ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER 6

                                        KÖRLÜKLERİNDEN FARKI BİLEMEDİLER.

 

Kuş meraklısı bir bakkalın güzel sesli, pırıl pırıl yeşil renkli ve bazı sözleri söyleyebilen bir Tuti kuşu vardı. Sahibi varken dükkânın süs ve eğlencesi, yokken bekçisi idi. Çarşı esnafı ve tüccar onu bilir, konuşur hatta nükte yaparlardı.

Tutinin efendisi bir gün eve gitmişti. Tuti dükkâna bakıyordu. Kara bir kedi, kaçan bir farenin peşinden hızla dükkâna girdi. Tuti can korkusu ile fırlayıp uçarak dükkânın üst rafına kaçtı. Lakin kaçarken gülyağı şişelerini devirip yağlarını döktü.

Efendisi evden dönünce, yerine geçip patron gibi kuruldu. Dükkânı kaplayan gül yağı kokusunun mânâsını anlamağa çalışırken, yerlerin gül yağı içinde olduğunu gördü. Elbisesi de yağa bulaşmıştı. Bunu Tutinin yaptığını anlayıp homurdanarak eli ile başına vurdu. Hatasını bilen ve korku içinde olan Tutinin başının tüyleri döküldü. Kafası kel haline geldi. Konuşmayı kesti.

Bakkal yaptığına pişman olup kendi kendisine “ah, vah” etmeğe başladı. Saçını sakalını yoluyor, hatasını gelene gidene anlatıyor ve: Nimet güneşim buluta girdi, diye yakınıyordu. Elim kırılsaydı, bu tatlı dilli Tutimin başına nasıl vurdum, yazık bana, diyerek hayıflanıyor Tutisini tekrar eski haline getirebilmek ve konuşmasını sağlamak için fakir ve kimsesizlere sadaka veriyor, yardımlarda bulunuyor. Konuşturmak için okşuyor, seviyor, Tutiye neler neler gösteriyordu.

Bir kaç gün sonra idi. Bakkal yalnız başına, kendi köşesinde başı iki eli arasında gam ve keder içinde ağlamaklı bir halde oturup “Bu kuş ne zaman konuşacak?” diye düşünürken, dükkânın kapısında başı çıplak, kafası tas gibi cas cavlak bir derviş durup geçti. Dervişi gören Tuti durduğu yerden dile gelip:

-Ey derviş, diye seslendi. Ey kel, neden kellere karıştın? Yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün? Dedi.

Tutinin dervişi kendi gibi sanması ve kendine benzetmesi duyanları güldürdü.

Farsça'da şîr kelimesi hem aslan hem süt anlamına gelir. Yazılışı aynı, mânâsı faklıdır. Sen de ümmetin seçkinlerini kendine kıyas etme, karşılaştırma.

Bütün âlem kendine yanlış benzetme sebebi ile yoldan çıktı. Allah'ın seçkin kullarını pek az insan bilebildi.

Peygamber ve velilerle kendilerini eşit tutmağa biz de onlar da insanız demeğe kalktılar. Körlüklerinden sonsuz farkı bilemediler.

Her iki arı aynı yere konup kalkar; birinden bal, birinden (eşek arısı) zehir meydana gelir.

İki kamış da aynı dereden sulanır. Birinden şeker çıkarılır, birinin içi boştur.

Halktan biri yer içer, bunlar dışkı olarak dışarı atılır. İlim erbabı yer, yedikleri fikir, eser ve ilahi nur olur. Cahilin yediği kin ve hasetlik, âlimin yediği Hak nuru ve insanlığa ışık olur.

Müslüman üstünde her güzel bitkinin yeşermesine müsait bir araziye, kâfir çorak ve kıraç alana benzer. Mü'min melek gibidir, kâfir şeytan ve canavar.

Acı su da tatlı su da görünüşte berraktır, aralarındaki farkı içen zevk sahipleri bilir.

İnsanın yaptığını maymun da yapar, taklit eder. İnsan gibi yaptım zanneder. O hayvan aradaki farkı nasıl anlasın?

