İşsizliğin sisteme bakan boyutundan söz etmiştik. Sistem derken insanın doğumuyla birlikte yer aldığı evreni gözden geçirmemiz gerekiyor.

Okul-aile-sosyal-iş çevreleri arasında insanın karakteri ve kabiliyetleri şekilleniyor. Bu çevrelerin bileşkesi, sonucu belirleyici oluyor. Bu nedenle her şeyi sonuca göre planlamak gerekiyor.  Planlama bölümünde uzun yıllar çalıştım. Şu sözü çok önemserim: “ Plan hiçbir şeydir, planlama her şey. Planlamayı başaramıyorsanız, başarısızlığı planlıyorsunuz demektir.” (Eisenhower). Doğru planlama, başarının anahtarı olduğu gibi plansızlık ile arasında çok “fark var”.

Şimdi gelelim mevcut duruma… Türkiye’de, neredeyse her ilçede yüksek öğrenim kurumu, her ilde ise üniversite var. Bu ilk bakışta şahane diyebileceğimiz bir durum. İyi de, gençler, üniversiteyi bitirdikten sonra “Ne yapacaklar”… Konunun bam teli de burası… Üniversite mezunları arasında işsizlik oranı daha fazla. Yani, maalesef  eğitim seviyesi ile işsizlik ters orantı olması lazımken bizde doğru orantılı gibi…Bu sonuçta, üç farklı sâik söz konusudur. İlki, ihtiyaca göre planlama yapılmaması; ikincisi kalite yetersizliği, sonuncusu ise psikolojik eşiğin aşılamamasıdır.

İstihdam da, bir çeşit iş piyasasıdır. Piyasa şartları, burada da geçerlidir. Yani, arz ve talep dengesini iyi sağlamak lazım.  Bir haber üzerinden konuyu anlamaya çalışalım : Eski bir Milli Eğitim Bakanının , öğretmen atamalarına sayının artırılması taleplerine ilişkin, "Her yıl 40 bin kişi mezun oluyor, ortalama 15 bin kişi emekli oluyor.”  (09 Mart 2021 ) Halihazırda beş yüz bin ile altı yüz bin arasında öğretmenlikte yığılma var. Sözgelimi, her yıl, on beş  bin öğretmene ihtiyacınız varsa en fazla on sekiz bin öğretmen mezun etmemiz lazım.  Öğretmen adaylarındaki aşırı fazlalık, öğretmenlerin düşük ücretle çalışmalarına, başka iş yaparak öğretmenlik mesleğinin -bir görüşe göre- itibar kaybetmesine, işsizlik nedeniyle sosyal travmalara  yol açıyor. Bu örnekleri, çok bilinen meslek gruplarından Ziraat Mühendisleri, Hukukçular vs. ile çoğaltmak mümkün.

Eleme sınavları sadra şifa olmuyor. “Geri kalanı ne yapacak” sorununa çözüm bulmuyor ve sınavı geçenler  sistemin gücünü ve güvenilirliğini artırmıyor. O halde en basit ve açık çözüm: ihtiyacın yüzde yirmi fazlası kadar öğrenci mezun etmek. Bu makul fazlalık ise  yedekleme için…  Buna göre öğrenci ve fakülte adedini belirlemek ; ağırlığı daha ziyade kaliteye vermek… Çoktan seçmeli eleme sınavlarını, daha çok analize, senteze, yoruma ve akıl çıkarmaya  dayalı, bilgi ve kabiliyet sınavlarına dönüştürmek.

Doğru planlama ve kaliteli öğretim ile öğretim seviyesi arttıkça işsizlik azalır ve gençlerin okuma ve öğrenme şevkleri, umutları ve hayalleri hep canlı kalır.