Sakal Bırakmak için İmam Hatipli mi Olmak Lazım?

Geçenlerde Süper Ligde yer alan meşhur bir futbol takımının kulüp başkanı takımındaki sakallı futbolcuları cezalandıracağını, tekrarı halinde kadro dışı bırakabileceğini ifade etti. Açıklamanın sonunda da “Burası İmam-Hatip Okulu mu?”dedi. Bu hadise gösteriyor ki hâlâ toplumuzda ötekileştirme ve dışlama olayı devam etmekle birlikte toplumda popüler ve rağbet edilen meslek sahipleri “dindar olamayacağı gibi dini ritüelleri, motifleri hatırlatacak bir girişimde bulunamaz” algısı dayatılmaya çalışılmaktadır. Bir sünnet olan sakal bırakmanın; sadece İmam-Hatip okulunun, kuran kurslarının, cemaatlerin işi olabileceği fikri ortaçağ skolastik düşüncesinin kalıntısıdır.

Sakal bırakmayı yasaklamasını dinsel bir nedene bağlıyor. Çünkü kendisinin de seksen yaşında olduğunu ve her gün tıraş olduğunu söyleyerek futbol kulübünün İmam-Hatip Okulu olamayacağını ifade ediyor. Bu düşünceye göre; Dindarlık ve dini yaşama işi sadece dini okullara ve kendilerine göre din adamı sınıfı olan “hocalar”  grubuna ait bir iş olup, bir sporcu, siyasetçi, yazar, doktor, mühendis, hukukçu, bürokrat ve aydın kimseler, sanki dindar olamazlar, dindarlığı gösterebilecek herhangi bir eylemde bulunamazlar. Çünkü bunlar toplumda örnek mesleklerdir, şayet dini yaşadıkları görülürse din ve mezhep ayrımı yaparak din istismarına sebebiyet verebilirler. Bu düşünce yıllarca gerçekmiş gibi topluma kabul ettirildi ve insanlar dinden soğutuldu.

İslam'da din adamı sınıfı başka bir deyişle ruhban sınıfı yoktur. Herkes dinini öğrenmek için gerekli ilmihal bilgilerini öğrenmek ve dinini yaşamak durumundadır. Dini terakkiye engel kabul eden batılılardır. Onlar skolastik düşüncenin gerekliliğini savunan ortaçağ kilisesine karşı başkaldırıp Rönesans ve reform hareketleri ile dini ve kutsalı hayatın dışına itti. Daha sonra büyük atılım yapan Avrupa anladı ki kendilerini geri bırakan dinleri imiş bu el-hak doğrudur. Çünkü ilerlemeyi suç sayan, kiliseden habersiz keşif ve icadlar çıkaran bilim adamlarını Engizisyon Mahkemelerinde giyotinlere gönderen ortaçağ kilisesi din adamlarıdır. Allah'ın gönderdiği kitabı değiştiren Hıristiyanlık; insanları Allah'ın dinine değil din adamlarının kafasına göre oluşturduğu dine çağırıyordu. Şimdi aynı durumu İslam için düşünen zavallılar var. İslam terakkiye(İlerleme ve kalkınma) engel değil bilakis sanayileşmede, kalkınmada, modernlikte en önde olmayı emreder. Ancak İslam'da ortaya konulacak her türlü yenilik ahlaki kurallar çerçevesinde olacaktır. Örneğin masum, suçlu ayrımı yapmadan tüm canlıları tabiatı yok eden atom bombasının yapımına izin vermez, tedbir amaçlı üretilse bile kullanımına izin vermez. Peygamber Efendimizin müjdesine nail olan Fatih Sultan Mehmet Konstantinopolis surlarını yıkacak o günkü teknolojiyi kendisi üretmiş, mühendislik hesaplamalarını bizzat kendisi yapmıştır. Hocası Akşemseddin'den ders alan ilahi ve beşeri ilimleri meczederek maddi ve manevi iki kanatın sahibi İstanbul'u fethederek çağ kapayıp, çağ açan devrin süper gücü Doğu Roma İmparatorluğunu tarihten silen Fatih Sultan Mehmet Han da 24 yaşında sakallı bir dünya lideriydi. Dinden bir kurtulsak bak nasıl ilerleyeceğiz diye düşünen insanlara Avrupa'da Endülüs Emevileri Devletini kuran İslam Medeniyetinin öncüleri insanların yaptığı eserleri görme adına İspanya'ya gidip Kurtuba Sarayı'nı görmelerini tavsiye ederiz. Şimdilerde Gırnata adıyla anılan bu saray İslam Devletinin sanatta ilim fende ulaşabildiği en üst seviyeyi gösteren kıymetli bir tarihi yapıdır. Endülüs'teki kütüphaneler, İlim adamları, keşif ve icatların bugünkü Avrupa Teknolojisinin temelini oluşturduğunu, Batılı ilim adamları bile itiraf etmektedirler. Ximenes adında bir kardinal, Endülüs Kütüphanesi'nden taşıdıkları Araplara ait kitapları Granada'nın Bab-ür-remle meydanında, İspanya'nın Müslümanlardan kurtuluşu adına yaktırmıştı. Fizikçi “Pierre Curie” bu kıyım için, “Endülüs Kütüphanesi'nden otuz kadar kitap kurtuldu, onlarla atomu parçaladık. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kurtulmuş olsaydı, şu anda galaksiler arasında geziyor olurduk,” diye yazıyordu.