Mü'min inançla, diğeri taklitle yapar. Bir münafık gerçek bir Müslümanla beraber namaza gelirse ibadet için değil, gösteriş maksadıyladır. Herkes kendi yerine, kendi yönüne gider. Buna mümin, diğerine münafık desen öfkeyle ateş kesilir. Mü'min kelimesi imanın işareti olduğu için sevilir, münafık kelimesi bozgunculuk belirtisi olduğundan nefretle karşılanır.(1)

Birine münafık denilse bu kötü söz onu içinden akrep gibi sokar.

Bir insanın ağzına binlerce lokma arasında bir ufacık çöp parçası girse hissi onu bilir ve çıkarmayınca rahat etmez.

İğne yurdusundan Hindistan'ı seyredecek görüş hünerine sahip biri Kur'an'daki: Onların gözleri vardır, fakat onunla görmezler, buyrulduğu gibi (Araf s. 179) garaz gelince hüner ve marifeti örtülü kalır. Önüne yüzlerce perde gerilir.      

Define elde etmek için evini yıkan, defineyi bulunca evini eskisinden daha iyi yapar.

Derenin yatağını temizlemek için suyu kesen sonunda daha iyi suya kavuşur.

Dünyada insan yüzlü birçok şeytan olduğunu bilen, her ele el vermenin uygun olmadığını bilmeli.

Avcı,  kuşu kandırıp yakalamak için kuş taklidi yapıp ıslık çalar. Kuş da hemcinsinin sesi diye havadan gelip avlanır. Alçaklar da saf insanları kandırıp aldatmak için güzel lafları çalar. (Şerh -i Mesnevi, c.1,s.194-232)

 

Dipnot:

(1)   Tahirü'l Mevlevî: Eski münafıklar, inanmazken inanır görünürlerdi. Yeni münafıklar; inanırken inanmaz gibi görünürler, diyor.

 

 

 

 

 

ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER 7

                                                              Yaşar Çalışkan

 

DİLİM, BANA GİYDİRİR KİLİM

Kâşan şehri diğer Müslüman şehirlerinden farklı bir şehirdi. Buranın ahalisi Hazret-i Ali'yi taparcasına sever, Peygamberimizin diğer üç seçkin dostundan esirgedikleri muhabbetin hepsini Hazret-i Ali'ye vermişçesine yaşarlardı. Bundan dolayı : “Kâşan şehrinde adın Ömer olursa yüz altın versen bir dilim ekmek vermezler.” Sözü yaygındır.

Ömer isimli dünyanın girdisinden çıktısından fazla haberdar olmayan saf gönüllü bir garibanın yolu Kâşan'a uğradı. Yol yorgunu ve aç olduğu için çarşının ilk dükkânlarından birine girip selam verdi:

-Selam aleyküm, dedikten sonra adım Ömer yolcuyum, kereminizle bir ekmek verin, kaç akçe ise paranızı vereyim, dedi. Dükkân sahibi Ömer ismini duyunca irkilircesine:

-Ömer mi? Dedikten sonra biraz düşündü, durdu. Geç öbür dükkâna git. Oranın ekmeği bizimkinden on kat daha iyidir, diyerek Ömer'i savdı. O da saf ve şaşı olmasa:

-Niçin oranın ekmeği? Derdi.

Bununla kalmadı. Dükkân sahibi kapıya çıkıp öbür dükkân sahibine:

-Ekmekçi komşu, şu gelen Ömer'e bir ekmek sat diye seslendi.

O dükkânın sahibi de Ömer adını duyunca hemen ekmek kasasını arkaya sürüp sakladıktan sonra o da başka uzak bir dükkâna yolladı.

    -Haydar, arkadaş, diye bağırdı. Bu Ömer'e ekmek ver! Yani sesimi duy da sırrımı, ne demek istediğimi anla demek istiyordu.

    O da dükkâna Ömer geliyor diyerek öncekinin tedbirini aldı ve gelince onu bir başka dükkana yolladı.

