Yıllardır süregelen Hz. Mevlana ile Ahi Evran arasında bir münaferetin olup olmadığı konusu âlimleri ikiye bölmüş durumdadır. Bir kısmı Hz. Mevlana’yı Ahi düşmanı olarak kabul ederken bir kısmı da böyle bir ilişkiyi reddetmektedirler. Ben âcizane Hz. Mevlana’nın eserlerine ve şiir dünyasındaki derinliğine, Kur’an ve hadis konusundaki dirayetine bakarak, putpereste bile hoşgörü ile davranan bir gönül adamının kendisi gibi âlim olan ve esnaf teşkilatını kurarak halkı ahlaken eğiten bir Türk büyüğüne ve onların mensuplarına hakaret etmesine ihtimal vermiyorum.

Mevlana’nın babası Sultanü’ül Ulema Bahaeddin Veled, Harezem Sultanı Alaeddin Muhammed ve hocası büyük tefsir âlimi Fahreddin Razi ile anlaşamadığı için Belh’i terk etmiştir. Sultan Alaeddin’le Bahaeddin Veled, Alaeddin Muhammed’in torunu idi. Sultan kızını Bahaeddin Veled’in babası Hüseyin Hatibî ile evlendirmiş, bu evlilikten Bahaeddin Veled dünyaya gelmişti. Bahaeddin Veled büyüyünce zahiri ilimlerde ve keşifte büyük ün yapmıştı. Sultan ona tahtı teklif ettiyse de o kabul etmeyerek manevi sultan olmayı istemişti. Bu olaydan sonra Sultanü’l Ulema diye anılmaya başlamıştı. Sultanü’l Ulemanın etrafında büyük bir kalabalığın toplanması sultanı kuşkulandırdı. Fahreddin Razi ve diğer âlimlerin de telkinleriyle ona bir yerde iki sultanın barınamayacağını, Belh şehrinin anahtarını göndererek ona dünya sultanlığını teklif etti. Fahreddin Razi ve etrafındakileri daima zındıklıkla suçlayan Bahaeddin Veled, aile efradı ve büyük bir kalabalıkla birlikte Belh’ten ayrıldı. (Sipehsalar, Feridün b. Ahmed, Mevlana ve Etrafındakiler, trc: Prof. Dr. Tahsin Yazıcı, s. 24 vd,Pinhan Yay., İstanbul-2011 Eflaki, Menakib’ül’ Arifin, trc: Tahsin Yazıcı, c:I, s.165 vd, MEB yay. İstanbul-2001)

Bahaeddin Veled’in hem Belh’te hem Belh’ten ayrıldıktan sonra uğradığı menzillerde büyük izzeti ikram görmesi, Bağdad’a geldiğinde, orada halife ve adamları tarafından Sultanlar gibi karşılanması Sultan Muhammd’i şüphelerinde haklı çıkarmaya yeterli bir sebeptir. Sultan gitmesine izin vererek saltanatını kurtarmaya çalışmıştır. Bahaeddin Veled’in Sultan’ın kendi tarafını tutmayıp da Fahreddin Razi tarafını tutmasına içerlemiş ve kırılmış olması da insani bir olaydır. Çünkü insan tarikat ve keşif ehli olmakla birlikte insani özellikleri, hırs ü hevayı tamamen kalbinden söküp atamaz, ancak frenler. Bu insan olmanın en tabii özelliğidir. Fakat kendinden farklı düşünüyor diye bazı âlimleri tekfir etmesi onun da zamanın modasına uyduğunu gösterir. Bu durumda Fahreddin Razi ve onun talebelerine düşmanlık beslemesi normal karşılanamaz.

Bahaeddin Veled, Fahreddin Razi’nin talebelerine düşmanlık gösterdi diye oğlunun da onlara karşı açıkça cephe aldığı söylenemez. Mevlana’nın yetiştiği ve büyük bir âlim olduğu dönemlerde Anadolu Selçuklu Devleti’nin durumu çok farklıdır.  Sultanü’l Ulema zamanında I. Alaeddin Keykubat iktidarda idi ve devlet en muhteşem dönemini yaşıyordu. Keykubat’ın ölümüyle birlikte yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev aynı kudreti gösterememiş, ülkeyi temelinden sarsacak ve düşman işgaline zemin hazırlayacak büyük bir isyanın çıkmasına sebep olmuştu. Babaî isyanının 3 yıla yakın sürmesi ve devletin Doğu Anadolu’daki hazır savaşçı birliklerini çekerek isyanı bastırmak için görevlendirmesi; cihana hâkim olmak hedefini güden ve Türk devletinden çekinen Moğolların gözünde “Selçuklu Devleti’nin o kadar da güçlü olmadığı” gerçeğini ortaya çıkardı. Anadolu’yu istila etmek için fırsat kollayan Moğol komutanı Baycu Noyan’ın beklediği fırsat doğmuştu. Doğu Anadolu’dan askerlerin çekilmesiyle boşalan şehir ve kaleler bir bir Moğolların eline geçti. Tecrübeli devlet adamlarının görüşlerine itibar etmeyen ve tek bir kılıç sallamadan “Kösedağ Savaşı”nda cepheden kaçan sultan ve askerleri ülkeyi tamamen Moğol tahakkümünün altına soktu.  Hz. Mevlana her tarafta katliamların ve zulümlerin had safhaya ulaştığı bir dönemde yaşamıştır.

