turuva Restoranda öğle yemeğinin ardından Payas’a doğru hareket ettik.

Payas Sokullu Mehmet Paşa Kervansarayı ve Külliyesi: Sokullu Mehmet Paşa, 1574 yılında bu kervansarayı yaptırmış. Kervansaray iki bölümden oluşmaktadır. Atların bağlandığı ve yemlendiği revaklı avlu, ikinci bölümü ise üzeri kapalı hücrelerden, yolcu odalarından oluşmaktadır. Revaklı avluda tüccarlar alışverişini de yapmaktadır. Kervansarayda günde iki defa yemek verilmektedir. Üç gün boyunca ücretsiz konaklama hizmeti verilmekte, yolcuların yemekleri ise imarethanene karşılanmaktadır. Külliye, kervansaray, cami, medrese, çarşı, imarethane ve hamamdan oluşmaktadır.  Payas Belediye Başkanı külliyeyi aslına uygun olarak kendi imkânlarıyla tamir ettirmiştir. Belediye başkanı çarşıyı canlandırmış. Pek çok esnafa işyeri kazandırmış. Başkan Kervansarayın diğer bölümlerini de amacına uygun olarak esnafa yöresel iş atölyeleri ve dükkân ve imalâthane olarak işletebileceklerini, Hatay’ın Anavatan’a katılmasındaki süreçte Atatürk’ün hizmetlerine dair bir köşe hazırlayacağını söyledi.  Payas kalesini gezmeye vaktimiz olmadı. Dışarıdan baktık. Belediye başkanının imarethanedeki ikramının ardından İskenderun’a hareket ettik.

Hatay’ın kendine özgü bir yemek kültürü var. Genelde yemekleri etli ve salçalıdır. En ünlü yemeği döner ve tepsi kebabıdır. Izgara türleri acı ve çok lezzetlidir. Tatlısı ise künefedir. Altınözü’nde aldığımız künefenin tadı muhteşemdi. Envâi mezeleri, turşuları, salataları ve peynirleri vardır. Hamur işlerinde de çok zengin bir mutfağı vardır. Çorba kültürleri pek yok. Ne akşam yemeğini yediğimiz otelde ne de diğer lokantalarda menüde çorbaya rastlayamadık. Çevlik’te bir restoranda aradan bir saat geçse de hazır çorbadan bir kâse yaptırabildik. İskenderun’da hazır çorba bile yaptıramadık.

 İskenderun Belediyesinin verdiği akşam yemeğinden sonra Konya’ya geri dönüş başladı. Ahmet Bey geri dönüşte tekrar yolcuların görüşlerini almak için mikrofona davet etti. Ben iki gün boyunca hasta olduğum için mecalim kalmamıştı. Ara ara kendimden geçiyordum. Arkadaşlar kalkıp konuştular; fakat ben kendimde o gücü bulamadım.

Yol arkadaşlarımız çok iyi idi. Hiç birisinde bir sıkıntı yaşamadık. Hatta Nilgün Hanım, Ahmet Şükrü, Ahmet Alkan gibi yeni dostlarla da tanıştık. Bize üç gün boyunca güzel vakit geçirmemizi sağlayan Başkan Ahmet Köseoğlu’na, geziyi en ince ayrıntılarına kadar takip eden Mustafa Güden’e, şoförümüze ve yardımcısı Fırat’a ve emeği geçen herkese ve gezi ekibimize teşekkür ederim.

Mutlu ve umutlu günler dilerim.