Burası Kâşan şehri. Burada bir dükkânda adım Ömer dersen seni eli boş bütün Kaşan'ı gezdirirler yine ekmekten mahrum kalırsın. Fakat akıl edip de ismim Ali dese idin ilk dükkândan zahmetsiz belki de parasız ekmeği de katığını da alırdın. Yer ve zamanına göre akıllıca davranmasını bil. Yoksa Kâşan'a benzeyen dünyada Ali olamazsan Ömer gibi gezer dolanırsın. Halkı tanıyan ve görmesini bilen iki göze sahip olanın iki âlemi de dostlarla dolar. Korku ve ümit dünyasında oradan oraya sürüklenmekten kurtulur. (Mesnevi, c.6,s.255-257)

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER 8

                                                              Yaşar Çalışkan

 

SAĞIRIN YAPTIĞI BİR KIYAS

 

Varlıklı ve insanlıklı biri sağır komşusuna:

-Biliyor musun? Komşunun delikanlı oğlu hastalanmış, diyerek komşu gencin hastalığını haber verdi.

Sağır adam kendi kendine: Komşunun ziyaretine gidip geçmiş olsun demem gerek. Ama bu ağır kulakla o hasta gencin hastalıkla iyice kısılmış sesini nasıl duyar, sözlerini nasıl anlarım? Fakat çaresiz gidip görmeliyim, dedikten sonra yine kendi kendine: Hasta gencin dudağının kımıldadığını görünce, ona kendimce bir kıyas yaparım. Ona dertli komşum nasılsın, deyince o elbette iyiyim veya rahatım diyecektir. Ben de, çok şükür, derim. Sonra, acaba ne yiyorsun? Derim. O süt veya mercimek çorbası der. Ben de, sıhhat ve âfiyetler olsun, derim. Hekimlerden kim gelip bakıyor? Derim. Şüphesiz filan geliyor cevabını verir. Ben de: Ayağı uğurlu bir hekimdir. O geliyorsa işin yolunda demektir. Onun ayağının uğurunu denedik, derim. O saf adam kendi aklınca bu kıyaslı konuşmaları tasarladıktan sonra hastanın evine gidip yanına girdi. Selam aleyküm diyerek selam verdikten sonra geçip hastanın başucuna oturdu. Eliyle ellerini tutup alnına, ateşine baktıktan sonra:

-Nasılsın? Diye sordu. Hasta genç:

-Ölüyorum, deyince sağır:

-Şükür elhamdülillah, karşılığında bulundu. Bu karşılık hastayı çok üzdü. Canını sıktı. İçinden: Bu nasıl şükür? Şimdi şükrün sırası mı? Bu adam galiba düşmanımızmış da anlamamışız, diye geçirdi. Sağır adam bir kıyas yaptı o da aksine çıktı. Sonra hastaya sormağa devam etti:

-Ne yedin? Dedi. Hasta, sinirli olduğu için:

-Zehir, dedi. Sağır:

-Âfiyetler olsun, deyince cevap hastayı kahretti. Ziyaretçi komşu daha önce tasarladığı gibi devam etti:

-Peki, hekimlerden kim gelip tedavi ediyor? Diye sordu. Hasta:

-Azrail geliyor, deyince hasta komşu:

- Haydi defol, diye bağırdı. Sağır ise:

-Ayağı uğurludur, sevin, cevabını verdi.

Sağır, hastanın derdi yeğin, ıstırabı büyük böyle bir zamanda komşunun hatırını yapmam, gönlünü almam iyi oldu, diye sevinerek dışarı çıktı.

Hasta ise: Bu herif bizim can düşmanımızmış. Ağzı akrep yuvası, dudaklarından yılan zehiri akıyor. Meğer komşu evi değil çiyan yuvasıymış. Onun cefa ocağı olduğunu bilmiyorduk, dedi.

Hasta, komşunun sözlerini düşündükçe aklından sövmek, geçiyor. Küfürlü haberler göndermek istiyordu. Hasta genç, yediği bayat yemekle midesini bozan, iki de bir kusmağa yeltenen kimselere döndü.

