Son günlerde Sünnet nedir sorusuna biz İlahiyat Fakültelerinde öğretilen şekliyle Hz. Peygamberden sadır olan söz,  fiil ve takrirleridir derken, bazı gruplar ise; Hayır, "Sünnet; Kur'an'ın Hz Peygamberde yaşam bulmuş şeklidir. Hz Peygamberin kendi başına sünnet ikame etme gibi bir yetkisi yoktur. Olursa bu dinde kurucu ortaklığa girer" demişlerdir.  Peygamberimizin hayatı boyunca ortaya koyduğu yaşam biçimi, Kur'an tarafından onaylanmıştır, örnek gösterilmiş, kimi zaman tashih edilip düzeltilmiş ama sonuçta Peygamberimizin hayatının ilahi vahye muvafık bir numune olduğu tescil edilmiştir.

Peygamberimizin sünneti vahiy sonucu mu yoksa kendi iradesiyle mi gerçekleşmiştir. Bu tartışmaya girmek yerine Peygamberimizin davranışlarına Kur'an'ın tepkisi ne olmuştur, onlara bir bakalım: Peygamberimiz Vahyin aydınlığında, Kur'an'ın gölgesinde, kalbine yerleştirilen hikmetle biz ümmetine yaşamıyla mükemmel bir miras bırakmıştır. Rabbimiz “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin. (Kalem,4)  buyurarak Peygamberimizin ahlakını tescil etmiştir. Aynı şekilde “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.” (Ahzap,21) buyrularak, Allah'a giden yolda Efendimizin en büyük örnek olduğu gösterilmiştir.

Kimi zaman Kur'an'da Peygamberimizin uyarıldığını görüyoruz. Uyarılmış olması ve bu uyarıların da Kur'an'da evrenselleşmesi, Kur'an karşısında Peygamberimizin sünnetinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Hem uyarılmasıyla Peygamberî tutum düzeltilmiş hem de Peygamberimize bunların dışındaki davranışlarının vahiy tarafından onaylanmaktadır mesajı verilmiştir.

"Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür."(Nisa,113) Bu ayette de görüldüğü üzere Peygamberimizin hayatıyla şekillenen Sünnet-i Nebi, kimi zaman rahmetle, kimi zaman kitapla, kimi zaman hikmetle desteklenmiştir.

"O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." (A'li-İmran 159) Peygamberimizin Uhud savaşı sonunda sahabelere merhametle muamelesi hem övülmüş hem de aksi durumda nelerle karşılaşacağı anlatılmıştır. Efendimizin bu merhametli yüreğe sahip oluşu da Allah'ın rahmetine bağlanmıştır. 

Zafer oğullarından Tu'me isimli bir Müslüman komşusu Katade Bin Nu'manın zırhını çaldı. Zırhı un çuvalına koydu, Yahudi Zeyd Bin Semin'in evine gizledi. Ancak çuvaldaki un, bir delikten yere dökülüyordu. Zırh, Tu'menin evinde arandı, ancak bulunamadı. Tu'me onu almadığına ve o konuda hiçbir bilgiye sahip olmadığına yemin etti, bunun üzerine onu bıraktılar. Un izlerini takip ederek Yahudinin evine vardılar, onu yakaladılar. Yahudi, “onu bana Tu'me bıraktı” dedi. Ve buna bazı Yahudiler de şehadet etti. Bunun üzerine Zafer oğulları “Allah Rasulüne gidelim” dediler. Onun yanına varınca Tu'meye sahip çıkmasını istediler. “Eğer sahip çıkmazsan helak olacak, zillet içinde kalacak, Yahudi ise beraat edecek” dediler. Rasulullah, Tu'meye yardım etmek istedi, bu münasebetle şu ayetler nazil oldu. "Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma." (Nisa,105) Bu ayetle Tu'me'nin suçlu Yahudi'nin suçsuz olduğu gösterilerek meselenin iç yüzünün detaylı bir biçimde araştırılması istenmiştir.

Eşlerinin gönlü olsun diye kendine bir takım yasaklar getiren Peygamberimiz burada da uyarılmıştır. “Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Tahrim,1) ayetiyle sevdikleri için dahi olsa kendine bir takım yasaklar getirmenin doğru olmayacağı hususunda Peygamberimiz uyarılmıştır.

Amcası Ebu Talip'in iman etmesi için çırpınan Peygamberimize  (Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir. (Kasas,56) buyuran Allah hidayetin kişinin istemesi halinde hidayetin Allah'a ait olduğu vurgulanarak Peygambere düşenin tebliğ etmek olduğu vurgulanmıştır.

"Kendisine âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü. Sen nereden bileceksin, belki o arınacaktı? Yahut, öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacaktı. Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak sana gelen, saygı duyarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun." (Abese,1-10) ayeti ile yüreğini vahye yaklaştırmayan kabile reisleri de olsa, yanı başında duran imanlı insanlardan daha değerli olamayacağı uyarısıyla imanın şeref ölçütü olduğunu gösteriyordu.

Daha buna benzer örnekle Peygamberimizin kendi hayatıyla şekillendirdiği  "Sünnet-i Nebi"ye ilahi vahiy tarafından müdahale edilmiştir. Bu müdahale, uygulamaya geçmeden fikir planında da olabileceği gibi kimi zaman da olay gerçekleştikten sonra vuku bulmuştur. Eğer hepsi sadır olmadan düzeltilmiş olsaydı o zaman Peygamberimiz yarı kutsal bir varlık haline gelirdi. Dolayısıyla kendine özgü bir örnekliği olmazdı. Peygamberimizin hayatı İlahi vahyin aydınlığında rabbimiz tarafından kabul görmüş,  biz Müslümanlara da O'nun ahlakı örnek gösterilmiştir. Eğer müdahale edilmemiş olsaydı "Sünneti Nebi" Allah katında bu kadar değerli olmaz ve Müslümanlar için de örnekliği tartışılır olurdu.

Peygamberimizin Sünneti vahiy ürünü müydü değil miydi gibi bir tartışmaya girmektense Rabbimiz katında hüsnü kabul görmüş, onaylanmış, tescil edilmiş ve bize örnek olarak sunulmuş Siret-i Nebi'yi hayat kitabımız Kur'an'ı anlama ve yaşama yolunda kendimize ilke edinsek herhalde daha isabetli bir davranış olacaktır.