25 Mart 2009. Aradan tam 14 yıl geçti. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Keş dağlarında suikast ile şehit edildiği gün. Rahmetle, minnetle, şükran ile anıyorum.

Zaman su gibi akıp gidiyor. Ama yüreklerdeki hüzün ve keder taptaze canlığını koruyor.

Şehit Muhsin Yazıcıoğlu bu ülkede bakan olmadı, başbakan olmadı. Devletin imkânlarından “Culüs “ dağıtacak hiçbir makamda görevde yapmadı. Hep milletim, devletim dedi. Bunu da dili ile değil kâmil bir mümine yakışan kalbi ile yaptı. Söylediklerine biiznillah yaşadı. Tacettin dergâhına defnedildikten sonra partili, partisiz herkesin ziyaret yeri oldu. Allah bir kulunu sevdi mi, onu bütün kullarına sevdirirmiş. Buna bu dünyada Muhsin başkanın şahsında gördük, yaşıyoruz.

25 Mart günleri, devlet erkânından, siyasi parti temsilcilerinden, sevenlerinden, hatta kelli felli adamlardan, anma mesajları göreceksiniz. Sosyal medyada gündem olacak… Ve bir gün sonra herkes kendi hayatına devam edecek. Zaten hayatın akışı böyle devam etmiyor mu?

Sade vatandaşın yapacağı en iyi iş, dua etmek, niyazda bulunmak, Fatihalar göndermek…

Peki, yetkili ve etkili kişilerin görevi ne? Muhsin başkanı kalben sevseler de, sevmeseler de, onun suikast davasını çözmek, sonuçlandırmak, kamu vicdanını aydınlatmak. Yapar gibi yapmamak. Ucu nereye varacaksa oraya kadar devam etmek.

Biz, kadere tam teslim olan Müslümanlardanız. “Efendim ne bu kadar ısrar ediyorsunuz, olayın üzerine fazla düşüyorsunuz, kaza oldu (!) Muhsin başkan vefat etti “ diyenler olabilir. O görüşlere külliyen karşı çıkıyorum. Sebeplere sarılmadan, gereğini yerine getirmeden, basit bir hal ile işe kadere havale edemeyiz. Biz aslında tedbir alarak, gayret ederek Allah’ın bir kaderinden başka bir kaderine sığınıyoruz. Takdir yine Allah’ın. Cenabı Allah’ın ezeli ve ebedi ilmine sığınıyoruz.

Suikast süreci ile ilgili sulandırma yapmanın, konjektürel duruma göre falan guruba, filan terör örgütüne (belki yarın başka bir guruba) işleri fatura etmeyin. Devlet olmanın gereği ne ise onu yapın bizi de aydınlatın. Hazreti peygamber efendimiz “başkalarını töhmet altında bırakacakla işler yapmayın “ buyuruyor. Devleti yönetenler suikast süreci ile ilgili görevini yapsınlar, bizi de töhmet altında bırakmasınlar.

Bildiklerini söylemeyenler, erk makamında olup da gereğini yapmayanlar, suikastın çözülmesinde savsaklama yapanlar, bu dünyada yapamazsak isek ahirette mutlaka sizinle hesaplaşacağız. Bunu bilin ve ona göre hareket edin…

Tabi ki, bizimkilere de birkaç sözüm var.

Mesela Sayın Yalçın Topçu; Şehidimizin, abimizin, genel başkanımızın suikast süreciyle ilgili ne yapıyorsunuz. Devlette üst görevlere Muhsin başkanın sermayesini kullanarak geldiniz. Kamuoyunda suikast süreci ile ilgili hiç sesiniz soluğunuz çıkmıyor. Yoksa bazıları gibi sizde mi araziye uydunuz?

Sayın Mustafa Destici; 2009- 2020 yılları arasında kader birliği yaptık. Zorluklara karşı beraber göğüs gerdik. Ama gelinen noktada mecliste bulunduğunuz süreçte o makamın hakkını veremediniz. Mesela, o makamda Muhsin başkan sağ olsaydı, bizden birine suikast yapılsaydı, ne yapardı biliyor musunuz? Ben cevap vereyim. Ankara’nın altını üstüne getirirdi. Sizin o mecliste birinci ve asli göreviniz sabah-akşam suikast süreci ile ilgili çalışma yapmak. İmar affı, falan affı sizin birinci önceliğiniz değil. Elbette milletin menfaatine, ülkenin menfaatine olan güzel şeyleri desteklemek, gündeme getirmek bir görev olsa da.

Sayın kelli felli ülkücüler, büyük reisler(!) her platformda Muhsin Yazıcıoğlu’nun şöyle arkadaşı, böyle sırdaşı olduğunu iddia eden ülkü devleri (!); peki sizler ne yapıyorsunuz, 25 Mart günü, twet atmak ile sosyal medyada birkaç demeç vermek ile işiniz bitiyor mu? Aman bu işi fazla kurcalamayalım. İşimizi aşımızı düzene soktuk, bu saatten sonra rahatımız bozulmasın mı diyorsunuz… Tabii sizde haklısınız (!) ölen ile ölünmüyor.

Bu yazı, Ülkücülerin, Türk milliyetçilerin vicdan muhasebesi olsun. Ülkücülerin Kerbelası olan suikast süreci çözülsün… Gönül böyle istiyor. Doğrusu da kim olursa olsun karanlığa terkedilmiş hiç olay çözümsüz kalmamalı.

Efendimiz (SAV) ahirete göç ettiği zaman, Hz. Ömer (R.a); “Kim peygamber öldü derse kellesini uçururum “ mealinde bir söz söylediği zaman, Hz. Ebu Bekir (R.A); “Muhammed (S.A.V)’de bir kuldu. O da ölecektir. Ama Allah’ın davası devam edecektir” buyurarak kalplere sükûnet vermiştir.

“Kim umar vefayı yalan dünya değil misin?

Muhammedül Mustafa’yı alan dünya değil misin?” diyor. Varlık sebebimiz efendimizi (S.A.V) alan dünya, Muhsinleri de bir gün alacaktır. Bundan kaçış yok.

Biliniz ki, bu topraklarda, daha nice Muhsinler, Fatihler, Alparslan, Mehmetler, Ahmetler, Salihler, Sadıklar Allah’ın n davası için can verecek, bedel ödeyecektir. Son kale Türkiye için her Müslüman Türk evladı hazırdır. “ Gardaş sende bu iman oldukça sende, ölmez bu hareket ölmez bu dava” diyor ozanımız… Buna imanım sonsuz…Bir öleceğiz bir dirileceğiz.

Son söz rahmetli Sezai Karakoç üstattan ; “ Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak tarih susmayacak, tarih sussa, hakikat susmayacak.”

Efendimize (sav), selatü selam olsun, şehitlerin ruhu şad olsun. El Fatiha..

Baki selamlar.