Öfkeyle söylemek istediğin küfrü içinde tut, kusma, sabr ederek sövmekten vazgeçersen ödülü tatlı sözler işitmektir.

Genç, Kur'an'a göre cennetin eninin göklerle yer kadar olduğunu yine cennetin, Cenab-ı Hak tarafından insanların kusurunu afvedenler için hazırlandığı, müjdelerini hatırladı. (Ali İmran: 133-134)

Hasta, çektiği derdin etkisiyle sabırsız ve tahammülsüzdü. Sağırın sözlerini kafasından söküp atamıyordu. İkide bir söylediklerini ona iade edeyim diye düşünüyor. O bu sözleri söylerken uyumuş aslan kesilmesine hayret ediyordu. Hasta ziyareti, hastanın gönlünü almak içindir. Bunun yaptığı hatır sorma değil düşman sevincidir. Düşmanı zayıf ve dermansız görüp kalbini rahatlatmaktır.

Birçok insan Hakk'a kulluk ve ibadette sapıklığa düştüğü halde Allah'ın rızasını kazanıp bu sevapla cennete gireceğini ümit eder. Onların yaptıkları örtülü günahtır. Bulanık suyun bir kısmını duru sanmak gibi.

Allah'ın nurları arasında ilk kıyası şeytan yaptı. Şüphesiz ateş topraktan daha iyidir. Ben ateşten, Adem çamurdan yaratıldı. Diyerek bir karşılaştırma yaptı.

Sağırın yaptığı bir kıyas (karşılaştırma) sonunda on yıllık komşuluk sohbeti bozuldu.  (Şerh-i Mesnevi, c.5,s.1555-1569)

 

 

 

 

ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER 9

                                                              Yaşar Çalışkan

 

SEÇKİN KULLARA EDEPSİZCE SÖZ EDENİN KALBİ ÖLÜR

 

Hazret-i Musa yolda giderken bir çoban gördü. Çoban, güzel Rabbim, sen neredesin, sana hizmet edeyim. Çarığını dikip başını tarayayım. Ey Allah'ım senin elbiseni yıkayıp bitlerini öldüreyim. Sıcak süt getirip elini öpeyim, ayağını ovayım. Uykun gelince yatacağın yeri süpüreyim. Bütün keçilerim, davarım yoluna kurban olası Rabbim. Ey ayrılığından yanıp yakardığım yüce Mevlâ, diyerek münasebetsiz laflar ediyordu.

Musa Peygamber durup çobana:

-Bunları kime söylüyorsun? Diye sordu. Çoban:

-Yerle gök kudretiyle meydana gelen, bizi yaratan Allah'a söylüyorum, dedi. Hazret-i Musa:

-Hey, kendine gel, çıldırdın mı? Sen Müslüman olmadan kâfir oldun. Bunlar ne saçma ve hatalı söz? Din kumaşını pörsüttün. Çarık, dolak gibi şeyler senin gibilere lazım. La teşbih (benzetmede hata olmasın) bir güneşe bunlar yakışır mı? Dilini tutmazsan Hakk'ın ateşi halkı yakar. Hakk'ın ateşi gelmemişse bu Hak'tan hakikatten uzaklığın dumanı ne? Allah'ın her şeye gücü yettiğini yegâne hâkim ve kudret sahibi olduğunu biliyorsan bu terbiyesizlik niye? Dedi.

Delinin dostluğu hakikatte düşmanlıktır.

Bu sözleri dayına veya amcana mı söylüyorsun? Sütü ihtiyacı olan içer, çarığı ayağa muhtaç olan giyer. Eğer sözlerin Cenab-ı Hakk'ın benimle işitir, benimle görür buyurduğu seçkin kulları içinse yine faydasız

.

Kur'an Peygamber'in diliyle indirildi fakat kim ona Allah kelamı değildir derse kâfir olur.