Bizim memlekette ne hikmetse lise öğrencileri okullarının damında namaz kılsa terör faaliyeti olarak lanse edilir, futbolcu sevincinden secdeye varsa; kınanır, bir sporcu başörtüsüyle çıksa gerici olarak yaftalanır. Halbuki Avrupa'ya baktığımız zaman Hıristiyan bir futbolcu gol attıktan sonra istavroz çıkarabiliyor defalarca göğsüne haç işareti yaparak kendine göre inancını ve duasını yerine getirebiliyor.  ABD Devlet Başkanı Barack Obama bir rahibin nezaretinde kutsal kitapları İncil'e el basarak göreve başlayabiliyor, Avrupa'da gençler Kilise'de Papazın önünde nikahlarını kıydırabiliyorlar, ana sınıfı dahil olmak üzere devletin resmi okullarındaki öğrenciler din derslerini kilise yetkililerinden almakta bir beis görmüyorlar.

Ancak biz din ve kutsala ait ne varsa ondan uzaklaşmayı modernlik ve çağdaşlık kabul ettik. Modern yaşamı eğlenme, tüketme ve daha çok para kazanma olarak kabul ettik, devrin haz ve hız çağı olduğuna inandık. Zaman gösterdi ki çocuklarımız ve gençlerimiz zararlı alışkanlıkların, uyuşturucunun oyuncağı oldu, kültürel kodlarımızda çözülmeler başladı, milli manevi değerlerimiz büyük yara aldı, Televizyon dizileri ve moda programları ile değerlerimizin içleri boşaltıldı. Yerine batılı değerler dolduruldu. Batı uyandı artık, ne olacak bu gençliğin hali diyerek yeniden Gençler üzerinde projeler geliştirmeye başladılar ve okullarında “Değerler Eğitimi” adı altında evrensel insani değerler anlatılmaya başlandı. Şu kadarı var ki; İnsani değerler kalpte bir karşılık bulmuyorsa hepsi beyhudedir. Kalpte karşılığının olabilmesi için yüreğinin derinliklerinde bir dinin hakikatine gönülden iman etmesi gerçeği ortaya çıkıyor. Sanayileşmesi, modernliği ve teknolojide vardığı seviye ile Batı insanı bugün uyuşturucunun pençesinde kıvranan gençleri ile büyük bir çıkmazda. Kural ve ahlak tanımayan gençlik felç olmuş durumda. Şimdi beden sağlığının yanında ruh ve duygu sağlığını korumak için dinlenme terapileri, yoga seansları ve meditasyon eğitimleri verilmektedir.

Bizler bin yıldır yaşadığımız Müslümanlığı milli kültürümüzün bir parçası kabul etmiş, İnanmakla şeref duyduğumuz dinimizin utanacağımız, saklayacağımız hiçbir tarafı yoktur. Bizi yücelten şereflendiren maddi ve manevi her alanda bizi yükseltecek ve kalkındıracak, dilediğini dilediği şekilde yükselten ve herkese layık olduğu mertebeyi veren er-RAFİ olan Allah'tır. Yeter ki rabbimizin gönderdiği emanetin liyakatinde olalım.