Konya'nın yerel gazetelerinin nerdeyse tamamında ve bizim gazetenin en üst manşetinde, sağında yukarıdan aşağıya uzanan bölümündeki 32 Park Açılıyor ve Kelebekler Vadisi Parkı'nda Hıdırellez Coşkusu ilânları görünce, bir anda yıllar öncesine ve çocukluğuma uzandım.
Çocukluğumuzun geçtiği 60 ve 70'li yıllar arası hem bu kadar yerel gazete, hem de bu kadar çok oyun parkı, eğlence parkı yoktu.
Şimdiki Kültür Parkı bir zamanlar Dede Bahçesiydi. Çocukken daha çok ya Meram'a ya da Alaaddin Tepesine gider, Meram çayında yüzmeye çalışır, Alaaddin'de de Teksas, Tommiks, Zagor gibi çizgi roman kitapları alıp okumaya çalışırdık.
Çocukluğumuzda bu kadar çok park yoktu ama evlerimizin bulunduğu sokaklar, bahçelerimiz, okul ve camilere ait bahçelerimiz en güzel oyun alanlarımızdı.
Aylarca, günlerce, saatlerce bitmeyen, her mevsim değişen, kendi ürettiğimiz araçlarla oynadığımız, tamamen doğal o kadar çok oyunumuz vardı ki, kendimizi bu oyunlardan alamaz gece yarılarına kadar eve gitmeyi unuturduk.
Bu oyunlarda hayatı paylaşmayı, arkadaşlığı, fedakârlığı, yardımlaşmayı, sayı saymayı, matematiği, toplama, çıkarma ve çarpmayı, bölmeyi ve bölüşmeyi öğrenirdik.
Mevsim şartlarına göre dönem dönem, dönüşerek oynadığımız Birdirbir, Uzuneşek, Güvercin Taklası, Çelik- Çomak, Saklambaç, Salıncak,Köşe Kapmaca, Ebelemece, Yıldırmalı Top gibi bedensel oyunların yanı sıra, Bilye boncuk, Dokuz taş, Dokuz çöp, Üç taş, Beş taş, On beş Taş gibi pek çok oyun hem zihnimizi geliştirir, hem de bizleri dinlendirirdi.
Topraktan, çamurdan yaptığımız Harmanbiş, küçük çapta yaptığımız çanak çömlekler, ay çekirdeği sapından yapıp bindiğimiz atlar, hepsi de görülmeye değerdi. Arılardan, sineklerden, böceklerden hayvanat bahçemiz olurdu.
Yere çizgiler çizerek oynadığımız oyunlar, kendi elimizle yapıp uçurtmaya çalıştığımız uçurtmalar, ince tellerden yaptığımız arabalar, mısır koçanına tavuk tüyü takarak döndürdüğümüz fırıldaklar, topaçlar, birbirimizin parasını üttüğü çoban oyunları, hepsinin içimizi doldurduğu ayrı bir yeri vardı.
Bu oyunlardan Çoban Oyunu hariç, hiç birinde para harcamaz, kendi zekâmızla geliştirdiğimiz kuralları nesilden nesile aktarırdık.
Hayatımızı dolduran, günümüze kadar gelen en önemli oyunlardan biri de futboldu ve otlar üzerinde tutuştuğumuz güreşlerdi. O zamanlar, üstümüzde ne forma vardı, ne de ayağımızda kramponlar. Ayağımızda ya lastik ya da naylondan yapma çıtçıt kilitlenen ayakkabılarla, ayağımız topuklarımıza kadar ter içinde oynardık. Toplarımız ise ya çaputtan ya da içi kağıt dolu naylondandı.
Ama sağlam çocuklardık.
Bu oyunlarda hiç yorulduğumuzu, kavga ettiğimizi bilmezdik.
Şimdi bu oyunların, futbol dışında hiç biri yok.
Şimdi saatlerce sokaklarda oynayan çocuklar da yok. Şimdi bu oyunları hatırlayan, kurallarını bilen, yeni nesillere aktaracak olan büyükler de yok.
Şimdi çocuklar evlerine hatta odalarına kapanmış, bilgisayar manyağı olmuş, internet manyağı olmuş, cep telefonu hastası olmuş ders bile çalışmayan, ürkek ve korkak, pısırık, ümitsiz ve hayalsiz bir hale dönüşmüş.
Evin içi yasaklarla dolu, okulun bahçesi yasaklarla dolu hatta parklar yasaklarla doluymuş gibi bir hayatın içinde ezilip gidiyorlar. Her biri bir yarış atına dönmüş, ama yarışamıyorlar. Çoğu obez de olsa gıdasız yaşıyorlar. Güçsüzler.
Bugün Kelebekler Vadisi'nde Hıdırellez coşkusu yaşanacak deniliyor ama Hıdırellez nedir? bilen yok. 32 Park tekmîli birden açılacak ama bu parklar nerede, nasıl gidilir, gidilirse ne yapılır? Anlatan yok, soran yok.
Şimdi bu parklarda çocukluğumuzdaki oyunlar yok. Hammaddesi dışarıya bağlı pahalı plastik oyuncaklar üzerinde oynamaya çalışan plastik bir nesil var.
Bir de park deyince piknik yeri anlayan, çevreyi yakıp yıkan, kirleten, piknik atıklarını ve artıklarını sağa sola saçıp savuran görgüsüz anne ve babalar var.
Ben yine de Meram Belediyesi'ni ve Selçuklu Belediyesi'ni kutluyorum.
Bir de eskiden oynadığımız, oynaya oynaya büyüdüğümüz, hayatı öğrendiğimiz çocukluğumuzdaki oyunların yeniden keşfedilmesini, yeni nesle yeniden öğretilip aktarılmasını istiyorum. Ne diyorsunuz? Çok mu istiyorum?
ŞANSSIZLIK (!)
Adam çay bahçesine oturmuş, masasında ağzına kadar dolu kola bardağı. Delikanlı aynı zamanda bıçkın ve kabadayı biri gelir adamdan izin almadan kolasını başına diker ve içer. Kolasını içtiği adama sorar:
-Hayırdır hemşerim düşüncelisin? Adam cevap verir:
- Evet, bugün şansım yok kötü günümdeyim. Sabah hanımla kavga yaptım, beni terk etti. İşe geç gittim, patron işten attı.
- Ee! Ne var bunda üzülecek? Adam,
- Kendimi tabancayla öldürmek istedim, tutukluk yaptı, iple kendimi asayım dedim, ip koptu. Kabadayı,
- İyi ya işte sevinmelisin. Adam dertlenmeye devam eder:
- Öyle deme. En sonunda içeceğim kolaya fare zehiri koyup ölmek istedim, onu da geldin sen içtin.
GÜNÜN SÖZÜ
SIKINTILAR MİSAFİRDİR, GELİR VE GİDER. ÖNEMLİ OLAN GÖNDERENİN HATIRINA SABRETMEKTİR.
Mevlâna