Allah'ın sevdiği seçkin kulları için edepsizce söz edenlerin kalbi ölür, amel defteri kararır.

Çoban, Hz. Musa'nın sözlerini işitince üzüldü:

-Ey Musa, sen ağzımı diktin (dilimi tuttun), beni perişan edip canımı yaktın, diyerek yakasını yırttı. Hararetli bir ah çekip çöle doğru yürüdü.

Bunun üzerine Hak Teâlâ'dan Hazret-i Musa'ya vahiy geldi:

Bizim kulumuzu bizden ayırdın. Sen kullarımı bana ulaştırmak için mi, ayırmak için mi geldin?

 

Gücün yettikçe ayrılıktan yana gitme, katımda en sevimsiz şey karısını boşayıp ayrılmaktır.

Cenab-ı Hak, Hazret-i Musa'ya bu sözleri söyleyince Musa Peygamber birkaç defa kendinden geçti. Hak'tan bu azarı işitince çölde çobanın izini takip ederek koştu. Süratinden yolun tozlarını kaldırdı.

Tutkun (cezbeli) adamın adımı ve izi başkalarınınkine benzemez.

Nihayet çobanı buldu ve ona:

-Müjdemi ver. Cenab-ı Hak sana izin verdi. Gönlünün istediğini söyle. Senin küfrün din, dininse can nurudur, dedi. Çoban cevabında:

-Ey Musa, ben artık sözden geçtim. Sen bir kamçı vurdun, atım sıçrayıp gökleri geçti. Artık halim söze sığmaz.

 

Aynada gördüğün şekil senin aksindir, aynanın değil.

Neyzenin üflediği o yakıcı ve güzel sesi, neyzenin gücüne değil, neyin güzelliğine bağla.

Kan pistir fakat suyla temizlenir. İnsanın içinde öyle pislikler vardır ki Allah'ın iyilik ve lütuf suyu dışında bir işle temizlenmez. 

Allah'ın eseriyle topraktaki pislikler yok olup ondan güller biter, pislikler örtülerek gül goncaları yetişir. Kâfirler bu toprak kadar bile olamadılar. Onlarda gül ve meyve yerine bozgunculuk yeşerdi.

İnsanın yüzünü geriye çevirmesi dünya düşkünlüğünden, gideceği yola bakması doğruluk ve niyazdandır.

Ruh yüceliklere meyilli olursa Hakk'a doğru yükselir. Başını yere eğen batmış demektir. Allah batanları sevmez. Herkese bir hayat ve dil veren Allah dile ve söze değil, ruha ve hale bakar.

Kadın erkek hepsi insan olmasına rağmen sen bir erkeğe Fatıma diyecek olsan, o adam, yumuşak huylu biri bile olsa, seni öldürmeğe kalkar. Fatıma ismi (Peygamberimizin sevgili kızının ismi olarak) kadınlar arasında övüldüğü halde erkeğe söylenince mızrak yarası olur.

Sevgi dolu birine hatalısın deme. Şehidin cesedi kanlı da olsa yıkama. Kâbe'de kıble tarafı aranır mı? Dalgıca kar ayakkabısı takma ihtiyacı var mı? Âşıkların milleti ve mezhebi (yolu) Allah'tır. Âşık gam denizine düşse üzülmez. (Şerh-i Mesnevi, c.7,s.580/Mesnevi, c.2,s.137)

 

 

 

ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER 10

                                                              Yaşar Çalışkan

 

 

HASTAYA NEYE ALIŞKINSA ONU VERİNİZ

 

Mesleği dericilik olan, ham deriyi işleyip geçinen adamın biri şehirde attarlar çarşısı denilen güzel koku satıcılarının sokağından geçiyordu. Adam birden fenalaşıp iki kat, kaskatı kendinden geçip yere düştü. Misk, amber ve gülyağı gibi hoş kokular adama dokunup başını döndürerek bayıltmıştı. Adam gün ortası yolun ortasına leş gibi yıkılmıştı.