Şartlar Hz. Mevlana’yı Moğollara karşı itaate zorlamıştır. O bir ilim ve gönül adamıdır. Savaşçı bir kimliği yoktur. Dönemin Konya kadısı da bir ahidir ve halkı mallarıyla namuslarını kurtarmaya çağırmıştır. Haltan toplanan hediyelerle Konya yağmalanmaktan kurtulmuştur. Yağmalanan illerdeki halkın ne durumda olduğu herkesin malumudur. Hz. Mevlana’nın telkinleriyle Konya halkı namusunu muhafaza etmiştir.

Kayseri kalesini kuşata Moğollar büyük bir direnişle karşılaştılar. Ahiler kadınlı erkekli şehri savunuyordu. Şehir surlarının en zayıf bölgesini Moğollara gösteren şehirde yaşayan ve muhasaranın uzamasından dolayı işleri bozulan Ermeni bir tüccardır.

II. Gıyaseddin Keyhüsrev, babasının ölümünden sonra- bu ölümde onun da parmağı olduğu düşünülmektedir- babasının devlet adamlarını bir bahane ile yok etti. Ahiliğin kurucusu Ahi Evran’ı de hapsetti. Çünkü Ahiler mücadele adamıydılar. Moğollara karşı tekrar savaşılmasını istiyorlar ve onların tahakkümüne ve zulmüne son verilmesini istiyordu.

II. Gıyaseddin’in 1246’da ölümünden sonra serbest kalan Ahi Evran, Kırşehir’e gitti. II. İzzeddin Keykavus’un üçlü saltanatı döneminde Konya’ya geri çağrıldı. Şehzadeler arası taht kavgasında Moğollarla savaş taraftarı olan II. İzzeddin Keykavus’un yanında yer alan Ahi Evran, Aksaray’da Moğollarla yapılan savaşta Selçuklu kuvveti yenilince Ahiler de takibata uğradı. Hz. Mevlana barış yoluyla Moğollar arasında İslamiyet’i yayma ve onların Müslüman olduktan sonra daha fazla zülüm edemeyecekleri kanaatinde idi. Türklerin zayıf iken kırılmasına karşı idi. Zaten Selçuklu sultanlarının Moğolların elinde bir oyuncak olmaktan ileri olmadığı bir dönemde barış taraftarı olan IV. Kılıç Arslan tarafını tuttu.

Mevlana’nın Kılıç Arslan tarafını tutması, takibatta olan Ahilerin canını sıktı ve ona tavır almaya kalktılar. Moğollar,  onların vakıf ve dükkânlarını da Mevlana’ya bağlaması Ahilerin ve onlara taraftar olan esnafın tepkisini çekti.

İlk bakışta bu tepkiyi mazur görebiliriz. Fakat daha sonra yapılan suçlamaları mazur göremeyiz. Çünkü Hz. Mevlana onların mallarının müsadere edilmesini engellemiştir. Tekkelerine, hanikahlarına ve dükkânlarına sahip çıkmakla onların varidatlarını korumuş, takibe uğrayanların ailelerine sahip çıkmıştır. Tekke ve zaviyelerinde onları barındırmış, fakr u zaruret içinde kalmalarının önüne geçmiştir.

Ahi Ahmed’in oğlu Ahi Ali, Sultan Veled’in müridi oluyor. (Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, terc: Tahsin Yazıcı, C: II, s. 346, MEB yay., İstanbul-2001) Babasının bir dediğini iki etmeyen Sultan Veled nasıl olur da babasının kötü bellediği bir gurubun insanıyla dost olur, onu müritliğe kabul eder.

Mevlana’nın en çok sevdiği, Mesnevi’nin ve Divan-ı Kebir’in yazılmasına sebep olan ve onları kayd eden Hüsameddin Çelebi de bir ahidir. Babasının adı Ahi Türkoğlu’dur.

Mevlana’nın hiçbir eserinde direk Ahileri ve Ahi Evran’ı hedef alan bir küfür ya da kaba söz yoktur.

Hz. Mevlana’nın en yakın müritleri Ahi’dir. Hüsameddin Çelebi ve ailesi Ahi’dir. Kızı Melike Hatun, Ahileri kollayıp gözeten merhametli bir kimsedir.

Mevlana açıkça ben ahilerin hamisiyim diyemezdi. Ben kötülediğine, küfr ettiğine dair eserlerinde bir ibareye rastlamadım. Bazı ibarelere dayanarak Ahileri horladı, onlara hakaret etti demek abesle iştigaldir.

Hz. Mevlana’yı Hakka kavuşmasının 749. Yıl dönümünde rahmetle anıyor, kendisinin ve ailesinin ve devam edegelen neslinin mekânı cennet olsun diyorum.