Çarşı esnafı ve halk koşuşup başına toplandı. Her ağızdan bir ses çıkarak, kimi “lâ havle” çekerek bayılanın derdine derman aramağa başladılar.

Biri elini kalbinin üstüne koyup atıp atmadığına bakarken, bir başkası yüzüne gül suyu serpiyordu.   Gül suyu serpen adam bilmiyordu ki zavallının başına gelen gül suyu ve diğer güzel kokulardandı. Biri eliyle başını ovuyordu, diğeri serinlesin ateşi düşüp kendine gelsin diye göğsüne samanlı yaş çamur sürüyordu. Biri ödağacından tütsü yapıyor, diğeri elbisesinden kestiği bir parçayı tutuşturup koklatıyordu. Biri nasıl atıyor diye nabzını tutuyor, diğeri eğilip afyon mu yuttu, esrar mı çekti, şarap mı içti nedir ağzını kokluyordu. Kendince ayıltmanın çaresini arıyordu.

Çaresiz kalınınca akıllının biri:

-Akrabasını tanıyan yok mu? Dedi. Oradakilerden biri:

-Ben tanıyorum, deyince ona:

 

-Koş haber ver gelsinler dedi. Adamcağız neden bayıldı, şişeyi taşa niye vurdu? Diye söylendi.

Bu iriyarı, zavallı dericinin gürbüz ve akıllı bir kardeşi vardı. Durumu haber alınca hemen koşarak geldi. Kardeşinin güzel koku satıcılarının sokağında bayıldığını görünce hemen usulca eğilip yerden biraz at pisliği avuçlayıp elini yeninin içine sakladı. Baygın kardeşinin yanındakileri aralayarak yanına sokuldu. Meraklılara:

-  Ben onun neden bayıldığını biliyorum.Sebebi bilinince tedavi kolaydır. Sebebi bilinmeyen derdin devası müşkildir (zordur). Çünkü onun yüz çeşit ihtimali vardır, dedikten sonra kendi kendine: Gübre kokusu kardeşimin ta beyin hücrelerine, damarlarına kadar işlemiştir. Çünkü rızkını kazanıp geçimini sağlamak için sabahtan akşama pislikle haşır neşirdi, dedi.

 

 Tıbbın öncülerinden Calinus: Hastaya neye alışkınsa onu veriniz, demiş. Hastalık alışılmışın dışında bir şeyden meydana gelmişse ilacını alışılmış şeylerde ara. Bu adam gübre taşımaktan pislik böceği olmuştu. Pislik böceği gül suyundan bayılır. Onun ilacı alışkın olduğu gübredir. Kuranda “pisler, pisliktendir.” Ayetini oku da bu sözün açık ve gizli manasını anla.

Bayılan dericinin kardeşi ilacını yani yerden alıp yenine gizlediği at gübresini görmesinler diye baygın kardeşinin etrafına toplananları dağıtmağa çalıştı. Sonra bir sır görüyormuş gibi başını kardeşinin kulağına yaklaştırdı. Ve avucundakini koklatıp ezilmiş bir parçasını burnuna sürdü. Derici debbağ kardeşinin beyninin ilacının bu pislikte olduğuna inanıyordu. İki büklüm baygın yatan adam kımıldanarak doğruldu. Etrafındakiler:

- Hayret verici bir büyü.

- Efsunlu muymuş, neymiş? Bu zat bir efsun okuyup baygına üfledi.

-Efsun ölü gibi adamı diriltti demeğe başladılar.

Ahlaken düşük olanlar, kaş göz oynatmaya, fuhşa ve sapıklığa meyillidir. Nasihat miski ile etkilenmeyen kimseler kötü kokulara alışkındır.

Kâfirler, peygamberlere gelen haberin güzel kokusu ile çarpılıp kendilerini kaybettiler. Sözleriniz bize azap dediler. Bizim gıdamız yalan, dolan, şaka ve boşboğazlık. Biz oyun, eğlence ve saçma şeylerle vakit geçiririz. Güzel söze, öğüde ve doğruluğa alışmamışız. Sözleriniz midemizi bulandırıp derdimizi arttırıyor. Aklı afyonla tedavi ediyorsunuz.(Şerh-i Mesnevi, c.12,s.67-79)

                                        

 

ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER 11

                                                              Yaşar Çalışkan

 

DOĞRU SÖZLÜ OLMAYANIN SÖZÜNE İNANMA

 

Güzel bir çam ormanında dolaşan ayının boynuna saban oku gibi bir yılan dolanmıştı. Korkudan bağıran aslanın acı çığlığını duyan yürekli bir adam koşup ayının imdadına yetişti.

 

Dünyada dertli ve mazlumların sesini duyar duymaz imdadına koşan aslan yürekli nice adamlar vardır.Onların kulakları mazlumların sesine hassastır. İşitir işitmez yardıma koşarlar. Bu şefkat ve merhamet sahibi kimseler bozuklukları düzelten gizli dertlere deva olan faziletli insanlardır. Yaptıklarından karşılık beklemez, niye yaptın diyenlere onların dert ve çaresizliğinden cevabını verirler.

Nerede dert varsa deva oraya gider. Su neresi alçaksa oraya akar. Sana (İlahi) rahmet suyu lazımsa alçak gönüllü ol.

Allah'ın rahmeti sonsuzdur, birbirine tirkelidir, bire kanaat etme hepsini iste.

Şefkatli anne, çocuğum ağlasa da süt versem diye bahane arar. Peygamberimiz Allah'ın analardan şefkatli olduğunu bildirdi. Siz de ağlayın ki Hakk'ın merhamet sütü ihtiyacınıza yetişin.

Seni yükseklere çeken her sesin yükseklerden geldiğini bil. Seni hırs ve düşkünlüğe sürükleyen her sesi de insanı parçalayan zalim kurdun uluması farz et. Bu yükseklik şüphesiz akıl ve ruh yüksekliğidir.

Bir meclisin başköşesine uzak olan yer her ne kadar alçaksa da bir yerin yüksekliği şerefiyledir.

İyi biri büyüklerden birinin altında da otursa gerçekte üst tarafında oturmuş sayılır.

Ağaçtan maksat meyvedir. İstenilmede meyve önce ağaç sonradır. (Ağacı meyvesi için dikeriz.)

 

Zavallı ayı, koca yılanın korkusu ile acı acı bağırınca aslan gibi cesur yiğit adam hile ve kurnazlıkla onu yılanın şerrinden kurtardı ve yılanı öldürdü.

Dünyada ve insanlık içinde ne varsa hepsi yücelikler âleminden gelmiştir. Uyanık ol gözünü yükseklere çevir. Yükseğe bakış göze nur ve kuvvettir.

Ta baştan sonu görmek görüş sahibi olmana işarettir. Şehvet (ve arzularına esaret) insana mezar sıkıntısı verir.

Körsen görüş sahibine kafa tutma, onun rehberliğini fırsat bil.

 

Ayı, yılanın korkunç belasından kurtulunca kendini kurtaran adama sevgi ve minnetle peşine düştü. Uysal bir dost gibi ondan ayrılmadı. Ayı, canını kurtaran adamla beraber giderken yaz sıcağında adam yorulup bir ağaç altına oturdu. Yakınlarından geçen bir çiftçi ayıyla adamın dostça yakınlığını görünce şaşırıp sordu:

-Birader bu ne hal? Ayıyla bu derece dostluk niye? Ayı senin neyin olur? dedi. Adam ayının başından geçenleri kısaca anlattıktan sonra:

-Ayıyı yılan belasından kurtarınca minnettarlıkla bana bağlandı, dedi. Çiftçi kuşkulu bir şekilde içinden “Budala” dedikten sonra:

-Ayıya itimat etme! Dedi.

Budalanın dostluğu düşmanlıktan kötüdür. Ondan tek kurtuluş yanından kovmaktır.

Adam, çiftçinin öğüdüne karşı:

-Bizi kıskanma. Ayılığına bakma da sen ondaki sevgiyi gör, dedi. Çiftçi:

-Safların sevgisi aldatıcıdır.Bana kıskanç, haset diyorsun benim hasedim onun sevgisinden çok iyidir. Benimle gel, ayıyı insana tercih etme.

-Bırak hasetlenmeği de işine bak.

-İşim buydu yani seni tehlikeden kurtarmaktı ama şansın yokmuş. Ey şerefli dost, bizi ayıdan aşağı belleme. Onu bırak da arkadaş lazımsa ben olayım. Allah'tan içime doğdu. Başına gelecek bela kalbimi ürpertiyor.

Çiftçi alçak gönüllükle daha birçok söz söyledi. Ama kötü zamanından dolayı berikinin kulağına gitmedi. Kendini ve yaptığını bir şey zannetti. Çiftçi çaresiz kalınca:

-Akıllı dost değilmişsin, benden söylemesi, gidiyorum, dedi. Adam:

-Çok münasebetsiz oldun, git, git diye bağırdı. Çiftçi hâlâ ısrar ediyordu:

-Ben senin düşmanın değilim. Benimle gelirsen iyiliğine, dedi. Adam esneyerek cevap verdi:

-Uykum var. Bırak beni de işine git.

-Hayırlı bir dostun, akıllı bir arkadaşın yanında uyuman daha iyi olur.

Şeyh Sadi: “Körün gittiği yolda kuyu olduğunu görüp de ses çıkarmazsam günaha girerim” demiş.

Adam, çiftçinin söz ve ısrarına öfkelenip ona sırt çevirerek kendi kendine:

-Galiba benden bir menfaati var. Beni ayıdan ayırmağa bahse girmiş gibi, dedi. Kafasındaki mikrop, ayının uysallığını bir insanın samimi dostluk ve öğütlerine tercih ettirdi.

Sapıklık kimi cezbeder (çeker)? Sapıkları. Tembellere ne hoş gelir?  Tembellik.

Her cins kendi cinsinden olanı çeker, öküz, aslana doğru gider mi?

Hazret-i Ebubekir, Muhammed Mustafa'nın hoş kokusunu alınca bu yüz yalancı değildir diyerek müslüman oldu. Ebu Cehil, Peygamberin parmağının işareti ile ayı ikiye ayırma “şakk-ı kamer” mucizesini gördüğü halde peygamberliğini kabul etmedi.

 

Çiftçi sözlerinin boşa gittiğini görünce kendi kendine: Ben söyledikçe inadı ve kalbinin bozukluğu artıyor. Demek ki buna nasihat yolu kapalı, dedi.

Senin ilaç olarak sunduğun öğüt onların dert ve nefretini artırıyorsa bırak, sözleri isteyen ve anlayana söyle. (Abese süresini hatırla.)

Çiftçi bırakıp gidince adam, olduğu yerde uzanıp uykuya daldı. Adam uyuyunca bir sinek gelip yüzüne kondu. Ayı bir hareketle sineği kovdu. Ama sinek gitmek nedir bilmiyordu. Ayı kovdukça geliyor, kovaladıkça tekrar konuyordu.

Ayı sineğe kızdı. Gidip kenardan kocaman bir kaya parçasını kucakladı. Getirip adamın yüzüne konmuş olan sineğe fırlattı. Koca kaya, adamın kafasını parçalayıp öldürdü.

 

Ahmağın sevgisi ayının sevgisine benzer. Kini sevgi, sevgisi kindir.

Doğru sözlü olmayanın sözüne de yeminine de inanma.

Yeminsiz sözünü tutmayan, yeminli hiç tutmaz. Çünkü nefsi bağlanmağa kızar.

Kur'an, akdinizde ve sözünüzde vefalı olmağı buyurdu. Yeminle Allah'ı sözüne vekil gösteren, kiminle sözleştiğini bilen kimse, vücudunu iplik yapıp ahdinin etrafında döner. (Şerh-i Mesnevi,c.7,s.610-670  / Mesnevi,c.2,s.150)